Selam ahali, size SSCB’nin ve Nazi Almanya’sının Wall Street
bankerleri, yani Amerikalılar tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini ve
palazlandırıldığını söyleseler tepkiniz ne olurdu?
Dediğinizi duyar gibiyim.
Ancak o iş bal gibi de öyledir arkadaşım. Zaten Hitler’in
Siyonizm’e nasıl hizmet ettiğini Dünya Savaşları, Milliyetçilik ve İsrail yazısında
açıklamıştım. Bir daha işin amaç kısmına değinmeden direkt olarak olayları
anlatacağım.
Peki ya Sovyet Rusya?
SSCB, Lenin, Stalin ve Troçki de, günümüz at ağızlı popüler
sosyalist deyimiyle ‘’bu çarkın dişlileri’’dir.
Hatta şunu söyleyebilirim ki Komünizm Kapitalizmin gayrımeşru çocuğudur.
Günümüzdeki liberalizm kapitalizmin, sosyalizm de komünizmin yumuşatılmış
allanmış pullanmış ve kulak memesi kıvamına getirilmiş halidir.
Goerge Orwell’ın 1984 romanını okudunuz mu lan?
Kitabı okumamış olanlar ve ya okuyup da ‘’Orwell’ın
ütopyası’’ gibi dangalakça yorumlarda bulunanlar için biraz açıklama yapayım.
Kitap 1948 yılında eski bir komünist olan George Orwell
tarafından yazılmıştır. Yalnızca 36 yıl sonrasını öngörmekle kalmayıp günümüz
dünyasının da gerçek bir tahlilini yapmıştır. Zaten bu kitaba ütopya diyenler
de, benim bu blogda anlattıklarıma komplo teorisi diyenler ile aynı kafada,
vasat, hiçbir halta derman olamamasına rağmen narsizmi doruklarda yaşayan, boş
beleş insanlardır.
Neyse kitaptan devam edelim;
Kitapta karanlık bir gelecek tasvir edilir, herkesi
gözetleyen kameralar, hipnoz edici dev televizyonlar, saçma sapan ve sürekli
tekrar eden piyasa şarkıları(tanıdık geldi mi lan) ve bunun gibi insanlığı
yozlaştıran birçok uygulama anlatılır. Ayrıca Orwell’ın tasvir ettiği bu dünya
komünist olup sadece 3 ülkeden oluşmaktadır. Ülkeler; Amerika kıtasını
sembolize eden Okyanusya, Avrupa ve Asya’nın bir kısmını sembolize eden Avrasya(KONAMI’nin
Winning Eleven serilerinde yaptığı Europe A ve Europe B’nin birleşimi gibi
düşün) ve Uzakdoğu’yu sembolize eden Doğu Asya’dır. Şimdi kitabı bir kenara
bırakalım;
Trilateral Komisyon, 1973'te David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından
kurulmuştur. Rockefeller ailesi dünyada söz sahibi olan bir nevi ‘’baron’’ 5-6
aileden biridir, Brzezinski ise politikacı olarak bilinir, bu güruhun akıl
hocasıdır, teknik direktörüdür, Arap Baharı, El Kaide ve IŞİD gibi eserleri
vardır. Gerçek dünyaya hoş geldin kardeşim.
Trilateral Komisyon adından da anlaşılacağı üzere ‘’tri’’
yani üçayaklı bir oluşumdur, New York Borsası, Londra Borsası ve Tokyo
Borsasından oluşur. Yani dünya 3 pazara bölünmüştür; New York(Kuzey ve Güney
Amerika), Londra(Avrupa ve bir kısım Asya) ve Tokyo(Uzakdoğu). Tıpkı Orwell’ın
kitabındaki gibi değil mi?
Amerika başkanı Bush’un 1990’da açıkladığı Yeni Dünya
Düzeninin öngördüğü tek dünya devleti ne kapitalist ne de komünist olacak,
ikisinin bir sentezinden oluşan karma bir düzen düşünülüyor. Ancak Orwell’in
tasvirlerinden de anlaşılacağı üzere totaliter ve komünizm ağırlıklı bir sentez
olacak bu. Orwell bizi yıllar önce uyarmış lütfen artık görün bazı şeyleri ya,
lütfen.
Dünya kapitalizmi tanıyordu ancak komün düzeni henüz büyük
bir ülkede hiç uygulanmamıştı. Tam da bu sebeple kapitalizme bir antitez olarak
Rusya’da çarlık yıkıldı ve SSCB kuruldu. Mantık aynıydı; Kapitalizm=Tez,
Komünizm=Antitez ve Yeni Dünya Düzeni dedikleri şey ise sentez. Tam da bu
mantık temel alınarak kapitalist ABD’ye karşı suni bir düşman olarak komünist SSCB
piyasaya sürüldü. Kızıl devrim Wall Street’ten tam destek görmüştür. Peki,
tarihte Soğuk Savaş gibi bir olgu varken ABD’nin böyle bir şeye ön ayak olması
nasıl mümkün olabilir? Sizlere bu güruhun vatanı milleti yoktur demiştim öyle
değil mi?
Öncelikle Wall Street’in 20. Yüzyılı şekillendiren yegane
oluşum olduğunu ve yedikleri tüm bokları devlet arşivlerini didik didik ederek
çarşaf çarşaf ortaya seren isim Anthony Sutton’dur. ‘’Wall Street and the
Bolshevik Revolution’’ ve ‘’Wall Street and the Rise of Hitler’’ isimli
kitapları başta olmak üzere birçok önemli çalışması vardır. Harvard profesörü Richard Pipes, Sutton ve
çalışmaları hakkında şunları söylemiş mesela;
‘’Üç ciltlik Batı
Teknolojisi'nin Sovyetlere satılması hakkındaki kitabında Sutton birçok
ekonomist ve işadamına rahatsızlık verecek sonuçlara ulaşıyor. Bundan dolayı
eserleri ya "sıradışı" denerek bir kenara itiliyor ya daha sık olduğu gibi görmezden geliniyor.’’
Neyse, şimdi Sutton’ı bir kenara bırakalım zira önce
Sovyetler’e ardından da Hitler ve Nazi Almanyasına geçmemiz gerek.
Hemen başlıyorum;
Rusya’da ilk devrim(Şubat devrimi yani) 1. Dünya Savaşı
devam ederken 8 Mart 1917’de başlamıştır. Ruslar Julyen takvimi kullandığından
dolayı Mart değil de Şubat denmiştir. Olayın sebepleri kısaca Çarlık rejiminin
19. ve 20. yüzyıllarda sosyal, ekonomik ve siyasi yapısını modernleştirmeye
çalışırken otokratik bir monarşide ısrarcı olunması yani diktatörleşmesi ve
halkın çok yoksul kalması denebilir, e bir de üstüne herifler o halde Dünya
Savaşındalar, isyan çıkmaması düşünülemezdi herhalde. Tüm bunların sonunda işçiler
grev yapar, askerler çara isyan eder ve devrim yapılır. Bu ilk devrimle beraber
Çar tahttan indirilir ve geçici bir hükümet kurulur. İşte o geçici hükümet;
Bu geçici hükümetin belli bir çizgisi yoktur. Komünisti de
var içinde liberali de. Öyle karma bir topluluktur. Ekime kadar da bunlar bir
süre böyle takılırlar. Peki, asıl Bolşevikler nerelerde? Şimdi şunu belirtmekte
fayda var kendileri tüm bunlar olurken Rusya’da bile değillerdir. Başını Lenin
ve Troçki’nin çektiği tayfa olaya daha sonra dahil olacaktır. Şubat devrimiyle
uzaktan yakından alakaları olmamıştır yani.
Şimdi size ‘’Mühürlü Tren’’ diyeceğim.
Mühürlü Tren denen şey Lenin’i Petrograd’a götüren ve Ekim
devrimini gerçekleştirmesine olanak sağlayan trendir. Lenin Almanlarla bir
anlaşma yapar. Lenin’in isteği şudur; bindiği vagonun yabancı ülke statüsünde
sayılması, böylece ileride Ruslar tarafından Almanlarla işbirliği yapmakla
suçlanmayacaktı, yersen. Ancak görüldüğü üzere Lenin çatır çutur işbirliği
yapmıştır Almanlarla. Ayrıca Almanya bununla da kalmayıp bir çok kredi
imkanları sunmuştur Lenin ve ekibine.
Peki, İkinci Dünya Savaşında bunlar birbirini yememiş miydi?
Adamlar aklın ve mantığın sınırlarını zorlayarak tarihin şirazesini kaydırmakla
kalmayıp milyonlarca insanla dalga geçmişlerdir, tarihsel
paradoksunu sevdiklerim.
Neyse.
Mühürlü Tren İsviçre-Almanya-İsveç-Finlandiya üzerinden
geçerek Petrograd’a varır böylece başını Troçki ve Lenin’in çekmiş olduğu
Bolşevik ekibi Rusya’dadır artık.
Lenin’in Rusya’ya gelişi pek tabi ki olaylı olmuştur ve
gelir gelmez açıkladığı ‘’Nisan Tezleri’’ ile Bolşevikleri gazlamış ve
nihayetinde meşhur Ekim devrimini yani Kızıl Devrim’i gerçekleştirirmiştir.
Ancak devrim yapmak o kadar kolay bir iş değildir, trene atlayıp gelmekle
bitmiyor iş. Bolşevikler iktidarı ele almıştır ancak sükûnet henüz
sağlanamamıştır.
1917-1922 arasında Rusya’da iç savaş patlak verir. Çok
aykırı bir şekilde girdiğimin farkındayım şimdi topu şık bir ara pasıyla resmi
tarihe atıyorum.
Ne diyorduk? Hah iç savaş..
Rusya’daki iç savaşın tarafları Kızıl ve Beyaz ordulardır. Size lisede anlatılmış/anlatılacak
olan resmi tarihe göre Beyaz ordu Batı ve ABD güdümlü bir yapılanmadır ki bu
kısım doğru ancak iş Kızıl orduya gelince resmi tarih akıl sınırlarını zorlayan
bir hikâyeyle çıkıyor karşımıza. Resmi tarihe göre Lenin’in Kızıl Ordusu
içeride Beyaz orduyla, dışarıda da İngiltere, ABD ve Japonya ile tek başına
mücadele veriyor. Hey Maşallah ne Kızıl Orduymuş be, Cüneyt Arkın filmi mi lan
bu?
Resmi tarih pasa yazık etti ve topu dağlara taşlara attı.
Bakın şimdi bu tarihi komediye gerçekten inanan varsa şu
dakika mekanı terketsin. Kızıl Ordu da bal
gibi destek görmüştür dışarıdan. Dışarı dediğim kısım da pek tabi ki canımız
ciğerimiz Wall Street bankerleri olacak.
Peki, nasıl olacak?
Amerikan Kızılhaçı ile.
Bir sağlık ve yardım kuruluşu olan Kızılhaç bu pis işe
paravan edilecek sevgili bankerlerimiz tarafından. 1900’lerin başında Wall
Street’in kadırgalı ailesi Rockefeller -ki hala
öyleler- sürekli olarak Kızılhaç’a
bağışlarda bulunurlar. Örneğin 1910 yılında başını JP Morgan’ın çektiği bir
grup banker 2 milyon dolar bağışlamıştır. Ancak 1917’ye gelindiğinde ise işin
artık cılkı çıkıyor. JP Morgan bu tarihte Kızılhaç’a 100 milyon dolarlık bir
bağış yapmıştır ama iş burada da bitmiyor. Bunun dışında 7 diğer banker de
birleşerek 300 milyon dolarlık bir bağışta daha bulunur Kızılhaç’a.[1] Bu bağışlar
kısa zamanda sonuç veriyor zira o dönemde Kızılhaç’ın başkanı Henry P. Davison’dır,
kendisi pek tabi ki JP Morgan çalışanıdır. Bayram değil seyran değil eniştem
beni niye öptü?
Çaktınız mı şimdi davayı? Adamların derdi Kızılhaç’ı ele
geçirmek. Peki neden? Niye Kızılhaç gibi
bir örgütü ele geçirmek istesinler ki? Şimdi anlatacaklarımın ardından cevabı
vermeme gerek kalmaksızın anlayacaksınız olayı.
1917’nin yazında Amerikan Kızılhaç’ı Rusya’ya gitmeye karar
verir. Evet o dönem Rusya berbat bir durumda yoksulluk, sefillik, açlık, savaş
püüü rezillik. Bakıldığı zaman Kızılhaç’ın oraya gitmesi gayet normal
gelebilir. Ancak sırf oraya giden kadroya bakıldığında bile bazı haltların
karıştırıldığı anlaşabilir.
Zira şu tabloya[2] bir bakın Allah aşkına;
Ulan göt kadar Romanya’ya 16 tane doktor yolluyorsun koca
Rusya’ya sadece 7 tane, Rusya’ya ‘’sosyal meseleleri çözmeleri için(!)’’ 15
tane avukat ve iş adamı yolluyorsun ama Romanya’ya gelince bu adamlardan sadece
4 tanesi yeterli oluyor.
Dalga mı geçiyorsunuz lan bizimle?
Dalga mı geçiyorsunuz lan bizimle?
Rusya’ya giden Kızılhaç Ekibinin başı Raymond Robins’dir.
Kendisi iktisatçı, avukat ve yazardır. Bakın Vikipedi’de bile bu adamın
ABD-Rusya diplomatik ilişkilerini yürüttüğü yazar. Hem de insani yardım
amacıyla oraya giden Kızılhaç çatısı altında.
Aralık 1917’de Raymond Robins St. Petersburg’a gelerek
Troçki ile görüşür. St Petersburg Kızıl Devrimin yönetildiği karargah şehirdir
diyebiliriz. Robins, Troçki’ye her türlü erzak yardımının yapılacağına dair söz
verir.[3] Bakın şimdi burayı iyi okumakta fayda var, bu yardım halka değil
Kızıl Orduyadır zira halka olsaydı böyle gizli kapaklı görüşmeler olmaksızın
direkt olarak ülkenin bazı noktalarına Kızılhaç çadırları kurulur yardım
yapılırdı. Resmi tarih işte tam da bu noktada sıçmıştır zira görüldüğü üzere
Kızıl Ordu da Beyaz Ordu gibi Amerika’dan destek görmüştür. Yani burada net bir
şekilde ‘’insani yardım’’ paravan edilmiştir, asıl amaç
komünistlerle iletişime geçmektir.
Nisan 1918’de Rusya’dan ABD’ye bir telgraf çekilir[4];
İngilizcesi olanlar özellikle sarı ile vurguladığım yeri iyi
okusun, İngilizcesi olmayanlar ve televizyonlarını yeni açanlar için ise özet
geçiyorum;
Burada kısaca savaş malzemelerinin Moskova, Ural ve
Sibirya’ya gönderiliyor oluşundan ve Rusya’nın ödemeyi nakit yerine ham
maddeyle yapacağından bahsediliyor. Zaten ödeme planı ile ilgili bir
değişiklik, beklenmeyen bir durum yahut aksaklık olmasaydı bu kadar açık bir
şekilde telgraf çekilmezdi. Bir nevi bu tarz aksaklıkların yaşanması gerçeklerin ortaya çıkmasında bizlerin işine yarıyor da diyebiliriz.
Velhasıl kelam görüldüğü üzere ABD Sovyetlere erzak yardımı
da yapmıştır, mühimmat yardımı da yapmıştır cephane yardımı da yapmıştır baya
baya kendi elleriyle kurmuştur Komünizmi Rusya’da.
Şimdi size William Boyce Thompson diye bir heriften
bahsedeceğim, kendisi JP Morgan ortaklarından biridir, FED(Federal Rezerve) New
York şubesi müdürüdür. Ayrıca Kızılhaç’ın Rusya’ya gidişindeki en büyük
finansördü. İşte bu Thompson İngiltere başbakanı Lloyd George ile
görüşür.[5](YUH!) Thompson’ın amacı bellidir, İngiltere’yi komünistlere yardım
etmeye ikna etmek…
Ve başarılı da olmuştur. Ocak 1918’de İngiltere Rusya’ya 14 motor sevkiyatıyla bazı yardım malzemeleri sağlamıştır.[6] Ancak pek tabi ki Komünizm propagandası İngiltere ile sınırlı kalmaz. Şubat 1918’de JP Morgan Thompson’a 1 milyon dolar para gönderip bunu Amerika ve Almanya’da komünizm propagandası yapmak için kullanmasını söyler.[7]
Şimdi evvela şunu belirtmekte fayda var ki Wall Street bankerlerinin hiçbiri komünist falan değil. Kimsede öyle bir algı oluşmasın. Bankerlerimizin amacı Bolşeviklerle ticaret yapmak, Rus pazarına hakim olmak ve Çar döneminden gelen hazineyi soyup Rus altın madenlerine çökmektir. Ne kadar pis bir tezgâh değil mi? Zaten bazı aklı başında Ruslar da bu durumun farkına varıp tepki göstermiştir.
Kimdir onlar?
Anarşistler, Yeşil Ordu.
Yeşil Ordu Anarşistlerden oluşan 700.000 kişilik bir
ordudur. Tarih kitaplarında pek geçmez isimleri, geçse de ‘’anarşiklerdi işte
yeaa düzeni kabul etmediler’’ gibi uyduruk açıklamalarla geçiştirilir. Ancak
olay çok farklıdır. Yeşil Ordu önceleri Kızıl Orduyla aynı safta Beyaz Orduya
karşı savaşır ancak daha sonrasında Kızılhaç tezgâhını fark edip Wall Street bankerlerinin ortada fink atmasından ve Amerikalıların Lenin ve Troçki’yle içli
dışlı olmasından rahatsız olarak rest çekerler Kızıl Orduya. Ancak bu Yeşil
Ordunun karşısında adeta bir dünya vardır, bir başlarına tüm düşmanlarla
savaşarak tarih sahnesinden silinirler.
Bu olay üzerine Robins ve diğer Wall Street bankerleri
Amerikan hükümetine Kızıl Ordunun çok güçlü olduğunu ve artık Sovyetlerin
resmen tanınması gerektiğini bildirirler ve bu yöndeki baskılarını arttırırlar zira
SSCB resmen tanınırsa daha rahat ticaret yapabileceklerdi.
Her krizden bir fırsat çıkarmayı başarıyorlar.
Bakın şu hayatta asla etiketlere taam etmemek gerekir. Ceza
sahasında yapılacak 9 kusurlu hareketin başında herhalde bu gelir. Zira gerek
medya olsun gerek ders kitapları olsun toplumun ‘’doğru’’ kabul ettiği normlar
sizleri yanlış yönlendirebilir. Olaylara biraz olsun televizyon ekranının
dışından kitap sayfalarının üzerinden bakmak gerek çünkü tarih denen şeyi de
son derece göreceli olan insan algısı ortaya koyuyor. Kabul ettiğiniz
doğruları, hayat algınızı ve duygularınızı bu ‘’göreceli algıya’’ göre
ayarlarsanız işiniz yaş ahali. Mesela Orhan Pamuk kendi içinden çıktığı toplumu
aşağılayarak ve kendi milletine iftira atarak yani işin özü itibariyle
karaktersiz bir duruş sergileyerek ‘’Nobel’’ ödülü aldı şimdi ‘’Nobel ödülü’’
apoletine biat edip kendisinin argümanlarını doğru mu kabul edeceğiz?
Bu tarih Tesla’nın hakkını yerken Thomas Edison'u ödüle boğmadı mı? Bunları mı doğru kabul edeceğiz? Tek taraflı beslenmek herhalde araştırırken yapılabilecek en büyük hatadır.
Bu tarih Tesla’nın hakkını yerken Thomas Edison'u ödüle boğmadı mı? Bunları mı doğru kabul edeceğiz? Tek taraflı beslenmek herhalde araştırırken yapılabilecek en büyük hatadır.
Konudan daha fazla sapmadan son bir şey daha
söyleyeyim 1917 yılında Nobel Barış Ödülü sizce kime verilmiş ola ki?
Kızılhaç’a.
Hala gerçekleri tarihin yazdığını mı düşünüyorsun?
Velhasıl kelam Kızılhaç bir paravandı. Adamlar ‘’insani
yardım’’ ayağına gidip orada yeni bir devlet kurdu. Wall Street
bankerleri Kızılhaç’ı kullanarak girdikleri Rusya’yı hem maddi hem de manevi
olarak sömürdü.
Biraz işin yönünü değiştirelim istiyorum şu ana kadar sadece
Amerikalıların Rusya’daki faaliyetlerine göz gezdirdik biraz da Rusların
Amerika’da yemiş olduğu haltlara odaklanacağız şimdi.
Ocak 1919’da Ruslar ABD’ye elçi atar. Ancak bizim elçide bir tuhaflık var. Normalde tüm elçi ve türevleri politik şahsiyetler Washington
DC’de ikamet ederken. Bizim Rus elçinin mekânı neresi olsa beğenirsiniz?
New York - Wall Street…
Haa şunu da belirtmemde fayda var Sovyetler ABD’ye elçi
atıyor ancak pek tabii ki bu elçiliğin bir resmiyeti yok zira ABD’nin SSCB’yi
bir devlet olarak resmen tanıması 1933 yılına tekabül ediyor. Bu sebeple biz
buna bir elçilikten ziyade ‘’Sovyet Bürosu’’ gözüyle bakabiliriz. Gerçi
‘’elçilik’’ ‘’Sovyet bürosu’’ gibi isimlerden ziyade baya baya bir ticarethane
olmuştur bu mekân zira şu tabloya bir bakın Allah aşkına[8];
Şimdi sorarım size bu nasıl devrimcilik lan? Bu nasıl
anti-emperyalist duruş olum? Ne ayaksınız lan siz? Bu mu lan Bolşeviklik?
Amerika’ya satmışsınız ülkeyi!
Şimdi Komünist manifestoyu ezbere bilen arkadaşlara bir
sorum olacak. Siz Komünist manifestoda Morgan’a, Rockefeller’a Rothschild'lere
ve tüm emperyal bankerlere ve sömürüye meydan okuyordunuz, Bolşevikleriniz ne
yapmış la öyle? Hani sömürüye karşıydınız? Hani özgürlük hani eşitlik hani
marjinal bizdik ulan?
Şimdi komünist arkadaşlar, işin dalgasını bir kenara
bırakıyorum. İnsanın inandığı değerlerden şüphe duyması kötü bir olay olmakla
beraber hazmı zor bir durumdur ancak insan bilmediği, emin olmadığı şeyler
hakkında hemen hüküm vermemelidir, hiçbir şeyi körü körüne savunmamalı. Size o
sendikalarda ‘’yoldaşlarınız’’ tarafından Marx’ın romantik hikâyeleri
anlatılıyor olsa bile gerçek aha da budur. Komünizm büyük bir aldatmacadır
sadece 20. yy’ın değil belki de tüm zamanların en büyük tezgâhıdır, sahnelenen
en inandırıcı oyundur. Tabi bu kimseyi masum yapmaz unutmayın altın kural;
‘’bilmediğiniz, emin olmadığınız şeyler hakkında hemen hüküm vermeyin.’’
‘’ Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak,
göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.’’[9]
Şimdi altınlardan bahsedeceğim size, imparatorluğun
altınları, Çar’ın altınları yani. Eee Wall Street bankerlerinin Sovyetlere
hâlihazırda yapmış olduğu yardımı baba oğluna yapmaz, şimdi geri
ödeme vakti. Ancak bir sorun var. Sizce ABD’nin Rus altını alması mümkün mü?
Adamı tefe korlar tefe, hey yavrum heey. İşte tam da bu sebepten dolayı
1920’lerin başında Rusya; İsveç ve Norveç’e altın ihracına başlar. Altınlar buradan
Hollanda, Almanya ve ABD’ye gidecektir.[10]
Ağustos 1920’de bir miktar Rus altını Norveç’teki Den Norske
Handelsbank’e 3000 ton kömürün karşılığı olarak gönderilir. Bu altınlar daha sonra ise Norges Bank’a
sevkedilir. Altınlar incelenir, ölçülür, biçilir, tartılır ve 1914 öncesinde
işlenmiş saf Çarlık üretimi olduğuna hükmedilir.[11] Daha sonra The Robert Dollar Company bu altın külçelerini
Stockholm’deki hesabına alır ve altınlara 39 milyon İsveç kronası değer biçilir.
Bu arada Robert Dollar adlı şahıs American International Company(AIC) yöneticilerinden biridir.[12]
Rus
altınları İsveç’te eritilir ve üzerine de İsveç damgası basılıp piyasaya
sürülür. Artık altınlar Rus değil İsveç altınıdır ve ABD’ye girişinde hiçbir
sorun kalmamıştır. Görüyor musunuz tezgahı? Şerefsizlik de bir yere kadar be
kardeşim, yaptıklarını açıklayacak kelime bulamıyorum anasını satayım. Yani
buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir Bolşevikler Çarlık altınlarını har vurup
harman savurmuştur bir başka deyişle hazineyi soymuş/soydurmuştur.
Şimdi
biraz toparlayalım;
Wall
Street bankerleri neden SSCB’ye ön ayak oldu amaç neydi?
- Çar’ın hazinesini soymak
- Çar’ın hazinesini soymak
- Tek dünya devletine giderken
kapitalizme uygulamalı bir antitez sunmak
- Ticaret(yeni kurulmuş bir devletin
ihtiyaçları, savaş ortamındaki silah ve mühimmat ticareti vs.)
- Dünyayı iki kutba ayırmak. Zira
iki kutup olursa savaş olur, savaş demek silah demek, silah ticareti demek,
para demek. Savaştan sonra devletler yeniden yapılanacak krediler çekecekler bu
da daha fazla para demek, yıkılan yapılar yenilenecek ve bankerlerimiz yine
parayı kıracak. Daha fazla paraya ve daha fazla güce sahip olacaklar.
Sizlere defalarca söylediğim gibi
bu adamların kapitalizm ve ya komünizm gibi uyduruk davaları olamaz tek
istedikleri güç ve daha fazla güçtür. Bu uğurda ne vatan ne millet ne ahlak ne
etik tanırlar. Tanımadıklarını da görüyoruz zaten.
1922’de iç savaş sona erer ve
Sovyetler yani SSCB kurulur. SSCB devlet politikası gereği en büyük önemi
sanayileşmeye vermiştir aynı şekilde ne gariptir ki Hitler ve Nazi
Almanya’sının da programı sanayileşme üzerine olmuştur. Aslında tek başına bu
bile çok şey anlatıyor ama anlayana tabi. Zira bakıldığı zaman sanayileşmek
büyük bir atılımdır ve pek tabii ki sermaye gerektirir. Bu sermayeyi de Wall
Street bankerleri sağlamıştır çünkü kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.
Neyse, ne diyorduk? Hah SSCB
kurulur ve JP Morgan hemen olay mahalline damlar. Moskova’daki ilk Amerikan bankası tam da SSCB’nin
kurulduğu tarihte Morgan tarafından açılır.[13] Morgan’ın bankasından hemen sonra
da ardılı irili ufaklı birçok şirket, kurum ve kuruluş peyda olur ve çatır
çutur ticaret yaparlar Sovyetlerle. Yani öyle anlatıldığı gibi bir ambargo
falan yoktur, o da hikâye. Bir kez daha aldatıldınız.
Yüzleşin!
Öğrendiklerinizi hazmetmeniz için
bir dakikanız var.
Süreniz doldu devam ediyoruz;
Şimdi zaten halihazırda çirkin
olan durum biraz daha çirkinleşecek. İki kutuplu dünya, soğuk savaş, komünizm
gibi kavramlar tamamen sunidir içi boştur zira Komünizmi Rusya’da direkt olarak
ABD kendi elleriyle kurmuştur. Yeni kurulan bu devlete de pek tabii ki mühimmat
lazımdır, top lazımdır, tüfek lazımdır, tank lazımdır… Bu noktada da yine devreye
pek tabii ki canımız ciğerimiz Wall Street bankerleri girecektir.
Sovyetler, döneminin en büyük
traktör üreticisidir. İşte size Stalingraad Traktör Fabrikasında(adı daha sonra
Volvograad oldu) üretilmiş olan bir traktör;
Böyle bir traktör pek tabi ki
tanka da çevrilebilir ayrıca böyle bir traktörü üretebilen fabrika en alasından
askeri materyalleri de üretebilir. Zira Renault bunu dünya savaşlarında yaptı,
Ford da yaptı. Hatta şöyle söyleyeyim bugün Ford diye bir marka varsa bunu ABD
ordusuna üretmiş olduğu tanklara borçludur.
Anthony Sutton ‘’Amerikan
Teknolojisinin Sovyetlere Satılması’’ adlı eserinde tüm olayı açıklamıştır
isteyenler kitabı okuyarak bu bilgilere ulaşabilirler ben sadece konu mankeni
olarak Stalingraad(Volvograad) fabrikasını ele alacağım.
Stalingraad fabrikası 1930’da
kurulmuştur ve Avrupa’nın en büyük traktör fabrikasıdır. Kuruluşuna ön ayak
olan şirket ise Albert Kahn Inc. isimli Amerikan şirketidir. Biraz Albert
Kahn’dan bahsedelim istiyorum. Kendisi Amerikan bir mimardır. Ancak tasarladığı
yapılar ve çalıştığı firmalara bi’ göz atalım isterseniz;
- Dexter
M. Ferry summer residence, 1890 (remodeling of an early 19th
century stone farmhouse), Unadilla, New York (known as Milfer
Farm, held by Ferry heirs today; Kahn also designed the "Honeymoon
Cottage" on the estate, one of the earliest prefabricated houses
built)
- William Livingstone House, 1892–93
(one of Kahn's first known designs; demolished, 2007)
- Hiram Walker offices, 1892, Windsor, Ontario
- Bernard Ginsburg House, 1898
- Edward DeMille Campbell House, 1899, Ann Arbor, Michigan
- Detroit Racquet Club, 1902 (Kahn designed the
building, and the Vinton Company, whose offices were just down Woodbridge
Street from the club, was awarded the general contract for erecting the
facilities)
- Packard Automotive Plant, 1903
(Kahn's tenth factory built for Packard, but first concrete one)
- Palms Apartments, 1903
- Temple Beth-El, 1903 (Kahn's home synagogue,
now the Bonstelle Theatre of Wayne State University)
- Belle Isle Aquarium and Conservatory, 1904
- Brandeis-Millard House, 1904, Gold Coast Historic
District, Midtown Omaha,
Nebraska
- Addison Hotel, 1905
- Albert Kahn House, 1906 (his personal
residence)
- George N. Pierce Plant, 1906, Buffalo, New York
- Willistead Manor, 1906, Windsor, Ontario
- Battle Creek Post Office, 1907, Battle Creek, Michigan (building
featuring the concrete construction method used in Kahn's Packard plant)
- Belle Isle Casino, 1907
- Cranbrook House, 1907, Cranbrook Educational Community, Bloomfield Hills, Michigan
- Highland Park Ford Plant, 1908, Highland Park, Michigan
- Edwin S. George Building, 1908
- Kaufman Footwear Building, 1908, Kitchener, Ontario (renovated into
lofts in the early 2000s)
- Mahoning National Bank, 1909, Youngstown, Ohio
- Frederick Stearns Building addition,
c. 1910
- Packard Motor Corporation
Building, 1910–11, Philadelphia
- Merganthaler Linotype Company Buildings, 1910s-1920s, Brooklyn, New
York City
- National Theatre, 1911
- Bates Mill Building Number 5, 1914, Lewiston,
Maine
- Kales
Building, 1914
- Liggett School-Eastern Campus, 1914
(Detroit Waldorf School since 1964)
- Detroit Athletic Club, 1915
- Garden Court
Apartments, 1915
- Vinton
Building, 1916
- Russell Industrial Center, 1916
- Omaha Ford Motor Company
Assembly Plant, 1916, North Omaha, Nebraska
- The Detroit News Building, 1917
- Ford Motor Company New York Headquarters, 1917, New
York City
- Ford River Rouge Complex,
1917–28, Dearborn, Michigan
- Multiple buildings and Aircraft Maintenance Hangars
(Bldg 777&781), 1917–19, Langley
Field, Hampton, Virginia
- Motor Wheel Factory, 1918, Lansing, Michigan (currently being
renovated into residential lofts)
- General
Motors Building, 1919 (former GM world headquarters and second largest
office building in the world at that time)
- Fisher Body Plant 21,
1921
- First
Congregational Church addition, 1921
- Phoenix Mill, 1921, Plymouth, Michigan
- First National Building, 1922
- Former Detroit Police Headquarters, 1923
- Temple Beth El, 1923 (a
new building to replace the 1903 temple, currently
occupied by The Community Church of Christ)
- Walker Power Plant, 1923, Windsor, Ontario
- The Flint Journal Building, 1924, Flint,
Michigan
- Olde Building, 1924
- Ford Motor Company Lamp Factory,
1921–25, Flat Rock, Michigan
- Detroit Free Press Building, 1925
- 1001 Covington
Apartments, 1925
- Blake Building, 1926, Jackson, Michigan
- Ford Hangar, 1926, Lansing Municipal Airport, Lansing, Illinois
- Packard Motor Car
Showroom and Storage Facility, c. 1926, Buffalo, New York
- Packard Proving Grounds, 1926, Shelby Charter Township,
Michigan
- Packard Showroom, 1926, New York City
- S. S. Kresge World
Headquarters, 1927
- Edsel and Eleanor Ford House,
1927, Grosse Pointe Shores, Michigan
- Fisher
Building, 1927
- Argonaut Building 1928 (General Motors
laboratory, now owned by the College for Creative Studies)
- Brooklyn Printing Plant (New York Times), 1929,
Brooklyn, New York City
- Detroit Times Building, 1929 (demolished,
1978)[15]
- Griswold Building, 1929
- Packard Service Building, 1929, New York City
- Ford Motor Company Assembly
Plant, 1930, Richmond, California
- New Center Building, 1930 (adjacent to the
Fisher Building)
- The Dearborn Inn, 1931, Dearborn, Michigan
(world's first airport hotel)
- Former Congregation Shaarey Zedek Building,
1932
- Ford Rotunda, 1934, Dearborn, Michigan (designed
for Chicago World's Fair; burned, 1963)
- Burroughs Adding Machine Plant, 1938, Plymouth,
Michigan
- Dodge Truck Plant, 1938, Warren, Michigan
- Detroit Arsenal Tank Plant, 1941,
Warren, Michigan
- Willow Run Bomber Plant, 1941 (used by Ford
for bombers during the war, then by Kaiser for cars, then by GM for
transmissions)
- Hangars A and B (later renumbered 110 and 111),
1943, NAS Barbers Point, Kapolei,
Hawaii
- Upjohn Tower, Kalamazoo, Michigan (designed for the Upjohn Company; demolished after Pfizer buyout, 2005)
Hey maşallah!
Gördüğünüz üzere Ford’lar,
General Motor’lar fink atıyor.
Bakın bu bilgilere Vikipedi’den
bile ulaşabiliyorsunuz. Komedi gerçekten komedi, ayakta uyutmuşlar dünyayı,
insanlığı. Ulan sen düşünebiliyor musun bir İsrail’in Filistin devletine
traktör fabrikası açabileceğini yahut Kurtuluş savaşı yıllarında Yunanistan’ın
Türkiye’ye böyle bir kıyak geçebileceğini? Aklın almadı değil mi? İşte bu
olayın da az önce verdiğim örneklerden hiçbir farkı yoktur. İnsanları bir kez
daha ayakta uyutmuşlardır. Bakın aşağıda bu fabrikadan çıkmış olan T-34 model
bir tank göreceksiniz.
Sovyetler bu tankları İkinci
Dünya Savaşında kullandılar. Kime karşı kullandılar? Lenin’i trene bindirip
Petrograad’a yollayan Almanya’ya karşı kullandılar. WW2 sonrası ABD'ye diklendirler. Vietnam’da, Kore’de ABD ile
sidik yarışına girdiler milyonlarca insan öldü. Hem de boşu boşuna öldüler, ya
artlarında bıraktıkları? Milyonlarca çocuk yetim kaldı, bir hiç uğruna!
Sıfatına sıçtığımın bankerleri güç ve para peşinde koşarken dünyada bunlar oldu
işte. Bunları kurgulayanların da alet olanların da tüm bu saçma sapan fikir
akımlarını savunmaya çalışanların da Allah belasını versin, bu kadar net
konuşuyorum.
Buna hakkınız yok!
Velhasıl kelam Wall Street çetesi
yoğun çabaların ardından Komünist bir devlet kurmuştu ve bu ülke ileride pek
tabi ki kapitalist Amerika’ya düşman olacaktı, bunu öngörmek için müneccim
olmaya gerek yok, zaten kendileri de haberdardı durumda kaldı ki amaç da buydu.
Zira ileride bir Komünizm-Kapitalizm savaşı çıkacaktı. O halde bu ülkenin
gelişmesi, silahlanması ve iyice palazlanması gerekiyordu zira savaş demek para
demekti ve tüm dünya bu tiyatroyu izledi yıllarca.
Bakın ben size sadece tanklardan
bahsettim, o da sadece bir fabrika anasını satayım, onlarca fabrika var,
donanma var, filo var, top var, tüfek var, kimyasal var, her türlü askeri
sanayi yine pek muhterem Wall Street bankerleri tarafından sağlanmıştır
‘’anti-emperyalist, devrimci’’ kardeşlerimize.[14]
Kaldı ki ortada anti-emperyalizm
falan da yoktur. Bakın şimdi sizlere İkinci Dünya Savaşından bir
Sovyet posteri göstereceğim;
Bu çok meşhur bir resimdir ve
meali ‘’Ya Kapitale ölüm ya da Kapital’in topukları altında ölüm’’dür. E ama
şimdi adama sorarlar Kapitalizme karşı savaşmayıp, Kapitalist ve emperyalist
olan İngiltere ve ABD’ye karşı savaşan Almanya ve Japonya'ya karşı savaş Alaska’yı
neredeyse bedavaya Amerika’ya ver ve sonra da ‘’biz emperyalistlerle
savaşiyürük’’ edebiyatı yap. Bu nasıl anti-emperyalist duruş?
Hadi oradan!
Hadi oradan!
Şimdi Wall Street çetesinin
taktiğini özetleyecek olursak orta sahayı kalabalıklaştırmak yerine direkt
hücum odaklı oynamışlardır. Şöyle ki; önce Sovyetlere kredi
verirler, sonra Sovyetler aldıkları bu borç para ile yine bankerlerimizin
şirketlerinden askeri mühimmat ve teknoloji satın alırlar. Amerikalı bankerler
ise hem sattıkları mühimmat ve teknolojiden hem de vermiş oldukları krediden
parayı kırmıştır. That's the business.
Artık bazı şeyler yerine
oturmuştur umarım. Gördünüz mü Wall Street neden Komünizmi kurdurmuş Rusya’da?
Gördünüz mü bankerlerin tezgahını, gördünüz mü komünizmin nasıl
bir aldatmaca olduğunu? Gördünüz mü ulan savunmaya kalktığınız uyduruk
ideolojinizi? Adamlar hem emperyalizmin kölesi olmuşlar hem de anti-emperyalist
geçiniyorlar.
Neyse tamam sakinim.
Aslında düzen mi dersin mantık mı
dersin her zaman aynıdır. Bu Lenin olur, Stalin olur, Mao olur Hitler olur hiç farketmez. Bunların ortaya attıkları ideolojiler –ki temelde aynı kibrin
göstergesidir- insanlar olmadan varlığını sürdüremez ve yine ne gariptir ki
günümüz insanları da bu gibi ideolojilere bağlı olmadan ‘’birey’’ olamayacağını
düşünmektedirler. Aslında burada derin bir paradoks yatmaktadır. Zira Marx
dahil olmak üzere Lenin, Stalin ve Troçki –ille de Rusya da şart değil Hitler,
Mussolini… bireye önem veren görüşler atmamışlardır ortaya, zira bakıldığı
zaman Komünizmin kendisi de toplum adına bireyin kolayca feda edilebileceğini
öngörür. Lenin insanları ‘’kapitalist
alışkanlıkları’’ terk ettirerek evrimleştirmeye çalışmıştır. Marx da aynı şeyi
amaçlamıştır. –zaten Lenin Marxı en iyi anlayan kişiydi herhalde- Şöyle ki
Marx’a göre ‘’sosyalist/komünist devlet’’ olması gereken bir şeydir, farzdır
insanlar baskıcı bir komün düzeniyle terbiye edilecek bir süre sonra da devlete
ihtiyaç kalmadan insanlar evrimleşmiş olacak yada durun en öz haliyle
söyleyeyim; robotlaşacaktır. Marx da Lenin de insanları kendi elleriyle
şekillendirme üzerine uğraşmışlardır ve Marxist Leninist düşünceye göre
komünizmi reddeden insanlar kapitalist aşağılıklardır buna bir örnek de Kızıl Ordu’da
geri çekilen askerlerin ölümle cezalandırılması olabilir. Peki şimdi sorarım
size; Saf Ari ırkının dünyaya egemen olması gerektiğini düşünen ve bu uğurda
‘’yeni nizamı’’ kuran Hitler’den ne farkı var bu düşüncenin? İkisi de insanlar
üzerinde kontrol sahibi olmak istiyor mu? Evet. Hitler kendisi gibi olmayanı
öldürüyordu ve faşistti –ki bu doğrudur, Hitler gerçekten faşisttir- e aynı
şeyi yapan Lenin faşist değil mi? Bu nasıl sakat bir düşüncedir yahu! Hitler’in
faşizmi ırkçılığa bakıyordu, Lenin’in faşizmi ise ideolojiye. Bunlar aynı şey
değil mi? Sadece yönleri farklı, matematikteki mutlak değer parantezine alsan aynı şey
olarak çıkacaktır dışarı. Hitler faşist, sosyalistler faşizme karşı, he oldu
paşam.
Peki SSCB denen el bebek gül
bebek kurulan ve ABD tarafından kuş sütüyle beslenen bu devletin
ABD’ye(bankerlere ve dünya üzerinde hakimiyet hedefleyen güruha yani) başka ne
gibi yararları olmuştur? Yazının buraya kadar olan kısmında söylediklerimizi
toparlayacak olursak;
SSCB sayesinde;
- İleride doğacak olan yeni dünya
düzeni için kapitalizme bir antitez sunuldu.
- Komünizm ilk defa büyük bir
devlette denendi.
- Rönesans ve reform sonrası
Katolik kıta Avrupa’sı sekülerleşmişti, Ortodokslar da SSCB ile aradan
çıkarılmış oldu.
- Ortadoğu’daki Müslümanlar ‘’Allahsız
Gomünüstlere’’ karşı ABD’nin tarafına geçmiş ve Arap ülkelerinde kukla
diktatörler ve terörün temelleri atılmıştır. El Kaide’yi Brzezinski kurmuştu
hatırlarsanız. Hedef düşman olarak ‘’kâfir
komünistler’’ gösterilmişti. Dünya Komünizmin hemen ardından ‘’İslami terör’’
diye yeni bir düşmanla tanışmıştır. Bakın taktik hep aynıdır, kitleye göre bir
‘’kutsal dava’’ atılır ortaya, her türlü desteklenir ve ardından düşman ilan
edilir, tukaka edilir. Çıkan savaş ve çatışmalardan elde edilen paralar da cabası.
Neyse, asıl bombayı sona
sakladım. NATO kuruldu lan NATO!
NATO nedir? Hatırlayın tarih
bilgilerinizi. Komünizm tehdidi altındaki dünyayı(!) bu tehditlerden
korumak(??) amaçlı kurulan askeri oluşum. Peki şimdi sorarım size dünyada
komünizm kaldı mı? E neden hala NATO var lan?
NATO, kurulacak olan ‘’tek dünya
devletinin’’ ordusudur. İşte bu yüzden dağıtılmadı o oluşum ve sen Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı, senin devletin de üye NATO’ya, yani öyle ‘’bana ne Goralılar düşünsün’’ diye kestirip atamazsın.
Sempati duyduğunuz şeylere dikkat
edin. Ayakta uyutuluyorsun evladım. Bir de Türkiye’deki SSCB sevdalılarının bir
argümanı daha var ki ona da değinmeden Hitler’e geçmek istemiyorum. ‘’Lenin
Kurtuluş savaşında bize silah yardımı yapmıştı yeaa’’
Şimdi bu olayın aslı da şudur;
Evet Rusya’dan gelen silahlar var ancak Lenin’in ‘’Türkler zor durumda ya emperyalistlerle savaşıyorlar şunlara bi’ destek çıkalım hacı’’ gibi bir düşüncesi olmamıştır.
Çarlık yıkıldıktan sonra oluşan
boşlukta kurulan –ki daha sonra SSCB tarafından işgal edilecek- Buhara
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca Kurtuluş Savaşı için Türkiye’ye 80 milyon
ruble altın para yollamak ister. Para Emir Timur zamanından kalan hazineden
çıkmıştır. Bunu o dönem İran’dan yollaması imkansızdır, bu yüzden Rusya
üzerinden gönderecektir. Lenin bu paranın 60 milyonuna yol ücreti
olarak(transit ticaret) el koyar. 10 milyonunu
Ankara’ya gönderir, geriye kalan 10 milyonunu silah olarak gönderir kaldı ki bu
silahlar da zaten eski, bozuk, çürük çarık tüfeklerdir.[15] Osman Hoca İran’dan
gönderse daha az vurgun yerdik herhalde. Gördünüz mü SSCB’den gelen
yardım efsanesini?
Artık Sovyet Rusya ve Komünizm
defterini burada kapatıyorum. Yazının sonlarına doğru ismini baya bi’ zikrettiğimiz
Hitler’den bahsetmenin vakti geldi.
Bavulları toplayın, Nazi
Almanya’sına gidiyoruz.
Başlık at evladım tam ortaya;
Hitler
Şimdi evvela şunu belirtmekte
fayda var ki Hitler öyle rastgele seçilmiş bir adam değildi hele diktatör oluşu
ve ikinci dünya savaşını başlatışı hiç tesadüf değildi. 1919 yılında
Versailles(Versay) Barış(!) konferansında bir araya gelen birinci dünya
savaşının galip devletleri Almanya’yı ödenmesi mümkün olmayan tazminatlara
mahkum etmiştir. Tabi bu karar doğal olarak Almanya’yı büyük bir ekonomik
külfet altında bırakmakla kalmayıp çöküşe sürüklemiştir. Zaten amaç da buydu
artık Hitler’in kurtarıcı olarak piyasaya sürülmesi için zemin müsaitti.
Hitler’in başa gelişi ve
uyguladığı politikaların Siyonizm ile ilişkisini ve amaçlarını ‘’Dünya
Savaşları Milliyetçilik ve İsrail’’ başlıklı yazımda açıklamıştım. Topu tekrar
oralarda dolandırarak yazıyı uzatmaya lüzum görmüyorum. Bu sefer Hitler ve Wall
Street desteğinin detaylı analizini yapacağız.
Bu notun ardından size Charles
Dawes diye bir heriften bahsedeceğim. Kendisi Amerikalı politikacı ve maliyeci
olup, 30. Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı, 1. Yönetim ve Bütçe
Ofis Müdürü, 10. Hazine Denetçisi, 1929–1931 ABD Birleşik Krallık Büyükelçisi
olarak görev yapmış[16] ve kariyerinin son yıllarında Real Madrid’de forma
giymiştir. Geyik bir yana CV’si son derece parlak olan bu abimizin hikayemizdeki
rolü Allied Committee of Experts’in başkanı oluşu[17] olacak.
Bu arada 1924 yılındaki Nobel
barış ödülü Chrales Dawes’e verilmiştir.
Hayat işte.
Devam edelim, Almanya’nın yıllık
132 milyar Mark değerinde altın ödemesi kararlaştırılır. E haliyle Almanya’nın
bu rakamı ödemesi mümkün değildi. Zira 132 milyar Mark Almanya’nın 1921’deki
ihracat payının 1/4'ine tekabül ediyordu.
Bunun üzerine arkasına Belçika’yı
alan Fransa Ruhr’a girer. Yıl 1923 Ruhr işgal altındadır. Hemen ardından başını
JP Morgan’ın çektiği bankerlerden oluşan Allied Committee of Experts 1924’te
Dawes Planı isimli bir planın hayata geçirilmesine karar verir.[18] Dawes planı
Almanya’nın Versay’da ödemek zorunda kaldığı borçları ödemesi için bir dizi
kolaylığı(!) içerir.
Şimdi tarihi biraz ileri alalım,
yıl 1929, artık Allied Committee of Experts’in başkanı Owen Young olur. Hemen
Young’ı tanıyalım biraz. Kendisi eh pek tabi ki Morgan’ın desteklediği bir
adaydı, Amerikan sanayici, iş adamı, avukat ve diplomattır. Ayrıca buraya
dikkat 1922-1940 arasında General Electric’in başkanlığını da yapmıştır.[19]
Velhasıl kelam Young da tıpkı Dawes gibi son derece kariyerli bir abimizdir.
1929’da Dawes planının devamı
olarak Young Planı uygulamaya konur. Young planı Dawes planının ardılıdır. Her
ikisinin de amacı ve sonuçları aynı olmuştur.
Nedir bunlar;
Bu ödeme planları sayesinde
Hitler piyasaya sürülecek, başa geçirilecek ve halka kabul ettirilecekti ayrıca
yine bu sayede bono ve tahvilleri elinde bulunduracak olan Alman kartelleri de
oluşacaktı. E yani Hitler de kendi ülkesini sömürüye açmış olacaktı. Tıpkı
Lenin gibi.
1924-1931 yıllarında Dawes ve Young planları
çerçevesinde Almanya 86 milyar Mark ödemiştir ancak yine ne tuhaftır ki öte
yandan da Wall Street bankerlerine 138 milyar Mark borçlanmıştır.
Heh hayat ne garip değil mi?
Vapurlar falan.
Şimdi biraz toparlayalım;
- Hitler’i Wall Street başa
geçirdi, tıpkı Lenin gibi.
- Hiter buna karşılık olarak
ülkesini sömürüye açtı, tıpkı Lenin gibi
- Hitler kısa zamanda ülkesini
düzlüğe(??!!) çıkardı bir yandan da Wall Street bankerlerine borçlanarak tabi,
yine tıpkı Lenin gibi.
Lenin ve Hitler arasında ne kadar
çok benzerlik varmış öyle değil mi? Peki sizce ben böyle tesadüfi(!)
benzerlikleri sıralayarak altını boş mu bırakacağım?
Gelin benimle.
Yer Viyana, sene 1909 Hitler ve
Lenin bir otel odasında satranç oynuyor;
Bakın bu hayatta hiçbir şey
tesadüf değil. Ayrıca gerek Hitler olsun gerekse de Lenin Wall Street
bankerlerinin çevirdiği haltlardan haberdar olamayacak kadar aptal insanlar
değillerdi. Gayet de bu işin içinde bilerek, isteyerek, kasten ve kendi iradeleriyle
yer aldılar. Lenin’i savunan komünistler de Hitler’e sempati duyan embesiller
de durumu iyice anlasın ve lütfen de kıvırmaya çalışmasın. Lafa gelince vicdanı
en önemli ölçü kabul edersiniz. Şimdi de lütfen vicdanınıza kulak verin.
Kimseyi ama kimseyi, hiçbir insanoğlunu körü körüne savunmayın ve unutmayın ki
sizin onlara değil onların size ihtiyacı var zira arkana halk desteğini almadan
devrim yapamazsın ancak sen, evet sen, bu tip insanlara yahut herhangi bir
gruba ya da kalıp bir düşünce akımına mensup olmadan da gayet yaşamını devam
ettirebilirsin. Şu an burada sonu ‘’–izm’’ ile biten tüm putlara lanet
okuyabilirim ancak ille de bir ‘’-izm’’in olacaksa eğer bu realizm olsun, rasyonalizm olsun her
daim gerçeği ve doğruyu savunursun, duruşun belli olur hiç değilse.
Neyse fazla kaynattık hemen
kaldığımız yerden devam edelim;
Georgetown Üniversitesi profesörü
Dr. Carrol Quigley(CFR ile ilişkileri sağlam bir dayıdır kendisi) Almanya’daki
tüm bu faaliyetleri şöyle yorumlamış;
‘’Bu düzen bankerler tarafından
kuruldu, Almanya’ya sürekli borç ve kredi imkanları sundular, Almanya bu
bankerler için fazlasıyla karlıydı.’’[20]
Meali; Almanya yolunacak bir
kazdır.
Haa bu arada malum komitenin
Alman tarafı(gelin tarafı) da hayli ilginç, hatta ne
ilginci bildiğin yıldızlar topluluğu, Los Galacticos;
- H. Schacht; Reichsbank(Almanya
merkez bankası) başkanı.
- A. Voegler; Stahlwerke
Vereinigle isimli Alman çelik kartelinin sahibi. [21]
Öte yandan Hitler’in en büyük
finansörleri ise yine H.Schacht ile Fritz Thyssen’dir. F.Thyssen Alman
sanayicidir, çok büyük bir çelik şirketi vardır. Zaten Almanya’nın –Nazi
Almanyası yani- olayı çelik ve kimyasala dayanır. Neyse geleceğiz oralara ama
önce sözü F.Tyhssen’e verelim;
‘’Almanya’nın çöküşünü önlemek
adına Young planına karşı direnmeyi bırakmaya ikna olur olmaz Nasyonal Sosyalist
Partisine katıldım’’
F.Thyssen 1933 [22]
Şimdi nasıl bir küfür etsem
bilemedim. Ulan Dawes-Young planlarıyla senin ülkenin içinden geçildi bu nasıl
‘’Almanya’nın çöküşünü önlemek’’? Kaldı ki hala Almanya dünyada en çok dış
borca sahip 3. ülkedir. [23]
Allah rızası için şu tabloya bir
bakın;
Görüldüğü üzere en çok borca
sahip ülkeler; ABD, Britanya ve Almanya’dır. Meraklısına hemen söyleyeyim
Türkiye 26. sırada. Dünyada borcu olmayan ülke ise hemen hemen yok gibidir,
işte Brunei, Lihtenştayn, Faroe Adaları,
Virjinya gibi saçma sapan ülkelerin borcu yoktur sadece. Peki sizce koskoca
dünya Brunei’ye mi borçlu? Tabi ki hayır. Bu borçlar devletlere
değil, kişileredir. Wall Street bankerlerinedir, Warburg’a, Rockefeller’a,
Rothschild’a anlıyor musunuz ahali? Tüm dünya 3-5 bankere borçludure. Yemin ederim çıldırmamak elde değil.
İşte bu F.Thyssen gibi halkın
gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen şerefsiz evlatları yüzünden dünya bu
haldedir. Allah da belanızı versin.
Bak yine ateşim çıktı ya.
Neyse biz kaldığımız yerden, yani Owen
Young’ın karıştırdığı haltlardan devam edelim;
Owen Young 1925’de dönemin ABD
başkanı Franklin D. Roosevelt’i Almanya’nın hiperenflasyon sürecinde ‘’United European
Venture’’ çerçevesinde Wall Street bankerlerine fırsat kollaması için finanse
etmiştir.[24]* Az önce ismini zikretmiş
olduğum ‘’United European Venture’’ dış ilişkilerde piyasada manipülasyon
yaratmak amacıyla kurulmuş paravan bir kuruluştur. CFR ile paralel çalışmalar
yürütmüştür. Zaten tarih boyu bu insanları farklı kılan şey hiçbir etik değeri
tanımaksızın -aksine etik değerler arkasına sığınarak- çeşitli manipülasyonlar
yapmalarından çok örgütlenme becerileridir.
Örgütlenmek önemli, bunu bir yerlere not düşün ileride lazım olabilir.
Neyse, şimdi sözü tekrar Fritz Thyssen’e verelim.
Dr. Fritz Thyssen’in 1945 tarihli raporu;
‘’Young planının kabulü ve planın
finansal yaptırımları işsizlik oranını çok ama çok yüksek derecede arttırdı,
bir milyon kadar insan işsiz. İnsanlar çaresiz. Hitler işsizliği ortadan
kaldıracağını söylemişti. İktidardaki hükümet çok kötüydü ve insanların durumu
da gittikçe kötüye gidiyordu. Bu da Hitler’in elde ettiği inanılmaz seçim
başarısının asıl sebebiydi. Son seçimlerde Hitler’in oy oranı %40’tı.’’ [25]
İtiraflar, itiraflar… Şimdi ahali
tarihe bir kez daha dikkat çekmek istiyorum; 1945! Yani artık İkinci Dünya
Savaşı neticelenme evresinde. E haliyle ufaktan itiraflar ve satışlar da
başlıyor. Tarih de zaten böyle bir şeydir paşam. Şimdi 1933’de Young planının
Almanya’nın çöküşünü önlediğini beyan eden F.Thyssen 1945’e gelindiğinde bu
planların işsizliği arttırdığını ve halkı sefalete sürüklediğini söyleyerek saat
yönünde 180 derece dönmüştür, yüz yılın kıvırmasına imza atmıştır.
B.I.S yani
‘’Bank of International Settlement’’ Meali; Uluslarası Ödeme Bankası.
Young planı kapsamında finansal
ilişkileri denetleme amacıyla kurulmuştur. CFR’nin ekonomik versiyonu olarak
düşünebilirsiniz. Bir nevi ekonomik kontrol zirvesi diyelim.
Daha önce yukarıda saymış
olduğumuz Hitler’in kadrosunda yer alan Schachtz İkinci Dünya Savaşı sonrası
devletlere kredi veren ‘’uluslarası yeniden inşa bankası’’nın fikir babasıdır.
Olum sen kimin tarafındansın lan?
Schachtz’ın sözleriyle devam
edelim;
‘’Bir banka düşünün ki finansal
işbirliği talep edecek, mağlup ve galip devletler bir faiz komitesinde
buluşacak, karşılıklı güvence ve anlaşmalar ile barışı sağlayacak’’
BDP'den HDP'ye geçişteki makyajlama çalışmaları sürecindeki Selahattin Demirtaşvari konuşmalarıyla kelebekler saçan Schachtz son derece masum görünen şeker gibi bir fikir atmıştır ortaya.
Hello Kitty seni!
Böylesine müthiş bir fikri duyan Owen Young da ‘’çayırda buldum seni, ellere vermem seni’’ diyerek olaya atlamıştır;
‘’Dr. Schachtz, bana mükemmel bir
fikir verdiniz, ben bunu dünyaya satarım!’’ [26]
B.I.S’in kurucu kadrosu pek tabi
ki; Hjalmar Schachtz, Owen Young ve JP. Morgan’dır. Şimdi araya bir reklam
alacağım, sözü Carrol Quigley’e verelim;
‘’Bu sistem yeni bir dünya düzeni
yaratmaktan farksız, özel teşebbüslere ekonomik bağımlılık yaratarak tüm dünya
ülkeleri üzerindeki politik sistemleri domine edebilirsiniz.’’ [27]
Carrol Quigley yedikleri haltı
çok güzel özetlemiştir. Kendisine teşekkğr ediyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz;
Bu sistem 1920’lerde başlamış
olup günümüzde de varlığını sürdürmektedir. 1920-1930 arası dönemde Federal
Rezerv, Bank of England, Reichsbank(Alman Merkez Bankası), Banque de
France(Fransa Merkez Bankası) gibi bir çok merkez bankası bu ağa katılmıştır.
Hatırlayın üstlerde bir tablo vermiştim dünyada en çok borcu bulunan devletleri
gösteriyordu sıralamayı hatırlayın; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa… hepsinin
de merkez bankası B.I.S ağında…
Her zaman dediğim gibi hayat gerçekten çok garip.
B.I.S oluşumu siyasetçileri
finanse etmek gibi çok ulvi görevleri de yerine getirebilir. Mesela ABD’de
Roosevelt bu sayede başa geçmiştir. Herbert C. Hoover başkanken ABD’de kriz
patlak verir ve borsa çöker. Hatırlayın lan şu meşhur 1930 Ekonomik Krizi işte nam-ı
diğer Büyük Buhran! Okuyanlar bilir 1930 Ekonomik Krizi, Rockefeller ve Keynes
başlıklı bir yazım vardı ona da bi’ ara göz gezdirmeniz bu noktada faydalı
olabilir.
Reklamların ardından hemen devam
ediyoruz. Malum kriz üzerine Hoover sonraki seçimleri büyük bir farkla
Roosevelt’e kaybeder. Hoover her ne kadar bu işin arkasında Wall Street’in
olduğunu dile getirmiş olsa da kimse tarafından iplenmemiştir. Recep Tayyip
Erdoğan’ın ‘’faiz lobisi’’ söylemi gibi ayağa indirilmiş bir beyanat olarak
kalmıştır Hoover’ın sözleri.
Şimdi biraz da Wall Street’in
emperyal/sömürücü karakterini ortaya koymak adına Alman kartellerine göz atalım
istiyorum.
1920’lerden itibaren Hitler’i
finanse etmek amacıyla Wall Street’li bankerlerce Alman şirketlerine ciddi
manada fonlar aktarılmıştır.[27]
Misal;
Araya bir reklam alıyorum. James
Stewart Martin, kendisi araştırmacı yazardır ve nispeten de olsa gerçeği
görebilmiş zeki bir abimizdir ve Almanya’nın Birinci Dünya Savaşından
sonra Wall Street çetesi tarafından el bebek gül bebek ayağa kaldırılması
hakkında şunları söylemiştir;
‘’Bu borçlar Birinci Dünya Savaşının yaralarını sarmaktan çok ikinciyi çıkarmak için verildi.’’[28]
Bakın, gördünüz mü algılarını
biraz açan ve bazı komplekslerden sıyrılan insanlar sadece ‘’gözlem yaparak’’
doğruları görebiliyor. Ama bazı insanlar da elinin altında yığınla kaynak
olmasına rağmen hatta kafalarına vura vura anlatan insanlar olmasına rağmen ve
kendilerinin hiçbir halta derman olamamış boş beleş insanlar olmalarına rağmen
ve bilgisizliğine ve cahilliğine aldırış etmeksizin inandığı şeylerde –bakın
bildiği değil özellikle inandığı diyorum- diretiyor. Bazı insanlara anlatamazsın ahali,
2x2=4 dersin, o sırf sana muhalefet etmek için sana 2x2’nin 4 etmediğini
ispatlamaya çalışır. Bazı insanlar insan değil sığırdır.
Neyse ben algıları açık, gözünün
önüne perde çekmemiş, gerçeği gören ve bu arayışta olan insanların da varlığını
biliyorum, biz devam edelim.
1920’lerin ortalarında itibaren
iki ana Alman şirketi IG Farben ve Verenigite Stahlwerke Wall Street çetesinden
aldığı destek ile kimyasal ve çelik sanayilerin domine etmeye başlamıştır ve
yaptıkları üretimler de açık bir şekilde bir savaş hazırlığı olduğunu ortaya
koyuyordu;
Şimdi adama sorarlar arkadaşım.
Sen potansiyel bir düşmanının çelik ve kimyasal sanayiini geliştirirken ileride
sana savaş açacağını ön göremiyor musun? Pek tabii ki böyle bir şey mümkün
değildir, bunu ön görebilmek için Prometheus olmaya lüzum yok zira hâlihazırda
amaç da tam olarak budur; İkinci Dünya Savaşını başlatmak!
Savaş=Para!
Savaş=Para!
Kimse de bana bu fonların normal olduğunu savunmasın, hümanistlik de bir yere kadar ulan milyonlarca insan öldü ve yine milyonlarca çocuk yetim kaldı bu öyle basit bir şey değil. Tek bir canın bile hesabını vermezsiniz kimse ahkâm kesmeye kalkmasın bu anasını sattığımın yerinde.
Devam edecek olursak bu iki
şirketin beraber ürettiği ‘’kömür katranı’’ ve ‘’kimyasal nitrojen’’ patlayıcı
yapımında kullanılan en önemli iki bileşendir. Dünya savaşında kullanılan Alman
patlayıcılarının %95’ini bu iki firma üretmiştir ve Amerikan teknolojisi
kullanarak üretmiştir. Tarih diye de savaş diye de tüm dünyayı yemişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı büyük bir aldatmacadır. Bir
avuç eli kanlı bankeri zengin etmek dışında hiçbir halta yaramamıştır.
Yine aynı I.G Farben,
Rockefeller’in şirketi olan Standard Oil ile kurduğu bir ortaklıkla kömürden
sentetik petrol üretmiştir. Aynı zamanda bu ortaklıkla I.G Farben Almanya’da
benzin ve gazolin tekeli olmuştur. İkinci Dünya Savaşına gelindiğinde ise Alman
yüksek oktanlı benzin sektörünün yarısı I.G Farben’in hakimiyeti altına
girmiştir.[31] Alın size taş gibi sanayisi olan Almanya, alın size Alman
kartelleri! Rockefeller gururla sunar! Yahudi katliamı yaptığı iddia edilen
Almanya’nın arkasında yine Yahudi kökenli bankerler.
Hayat ne garip değil mi?
Motoru soğutmadan ‘’epic facts’’
kıvamında devam ediyorum;
Hitler’in iki büyük tank
üreticisi Opel ve Ford A.G idi. Ford A.G zaten Ford’un yan kuruluşu yani Henry
Ford’a ait. Nerede emperyal bir faaliyet orada Henry Ford... Opel
ise General Motors isimli şirketin ağında yer almaktadır. General Motors’un
sahibi de JP Morgan’dır. Bu bilgilere şirketlerin kendi web siteleri de dahil
olmak üzere hemen hemen her kaynaktan ulaşabileceğiniz için kaynakçaya not
olarak düşmüyorum. Devam etmek gerekirse;
Naziler 1936’da Opel’e imtiyazlı
vergi muafiyeti vermiştir.[32] Bu sayede General Motors’un üretim ağı
genişlemiş ve yine kazanan Morgan olmuştur.
Henry Ford ise Nazizm’e olan
hizmetlerinden(??) ötürü ödüllendirilmiştir(???)[33] Alman otomotiv sektörünün
bu denli gelişmiş olması?
Hey yavrum heey…
Alcoa ve Dow isimli Amerikan
kimya şirketleri Nazilerle ortak çalışmalar yaparak teknolojik destekte bulunmuşlardır.
[34]
Benddix Aviation isimli JP
Morgan’ın(bir taşın altından da çıkmayın ya yeter artık) sermaye yatırımcısı olduğu
şirket de Siemens ve Halske A.G’ye otomatik pilot yazılımı ve uçak parçaları
sağlamıştır. [35] Öeh be kardeşim! Bakın şimdi bu nokta öyle dalga geçilecek ve
ya ‘’normal karşılanabilecek’’ bir şey değil. Sen direkt olarak düşmanın olan
bir devlete askeri manada önemli bilgiler sağlıyorsun bunun adı danışıklı
dövüştür.
Yine aynı Bendix Aviation 1940
yılında Robert Bosch’a uçak ve dizel motor konulu teknik bilgi sağlamıştır.[36]
Bir de Nazi Almanya’sında pek
tabi ki I.G Farben gerçeği vardı. İkinci Dünya Savaşının arefesinde I.G Farben
dünyanın Kimya devi olmuştur.(Sovyet traktör fabrikalarına selam çakalım burada)
Aynı zamanda Farben’in politik gücü de hayli fazlaydı günümüz popüler deyimiyle
bir paralel devlet söz konusuydu hatta.
Şimdi biraz I.G Farben’i
tanıyalım.
I.G Farben 1925 yılında Hermann
Schmitz’in; Bandische Anilin, Bayer, Agfa, Hoechst, Weiler – ter – Merr ve
Griesheim – Elektron isimli 6 kimya şirketini birleştirerek ‘’Super-giant
Chemichal Enterprise’’ı kurmasıyla oluşmuştur.
Araya bir reklam alıyorum,
Schmitz’i tanıyalım biraz;
Hermann Schmitz 1881’de Hessen’de
doğ… o kadar da değil tabi ki. H. Schmitz Alman sanayicidir,
1935-1945 arasında I.G Farben CEO’luğu yapmış ve Nazi savaş suçluları arasında
yer almıştır. Versay’da bulunmuş Carl Bosch’un yakın dostu Rockefeller’in
Standard Oil şirketiyle de dirsek teması olan bir abimizdir kendisi. Şimdi
olaya biraz daha hakim olduğunuzu düşünüyorum, devam edelim;
I.G Farben’in finansörlerinden
biri de Hamburglu banker Max Warburg’dur.(Bir sen eksiktin, şimdi kadro tamam)
Max Warburg’un kardeşi Paul Warburg ise FEDERAL RESERVE kurucularından
biridir.[37] Aileye bak be. Bu bankerlerin dini, vatanı, milleti
yoktur diyordum bakın bu bilgi de argümanımı destekler nitelikte. Kardeşlerden
biri Almanya’yı finanse ederek sömürürken diğeri de ABD’deki sömürü sisteminin
mimarlarından biri çıkabiliyor. Bakın bu öyle Boateng kardeşlerden birinin
Almanya diğerinin Gana milli takımında futbol oynaması gibi basit bir mevzu
değil, bu düpedüz orospu çocukluğudur. Bu yapılanı hiçbir akli ve ya insani
temele oturtamazsınız ne etikle ne de pragmatizmle açıklamak mümkün değildir.
Milyonlarca insanın hayatı güç ve daha fazla güç elde etme hırsına bu sömürü
sofrasına meze edilmiştir. Bunun hesabını kimse vermez, Allah belanızı versin.
Yine ağzımı bozdum ama fazla
kaynatmadan devam ediyorum, Hermann Schmitz aynı zamanda Wehrmacht ve SS’lerin
de kurucularındandır. Peki nedir bu Wehrmacht ve SS?
Wehrmacht;
Meali; Savunma gücü.
1935 ile 1945 arasında "Waffenträger
der Nation" (Ulusun Silahtarları) mottosunu kullanan Nazi Almanya’sının
silahlı kuvvetleridir. Ayrıca döneminin hem Avrupa’daki hem de dünyadaki en
güçlü silahlı birliklerdir.
Şimdi sizlere Wermacht ile I.G Farben arasındaki ilşkiyi en güzel yansıtan tablolardan birini vereceğim. Alman ordusunun I.G Farben'a ne kadar bağımlı olduğunu bu tablo ile yedi düvele gösterebilirsiniz;
SS(Schutzstaffel);
Meali; Koruma timi.
1925 ile 1945 yılları arasında
faaliyet göstermişlerdi. İlk zamanlarda Hitler’in özel korumaları gibi
düşünebileceğimiz silahlı parti militanlarından oluşuyordu daha sonrasında
genişleyerek Nazi hükümetinin en önemli silahlı birliklerinden biri
olmuşlardır.
Bu genişlemeden dolayı daha
sonraları, Waffen SS ve Allgemeine SS olarak ikiye bölünürler. Faaliyet
alanları açısından bir iş bölümü yapmışlardır. Soykırım iddialarıyla suçlanan
kısmı da zaten Allgemeine SS’lerdi. Daha fazla ayrıntı vererek kafa şişirmeye
lüzum görmüyorum. Bizim ilgilendiğimiz bölüm orası değil.
I.G Farben’dan devam edecek
olursak, I.G Farben’ın İkinci Dünya Savaşı öncesi geçmişi, 1945 yılında Alman
arşivleri müttefikler tarafından yağmalandığı için net olarak bilinmemektedir.
Bakın sadece arşivlerin talan edilmesi bile zaten bir şeyleri saklama çabasının
delili olarak değerlendirilebilir, anlayana tabi. Ancak bazıları ise dümdüz
okumaya, önlerine ne konursa ona inanmaya ve olaylar arasında hiçbir bağlantı
kurma gereği duymamaya devam eder. İşte ‘’insan olma’’ olgusu tam olarak da
burada şekilleniyor kanımca. O kadar donanımla yeryüzüne gönderilen insan bu
denli boş yaşamamalı, olmaz lan öyle şey. Hayat denen olgu bir süre sonra
‘’anlam’’ diye haykırmaya başlar, tüm bu olanların bir anlamı olmalı. İnsan bu
dünyaya ayakkabı ve kemer arasındaki renk uyumunu yapmaya gönderilmedi, sizin o
içi boş materyalizminizi 2006 Dünya Kupası finalinde Materazzi’ye kafa atan
Zidane hırsıyla başınıza yıkarım ulan akıllı olun.
Anthony Sutton I.G Farben’ı ‘’The
Farben Empire’’ yani ‘’Farben İmparatorluğu’’ olarak tanımlamaktadır. Zira
Farben kendi kömür yataklarına, kendi elektrik ve enerji tesislerine, çelik
ünitelerine, bankalarına, araştırma ünitelerine ve bunun gibi çeşitli ticari teşebbüslere
sahipti. Ayrıca Standard Oil, DuPont, Alcoa ve Dow Chemichal gibi 2000’e yakın
şirketle kartel anlaşmaları vardı. E baktığınız zaman imparatorluk lafı az
kalır anasını satayım zira tek başına savaşa girse(ki giriyorlar da zaten)
ortalığı dağıtabilecek güce sahiplerdi. Tüm bu bilgilere Anthony Sutton’ın
‘’Wall Street and The Rise of Hitler’’ isimli kitabından ulaşabilirsiniz,
burada tüm şirketlerin ve uzantılarının şeceresini dökerek laf kalabalığı
yapmak istemiyorum. Ben hepsine tek tek bakacağım diyen psikopat arkadaşlar ise
kitabı okuyabilir.
Okumak güzel şey
Ne demiştik en başlarda; ‘’Hitler
Farben’di, Farben Hitler’di’’ işte bu yüzden Farben çok önemli, şimdi Farben’i
biraz daha kurcalamakta fayda var.
I.G Farben’in denetim kurulu
başkanı, nam-ı diğer ‘’süpervizörü’’(zaten kıl kaparım böyle çakma kelimelere
de) Dr. van Schnitzler 1943’de;
‘’Alman kimya endüstrisi 4 yıllık
plana göre şekillenmiş olmasaydı modern savaş imkansız olurdu demekte hiçbir
abartı görmüyorum’’ demiştir. [38]
Görmezsin tabi devlet içinde
devlet olmuşsunuz ulan.
Bu işin asıl pislik ve korkunç
olan yönlerinden biri de I.G Farben’in ‘’Zyklon B’’ isimli bir gazı bulmuş,
üretmiş ve pazarlamış olmasıdır. Zyklon B saf prüsik asittir. Hani şu Nazilerin
toplama kamplarında kullanılan gaz var ya, hah o işte. Bu gaz Leverkusen’deki
Bayer ofisinde satılmıştır. Evet, şu an ilaç sanayiinde 1 numara olan Bayer.
Her ne kadar Farben savaş suçu vs. gibi sebeplerden dağıtılmış ve kadrolarında
bulunanlar da yargılanmış olsalar dahi uzantıları hala aktif durumda. İşte
dünya düzeni dediğim şey de tam olarak bu ahali. İşte ben bundan rahatsızım. Neyse
şimdi Bayer’i bir kenara bırakalım.
Zyklon gazının satışları
Degesch’in ticaret hacminin 3/4’üne tekabül ediyordu. Yani 200 milyon insanın
ölümüne yetebilecek kadar gaz!
Savaş suçlularını ortaya
çıkarmak(!) amacıyla toplanan Kilgore komitesi 1942’de tüm bu kimyasalların
Nazi kamplarında kullanılıyor oluşunun I.G Farben’in bilgisi dahilinde olduğunu
rapor etmiştir. Zaten az önce belirttiğim gibi İkinci Dünya Savaşının sonunda
I.G Farben suçlu bulunmuştur.
Şimdi sizlere 1945’deki I.G
Farben yöneticisi Schnitzler’in sorgusunu vereyim;
Soru; Kimyasallarınızın insanları
öldürmek üzere kullanıldığını öğrendiğinde ne yaptın?
Cevap; Dehşete düştüm…
S; Peki bunun üzerine ne yaptın?
C; Öncelikle bu bilgiyi kimseyle
paylaşmayıp sakladım çünkü bu çok korkunçtu. Daha sonrasında ise
Müller-Cundradi’ye gidip kendisinin, Ambros’un ve Auschwitz’deki diğer Farben
direktörlerinin durumdan haberdar olup olmadıklarını sordum.
S; Ne dedi?
C; Evet, herkes bundan
haberdarmış… [39]
Ancak durumun farkedilmesine(!)
rağmen üretim durmamıştır. Belki de başından beri haberdar olunduğu içindir kim
bilir? Her zaman dediğim gibi hayat çok garip lan.(Biliyorum ağzıma kürekle
vurmak istiyorsunuz ama bu lafı söylemekten vazgeçmeyeceğim)
Neyse bırakın şimdi makarayı;
I.G Farben’in Berlin N.W 7 ofisi
Nazilerin ‘’Denizaşırı Ülkeler Casusluk Merkezi’’ idi. Tabi ortada casusluk
falan yok, ABD zaten kendi elleriyle istemedikleri kadar
bilgiyi, teçhizatı, her türlü desteği sağlıyordu. Neyse biz işi kitabına
uydurarak devam edelim;
Bu merkez Hermann Schmitz’in
yeğeni olan I.G Farben yöneticilerinden Max Ilgner’in kontrolü altındaydı. Max
Ilgner ve Hermann Schmitz American I.G toplantılarına katılan şirket içindeki
önemli hissedarlardandı ve pek tabi ki Henry Ford, Paul Warburg ve Chrales E.
İle birlikte… [40]
Şimdi burada sadece Charles E.’yi
tanımıyorsunuz. Onun da Federal Reserve çalışanlarından biri olduğunu
söyleyeyim de tanımış olun.
Şimdi burada önemli olan bir
nokta daha var. Savaş döneminde Almanlar ile Amerikalılar nasıl bu denli içli
dışlı olabilir? Bu son derece anormal bir durum olduğu gibi iki ülke
vatandaşları için de kabul edilemez bir durum. E o zaman bunun biraz
‘’normalleştirilmesi’’ gerekiyor. Malum güruh bu noktadan itibaren I.G
Farben’in Amerika’daki imajını düzeltmek için bir takım faaliyetlere başlar. Bu
iş için Ivy Lee ve T. J. Ross seçilir. Ivy Lee Rockefeller ailesinin bir dönem
halkla ilişkiler danışmanlığını yapmıştır. Aynı Ivy Lee daha önce de SSCB’yi
paklamak adına bir kitap yazmıştı. Tezgahın aynı olması yetmiyormuş gibi kadro bile
aynı, yüzsüzlük be kardeşim!
1929’da Ivy Lee I.G Farben’in
halkla ilişkiler danışmanı olur. Bunun üzerine 1934’de Amerikan Karşıtı
Faaliyetleri İzleme Komitesi’ne ifade vermek zorunda kalır. (Adamın aklını
alırlar öyle işte)
Lee I.G Farben’in American I.G’ye
bağlı olduğunu ve Edsel Ford, Walter Teayle(City Bank’de memur) gibi yöneticilerden
oluşan bir kadrodan oluştuğunu ifade etmiştir. Lee, Max Ilgner ile yapılan bir
sözleşme gereği yıllık 25.000 dolar aldığını da açıklamıştır. [41]
İlk ödeme 4.500 dolardı ve
Hermann Schmitz tarafından yapılmıştı. 4.500 dolar böylesine milyonların
döndüğü bir işte hayli komik bir rakam, zaten asıl ödeme de bu değil bunu bir
kaparo olarak düşünebilirsiniz. İkinci yani asıl ödeme olan 14.450 dolar ise
William von Rath tarafından yapıldı. Ve bu ödeme geldiği gibi Ivy Lee
tarafından New York’taki Trust Company’den William von Rath’ın kişisel hesabına
yatırılır. Şirket hesabı ise Chase Bank’dedir. Yazi Nazilere aktarılan fonlar
Alman değil, Amerikan kaynaklıdır. Tarihsel paradoksunuzu yesinler.
Bu fonlar nedeniyle Amerikan
Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi Le Komitesie’yi tekrar sorguya çeker. Sorguyu Mr.
Dickstein yürütecektir.
Mr. Dickstein; Anladığım
kadarıyla hiçbir propaganda(Nazi Propagandası) yapmadığınızı ve bu
propagandanın yayılmasıyla hiç alakanız olmadığını beyan ediyorsunuz, doğru mu?
Mr. Lee; Böyle bir beyanım yok
Mr. Dickstein.
Mr. Dickstein; Sorunun bu kısmını
şimdilik geçiyorum, sonra?
Mr. Lee; Şahitlik ederim ki
hiçbir şey yapmadım.
Mr. Dickstein; Siz ve ya firmanız
Almanlardan hiç propaganda metni aldı mı?
Mr. Lee; Evet.
Mr. Dickstein; Ne zaman?
Mr. Lee; Ehm ohm kem küm…(Ivy Lee
burada İlyas Salman’ı kandırmaya çalışan Şener Şen’e bağlıyor) Evet aldık da asıl soru şu propagandadan
kastınız nedir, zira muazzam miktarda yazılı metin aldık.
Mr. Dickstein; Kağıtların ne
içerdiğini bilmiyor musun?
Mr. Lee; Kitaplar, broşürler,
gazete kupürleri ve resmi belgeler gibi dünya kadar şey aldık.
Mr. Dickstein; Farz edelim ki
sizin ofiste biri bu belgeleri en ince ayrıntısına kadar inceledi ve ne
olduğunu gördü…
Mr. Lee; Evet efendim,
Mr. Dickstein; Ve sen bunların ne
olduğunu buldun, bir kopyasını saklayacağını düşünüyorum.
Mr. Lee; Bir bakıma evet, bir
bakıma hayır. Pek çoğu tabi ki Alman’dı. Oğlumun bana gönderdikleri bende. Bana
bunların ilginç ve kayda değer olduğunu söyledi. [42]
Mr. Dickstein; Yani sen tüm
bunları inceleyip resmi Hitler yazınları olduklarını görmene rağmen bir şey
yapmaya gerek duymadın mı?
Mr. Lee; Eee, yazınların birçoğu
resmi değildi. (Tarihin en kötü savunması anasını satayım)
Mr. Dickstein; I.G belgeleri
değil miydi?
Mr. Lee; Hayır, sadece I.G
tarafından gönderilmişlerdi.
Mr. Dickstein; Bize bir numune
gönderebilir misin? Bakalım I.G ile ilgili yapılacak bir şey var mıymış, yok
muymuş?
Mr. Lee; Evet, zaten epey bir
kısmını yayınladılar. Bu durumda benim çok sayıda resmi ve ya gayrı resmi
kaynaktan belgeler almış olmamda hiçbir sorun yok.
Mr. Dickstein; Kesinlikle. Bir
başka deyişle, I.G. tarafından buraya gönderilen belgeler karışık. Ancak
yaptığımız analizlere göre belgeler direkt Alman hükümeti tarafından değil,
I.G. kanalıyla size gönderildi.
Mr. Lee; Doğru.
Mr. Dickstein; Yani iş
ilişkileriyle bir ilişkisi yok.
Mr. Lee; Doğru.
Bakın şimdi, savaş halinde olan
iki devletin birbirleriyle bu denli içli dışlı olmaları kabul edilir cinsten
bir durum değildir. Aklı başında olan insanlar ve bir takım milliyetçiler de
duruma tepki gösterir ve göstermişlerdir de zaten. Hatta bu sorguya bakıldığında
bile I.G Farben’in Amerikalılar tarafından beslenip büyütüldüğü rahatlıkla
anlaşılabilir. Ancak bu kadar net bir sorgunun ardından benim kafamda Amerikan
Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi adlı oluşumun da tam manasıyla bağımsız
olmadığına dair bir kanı oluştu. Tabi bu bir yorumdur, doğru olduğunu dayatmayı
bir kenara bırakın iddia dahi etmiyorum. Neyse, şimdi Farben’i bir kenara
bırakıp Nazilerin bir başka önemli destekçisi olan General Electric’e bakalım
biraz.
Yer Amerika, tarih 16 Haziran 1933.
Ulusal Sanayiyi İyileştirme Kanunu(National Industrial Recovery Act) kabul
edilir. Bu yasa ile dönemin ABD başkanı Roosevelt’e sanayiyi düzeltmek amaçlı
içinde deflasyonu, fiyat artışlarını, zamları ve ekonomik teşvikleri de bulunduran
geniş yetkiler veriliyor.[43] Zaten bu yasa çıktığında da başını George
Armstrong’un çektiği bazı ekonomist ve yazarlar topa tutuyor Roosevelt’i. Ancak
işin ilginç yanı ise bu yasanın fikir babasının Gerard Swope olmasıdır. Gerard
Swope dönemin General Electric başkanıdır.[44] Çok uluslu dev bir şirket olan
General Electric 20. yy’da patlak vermiş
olan bir çok olayın içinde yer almış ve günümüz dünyasının şekillenmesinde en
önemli pay sahibi olan küresel sermaye şirketlerinden biridir. Kurucusu da
Thomas Edison’dur. Mesela 1920-1930 yılları arasında SSCB’nin tüm elektrik
hatlarını General Electric kurmuştur. Lenin’in şu çok meşhur ‘’Sosyalizm
elektriklenmedir.’’ sözü de buradan gelir.[45] Lenin bir vefa
göstergesi olarak Wall Street’teki abilerine selam çakmıştır.
Swope Planı pek tabii ki
General Electric başkanı Gerrad Swope tarafından oluşturulmuştur. Roosevelt’in
‘’New Deal’’ını takiben ortaya atılmış bir plan olup daha önce yukarılarda bir
yerde bahsetmiş olduğum Franklin Roosevelt’in selefi Herbert Hoover’ın da
şiddetli muhalefetine maruz kalmıştır. Swope Planı’nı kısaca özetlemek
gerekirse Federal Ticaret Komisyonu isimli bir organizasyonun her endüstri
alanına özel olarak kurulacak olan ticaret federasyonlarını denetim altına
almasını öngörüyor diyebiliriz. Yani özetle amaç yine bir takım alanlara
hakimiyet kurmak, güç elde etmek. Tabi böyle bir şeyi maskelemek adına pakete işçiler için işverenler tarafından kısmen ödenen hayat sigortası, emeklilik ve işsizlik sigortası gibi bir takım zaten önceden var olması gereken haklar da dahil edilmiştir.
General Electric’den Swope ile Roosevelt ailesinden Young arasında uzun yıllara dayanan yakın bir ilişki vardır, tıpkı General Electric ile SSCB arasındaki gibi. Bunu bir yere not alın ileride lazım olacak çünkü.
Ayrıca bu plana sadece Herbert Hoover değil aynı zamanda önceleri bir Roosevelt destekçisi olan Missouri eyaletinden senatör James A. Reed de şiddetle karşı çıkmış ve New Deal’ı ‘’acımasız önlemler’’ olarak tanımlamıştır. Hatta Senatör Reed senatoya Roosevelt’in Wall Street çetesi tarafından ‘’ekonomik asiller(kodaman) için işe alınmış biri’’ olduğunu söylemiş ve Roosevelt’lerin General Electric’de büyük hissedarlar olduklarını da açıklamıştır.[46] Alkışlar bu sefer de James A. Reed abimize gidiyor, Sezar’ın hakkı Sezar’a, dik durmak güzel bir şey.
General Electric’den Swope ile Roosevelt ailesinden Young arasında uzun yıllara dayanan yakın bir ilişki vardır, tıpkı General Electric ile SSCB arasındaki gibi. Bunu bir yere not alın ileride lazım olacak çünkü.
Ayrıca bu plana sadece Herbert Hoover değil aynı zamanda önceleri bir Roosevelt destekçisi olan Missouri eyaletinden senatör James A. Reed de şiddetle karşı çıkmış ve New Deal’ı ‘’acımasız önlemler’’ olarak tanımlamıştır. Hatta Senatör Reed senatoya Roosevelt’in Wall Street çetesi tarafından ‘’ekonomik asiller(kodaman) için işe alınmış biri’’ olduğunu söylemiş ve Roosevelt’lerin General Electric’de büyük hissedarlar olduklarını da açıklamıştır.[46] Alkışlar bu sefer de James A. Reed abimize gidiyor, Sezar’ın hakkı Sezar’a, dik durmak güzel bir şey.
Neyse bırakın şimdi makarayı da asıl varmak istediğin noktaya geliyorum. Şöylece bir baktığınız zaman gerek Hitler’in yükselişinde olsun gerekse de Nazi kadroları içinde olsun hem Owen D. Young’ın hem de Gerrard Swope’un çabaları aşikar dolayısı ile General Electric’in de. Zira bu münferit bir eylem olamayacak derecede büyük bir iş. Aynı şekilde Wall Street’ten gelen destek de yadsınamaz. Ee peki biz bu filmi Sovyetlerde de görmemiş miydik?
Bakın kişileri bir kenara bırakın, şu yazının başından bu yana onlarca isim saydım sizlere. Bu, dün Lenin’di, Hitler’di bugün başka biri olur uyanık olun. Fikir akımlarına ‘’destekçi’’ olun ‘’taraftar’’ olmayın. Öncelikle bazı şeylerin akıl süzgecinden iyi geçirilmesi gerek. İnsan hayatının her anında ‘’bir saniye ya, ben ne yapıyorum burada?’’ diyebilmeli. 10 okuyun 658 sorgulayın 1246 düşünün ama 1 inanın. Hatta inanmayın, bilin, kanaat getirin. Bilmek ve inanmak çok farklı şeylerdir ve unutmayın ki bu hayatta kimse size asla salt gerçekleri katıksız olarak aktarmayacaktır. Sizi bir yalana inandırmak için 38 doğru anlatmaktan da çekinmeyeceklerdir. İşte bu yüzden araştırmak ve sorgulamak çok önemli. Neyse şimdi bırakıyorum 55 yaş üstü amca nasihatlerini. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. General Electric’in Almanya’da neler yapmış olduğuna göz gezdireceğiz.
Şimdi mevzuya bu noktada A.E.G(Allgemeine Elekrizitats Gesellschaft) ve Walter Rathenau girecektir. Rathenau Romanyalı defansif orta saha futbolcusu gibi ismi olmasına rağmen A.E.G genel müdürüdür. A.E.G General Electric’in Almanya’daki uzantısıdır. W. Rathenau’yu ilginç kılan yanı ise ateşli bir kolektif sosyalizm savunucusu olmasıdır. Gelin W. Rathenau'yu biraz daha yakından tanıyalım. Kendisi Yahudi’dir. Birinci Dünya Savaşı esnasında Alman ekonomisini perde arkasından yöneten adam da diyebiliriz kendisine. Savaşın ardından da İmar ve Dış İşleri Bakanlıklarında görev yapmış son derece kariyerli bir abimizdir. Rathenau Ocak 1922'de dışişleri bakanı olduktan sonra Almanya'yı Cenova Konferansı'nda temsil etmiş ve Georgiy Çiçerin ile, SSCB'yle Almanya arasında yeniden diplomatik ilişki kurulmasını sağlayan ve ekonomik ilişkileri güçlendiren Rapallo Antlaşması'nı 16 Nisan 1922’de imzalamıştır. Tüm bunların üzerine bir de Yahudiliğini ve Komünistliğini ekleyecek olursak sağcıların hedefi olmaması düşünülemezdi ve nitekim aynı yıl bir suikasta kurban gitmiştir. Ancak dediğim gibi bize lazım olan kısmı A.E.G olacak.
Walter Rathenau ve A.E.G’den bahsetmeden hemen önce Walter Rathenau’nun şu sözünü nakletmek istiyorum;
‘’Yeni ekonomi, sizlerin de gördüğü gibi, bir devlet ya da hükümet ekonomisi olmayacak ama serbest piyasa ekonomisini karara bağlayan komisyonu idame eden sivil güç muhakkak devletle iş birliği için organik sağlamlaştırmaya(köprü kuracak bir aracıdan bahsediyor Rathenau abimiz) iç ihtilafa ve sürekliliğe ihtiyaç duyacaktır.’’[47]
Şimdi açık konuşacağım. Walter Rathenau’nun bu sözünü çevirmek için hayli uğraştım. Yetmedi, yardım aldım. Kızcağız da sağolsun hayli uğraştı, aldığım çevirinin üzerinden son kez de ben geçtim ama tüm bunlara rağmen Rathenau’nun sözlerini hiçbir mantığa oturtamadım anasını satayım. Çevirinin ana hatlarıyla doğruluğunu teyit ettikten sonra ise şunu farkettim ki; Walter Rathenau laf kalabalığı yaparak yine bir şeyleri insanlara lüzumlu göstermeye çalışmış.
Organik sağlamlaştırma gibi uyduruk bir argümanı öne sürerek bir komisyon yapılanması dayatmıştır. Yani özetleyecek olursak Walter Rathenau, ekonomiyi ne devletin eline verelim ne de tamamen serbest bırakalım diyerek güvenli liman(!) olarak Wall Street bankerlerini göstermiş ve ekonominin bu bankerlere teslim edilmesi gerektiğini savunmuştur, maalesef ki başarılı da olmuştur. Yazının geçtiğimiz bölümlerinde bahsetmiştim sanırım şu borç mevzuundan, 2014 yılı verileriyle bir tablo vermiştim hani, hah o tablo da W.Rathenau’nun başarısının yegane kanıtıdır. Neyse, tekrar o topa girmek istemiyorum. Zaten bunları da sırf Rathenau’nun da sömürücü karaktere sahip bir herif olduğunu görmeniz için anlattım. Şimdi işin akışına uygun olarak devam edebiliriz.
Şimdi sizlere ‘’epic fail’’ bir bilgi daha vereyim mi? Owen D. Young 1923 Dawes planı çerçevesinde Alman tazminat programını oluşturan üç Amerikan delegesinden biriydi. Hem Dawes hem de Young planlarında bazı özel firmaların bu olaydan nasıl karlar elde ettiğini gördük değil mi? Wall Street’in Almanya’ya verdiği en geniş tekil krediler 1920’lerde verilen tazminat kredileriydi. Yani özetle Wall Street çetesinin taktiği her zamanki gibi diplomatik alanda en ağır tazminatlara mahkum etmek daha sonra da kredi vererek sömürmek üzerine gelişmiştir. Alman elektrik endüstrisinin A.E.G altında kartelizasyonu işte bu kredilerle mümkün olmuştur. Hangi kredilerle?
Aha da bu kredilerle;
Bakın kişileri bir kenara bırakın, şu yazının başından bu yana onlarca isim saydım sizlere. Bu, dün Lenin’di, Hitler’di bugün başka biri olur uyanık olun. Fikir akımlarına ‘’destekçi’’ olun ‘’taraftar’’ olmayın. Öncelikle bazı şeylerin akıl süzgecinden iyi geçirilmesi gerek. İnsan hayatının her anında ‘’bir saniye ya, ben ne yapıyorum burada?’’ diyebilmeli. 10 okuyun 658 sorgulayın 1246 düşünün ama 1 inanın. Hatta inanmayın, bilin, kanaat getirin. Bilmek ve inanmak çok farklı şeylerdir ve unutmayın ki bu hayatta kimse size asla salt gerçekleri katıksız olarak aktarmayacaktır. Sizi bir yalana inandırmak için 38 doğru anlatmaktan da çekinmeyeceklerdir. İşte bu yüzden araştırmak ve sorgulamak çok önemli. Neyse şimdi bırakıyorum 55 yaş üstü amca nasihatlerini. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. General Electric’in Almanya’da neler yapmış olduğuna göz gezdireceğiz.
Şimdi mevzuya bu noktada A.E.G(Allgemeine Elekrizitats Gesellschaft) ve Walter Rathenau girecektir. Rathenau Romanyalı defansif orta saha futbolcusu gibi ismi olmasına rağmen A.E.G genel müdürüdür. A.E.G General Electric’in Almanya’daki uzantısıdır. W. Rathenau’yu ilginç kılan yanı ise ateşli bir kolektif sosyalizm savunucusu olmasıdır. Gelin W. Rathenau'yu biraz daha yakından tanıyalım. Kendisi Yahudi’dir. Birinci Dünya Savaşı esnasında Alman ekonomisini perde arkasından yöneten adam da diyebiliriz kendisine. Savaşın ardından da İmar ve Dış İşleri Bakanlıklarında görev yapmış son derece kariyerli bir abimizdir. Rathenau Ocak 1922'de dışişleri bakanı olduktan sonra Almanya'yı Cenova Konferansı'nda temsil etmiş ve Georgiy Çiçerin ile, SSCB'yle Almanya arasında yeniden diplomatik ilişki kurulmasını sağlayan ve ekonomik ilişkileri güçlendiren Rapallo Antlaşması'nı 16 Nisan 1922’de imzalamıştır. Tüm bunların üzerine bir de Yahudiliğini ve Komünistliğini ekleyecek olursak sağcıların hedefi olmaması düşünülemezdi ve nitekim aynı yıl bir suikasta kurban gitmiştir. Ancak dediğim gibi bize lazım olan kısmı A.E.G olacak.
Walter Rathenau ve A.E.G’den bahsetmeden hemen önce Walter Rathenau’nun şu sözünü nakletmek istiyorum;
‘’Yeni ekonomi, sizlerin de gördüğü gibi, bir devlet ya da hükümet ekonomisi olmayacak ama serbest piyasa ekonomisini karara bağlayan komisyonu idame eden sivil güç muhakkak devletle iş birliği için organik sağlamlaştırmaya(köprü kuracak bir aracıdan bahsediyor Rathenau abimiz) iç ihtilafa ve sürekliliğe ihtiyaç duyacaktır.’’[47]
Şimdi açık konuşacağım. Walter Rathenau’nun bu sözünü çevirmek için hayli uğraştım. Yetmedi, yardım aldım. Kızcağız da sağolsun hayli uğraştı, aldığım çevirinin üzerinden son kez de ben geçtim ama tüm bunlara rağmen Rathenau’nun sözlerini hiçbir mantığa oturtamadım anasını satayım. Çevirinin ana hatlarıyla doğruluğunu teyit ettikten sonra ise şunu farkettim ki; Walter Rathenau laf kalabalığı yaparak yine bir şeyleri insanlara lüzumlu göstermeye çalışmış.
Organik sağlamlaştırma gibi uyduruk bir argümanı öne sürerek bir komisyon yapılanması dayatmıştır. Yani özetleyecek olursak Walter Rathenau, ekonomiyi ne devletin eline verelim ne de tamamen serbest bırakalım diyerek güvenli liman(!) olarak Wall Street bankerlerini göstermiş ve ekonominin bu bankerlere teslim edilmesi gerektiğini savunmuştur, maalesef ki başarılı da olmuştur. Yazının geçtiğimiz bölümlerinde bahsetmiştim sanırım şu borç mevzuundan, 2014 yılı verileriyle bir tablo vermiştim hani, hah o tablo da W.Rathenau’nun başarısının yegane kanıtıdır. Neyse, tekrar o topa girmek istemiyorum. Zaten bunları da sırf Rathenau’nun da sömürücü karaktere sahip bir herif olduğunu görmeniz için anlattım. Şimdi işin akışına uygun olarak devam edebiliriz.
Şimdi sizlere ‘’epic fail’’ bir bilgi daha vereyim mi? Owen D. Young 1923 Dawes planı çerçevesinde Alman tazminat programını oluşturan üç Amerikan delegesinden biriydi. Hem Dawes hem de Young planlarında bazı özel firmaların bu olaydan nasıl karlar elde ettiğini gördük değil mi? Wall Street’in Almanya’ya verdiği en geniş tekil krediler 1920’lerde verilen tazminat kredileriydi. Yani özetle Wall Street çetesinin taktiği her zamanki gibi diplomatik alanda en ağır tazminatlara mahkum etmek daha sonra da kredi vererek sömürmek üzerine gelişmiştir. Alman elektrik endüstrisinin A.E.G altında kartelizasyonu işte bu kredilerle mümkün olmuştur. Hangi kredilerle?
Aha da bu kredilerle;
1928 Young planı tazminat toplantılarında, General Electric başkanı Owen D. Young aynı zamanda Amerikan delegelerinin de şefi konumundadır. Yani bu ne demektir biliyor musunuz? Wall Street ve Amerikan hükümeti bu operasyonu dirsek temasını falan geç direkt olarak kol kola yürütmüştür. Biraz daha açmak gerekirse Almanya’nın ne kadar para ödeyeceğine de, nasıl ödeyeceğine de beraber karar vermişlerdir. Almanya’nın yeniden inşasında Wall Street’in verdiği kredilerden de bilimum destekten de Amerikan hükümeti haberdardı. Velhasıl kelam ABD tıpkı Sovyetler’de olduğu gibi yine savaşmak için kendi düşmanını kendi yaratmıştı.
General Electric'in uluslarası diğer yöneticileri ise Morgan'ın şirket üzerindeki kontrolünü yansıtan elemanlardı ve hem Young hem Swope çoğunlukla JP Morgan firmasının diğer ortağı olan Thomas Cochran'ın da bulunduğu G.E genel kurulundaki Morgan'ın temsilcileri olarak biliniyorlar. E biliniyorlar değil zaten de öylelerdi.
General Electric’in diğer bir yöneticisinin adı Clark Haynes Minor’dur. Bu herif 1920’lerde Uluslarası General Electric’in(Bunu TRT int. gibi düşünebilirsiniz; General Electric International) başkanıdır. Biliyorum fazlasıyla isim geçti ancak bunları belirtmek zorundayım. Siz sadece şirket isimlerini yüzeysel olarak hatırlasanız yeter. Zira anlatmaya çalıştığım şey Rus ve Alman devrimlerinde küresel sermayenin rolü ve Wall Street’in çevirdiği dolaplar. Tansiyonu düşürmeden devam ediyorum.
General Electric’in bir diğer yöneticisi(bölünerek çoğalıyorlar galiba) Victor M. Cutter ise aynı zamanda First National Bank of Boston’da görevli ve Orta Amerika’daki ‘’Muz Devrimi’’nin önemli figürlerindendi.
Şimdi yeri de gelmişken Muz Devrimi nedir ona da bi’ bakalım.
Bazı tarihçiler buna Muz Savaşları demişler.[49] Muz Savaşları ABD ile Orta ve Latin Amerika ülkeleri ve Karayipler arasındaki sürtüşmeleri -ki sürtüşme biraz hafif kalır, zira birçok katliam ve işgal söz konusu- nitelemek için ortaya atılmış bir kavramdır. 1898 İspanyol-Amerikan savaşına kadar dayanan son derece köklü bir mevzu olup Roosevelt dönemindeki ‘’İyi komşuluk politikası’’na da ilham kaynağı olmuştur.
Şimdi aynen Vikipedi’den kopyalıyorum;
‘’ 19. yy ile 20. yy başları boyunca Amerika Birleşik Devletleri, Amerikan iş çevrelerinin yatırımlarını korumak amacıyla pek çok kez Latin Amerika ülkelerine askeri müdahalede bulundu. İşte bu nedenle Latin Amerika ülkeleri ABD'ye karşı geleneksel bir gıpta, kuşku ve yabancılık duymaktadırlar. Başkan Roosevelt'in 1932 sonrasında izlediği "İyi Komşuluk Politikası", Latin Amerika halklarının bu duygularını törpülemek amacını güdüyordu.’’
Ne kadar yanlı bir anlatım olduğunu gördünüz mü? Ulan sen yıllarca adamlara kan kustur sonra da ‘’kıskanıyorlar yeaa’’ demeye getir. He oldu paşam.
Aralık 1933’te ABD ile malum devletler arasında yapılan anlaşmayla ABD’nin bu devletlerin içişlerine karışma hakkı kaldırılmıştır. Zaten 1934’te de ABD gemileri Haiti’yi terk etmiştir.
Haa bu arada Roosevelt’in buradaki mantığı ‘’Dünya Savaşlarının ortasında bir de sizinle uğraşmayalım ’’ gibi bir şeydir. Yoksa Haitilinin, Kübalının yıllarca çekmiş olduğu sıkıntı Roosevelt’in zerre umurunda olmamıştır.
Neyse Amerikan tarihini merak eden gitsin okusun bir yerden, biz tekrar konumuza dönüyoruz;
1920’lerin sonlarında General Electric’in muhteşem üçlüsü Young, Swope ve Minor Alman elektrik endüstrisine hakim olmak için Almanya’ya gider. Hedeflenen gibi bir kontrol elde edemeseler bile en azından A.E.G ve Osram şirketleri içinde önemli söz sahipleri olmak hedefindeydiler. Temmuz 1929’da ise General Electric’in A.E.G’yi satın alacağı dedikoduları dönmeye başlıyor.[50] Ağustos ayında ise 14 milyon Mark değerindeki A.E.G. stokuna General Electric’in ortak olduğu teyit edildi. Bu ortaklık General Electric’e A.E.G’nin %25’ini ve yeni bir pazara açılma imkanı sağlarken A.E.G’ye de bazı Amerikan teknolojileri ve patentlerine sahip olma imkanı sağlamıştır. Ayrıca General Electric bununla da kalmayıp A.E.G’nin Almanya’daki sermaye arttırımını finanse etmiştir. Öte yandan bu anlaşmanın ardından G.E içinde hiçbir A.E.G temsilcisi olmamasına rağmen A.E.G’de 5 Amerikalı temsilci bulunuyordu.[51] Ee durup dururken kimse kimsenin büyümesine ön ayak olmaz. Young, Swope ve Minor elektrik endüstrisine hakim olmaya gittikleri Almanya’da başarılı olmuşlardır. The Vossische Zeitung bu olayı şöyle değerlendirmiş;
‘’Amerikan elektrik endüstrisi içeriyi kemiren bir solucan(bunu bir çeşit Truva atı gibi düşünün, kültür farkı işte adam the worm demiş ancak bunun en güzel karşılığı Truva atıdır) elde etti yalnızca kale burçları kuvvetli olan birkaç rakibin saldırıya dayanması mümkün olmuştur.’’[52]
1930’larda aynı kadro Siemens’i falan da katıyor işin içine ancak ben artık bunları anlatmaktan gerçekten sıkılmaya başladım. Özetle General Electric vasıtasıyla koskoca bir ülkenin elektrik dağıtımını kontrol altına alınması söz konusu.
Şimdi biraz toparlayalım istiyorum;
- Savaş tazminatları ve borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması bahanesiyle bir ülkenin merkez bankasını ele geçiriyorsun.
- I.G Farben kanalıyla yine o ülkeyi kimya endüstrisini şaha kaldırarak geliştirip palazlandırıyorsun.
- General Motors vasıtasıyla yine aynı ülkeyi otomotiv sektörü aktarmalı askeri olarak kalkındırıyorsun.
- General Electric ile koskoca ülkenin elektrifikasyonunu kontrol altına alıyorsun.
Ve bu ülke öyle sıradan bir ülke de değil yakın, çok yakın bir tarihte daha sonraları ittifaklarına katıldığın grubun karşısında ağır bir mağlubiyet almış ve itibarı yerle bir edilmiş yani hala düşmanın olan bir ülke. Sen bu ülkeyi yani Almanya’yı el bebek gül bebek palazlandırıyorsun sonra gidip bir de üstüne savaşa girişiyorsun. Bunun adı danışıklı dövüştür, tiyatrodur. En nihayetinde söyleyeceğim o ki;
YE-MEZ-LER!
Kimse kalkıp da bana ABD’nin(Wall Street’i de dahil ederek söylüyorum) bu kadar destek verdiği kendi eliyle yücelttiği SSCB ile Almanya’nın bir gün kendilerine kafa tutacağını ön göremediklerinden bahsetmeye kalkmasın. Böyle bir şey mümkün değil, evde oturup çamaşır makinesi seyreden otistik çocukları bile inandıramazsınız buna. Asırlık Siyonizm felsefesi ve küresel sermaye kendi idealleri uğruna, sırf daha fazla güç elde etmek adına, hedefledikleri mutlak hakimiyet için iki tane dünya savaşı çıkarmış, irili ufaklı birçok ihtilale ön ayak olmuş, ruh hastası psikopatları finanse etmiş ve milyonlarca insanın canına kastetmiştir.
Yazıyı yavaş yavaş bitirirken şunları söylemek istiyorum bu dünyada hiç kimse için mutlak hakimiyet yok her zaman bir şeyleri değiştirmek adına bir iradeniz vardır. Bu iradenizi kullanın, bu tip şeyleri okuyun belli bir farkındalık düzeyiniz olsun ve bu farkındalık düzeyinin gerektirdiği şekilde elinizden geldiğince gücünüz yettiğince tepkiniz ortaya koyun. Mesela bu tip şeyleri okuyun demiştim sadece okumakla kalmayın lan çevrenize de anlatın anana babana kardeşine arkadaşına sevgiline çay sohbetinde laf arasında anlat bunları ya da en basitinden ihtiyacın olmayan şeyleri satın alma, alma kardeşim ne kaybedeceksin çok zor şeyler değil bunlar. Bir yerlerden başlamak lazım ve iddia ediyorum ki bu dediğim minvalde bir çaba içinde olmak yani doğru, faydalı icraatler içinde olmak sizleri çok daha huzurlu hissettirecek. Artık yazıyı daha fazla uzatmadan bitirmek istiyorum sonuçta insan okuyacak bunu.
Hadi selametle…
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 - Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, 5. Bölüm
2- age
3- http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0375
4 - http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0278&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M
5- Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution 6. Bölüm
6- http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0157&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M&q1=red%20cross&q2=trotsky
7- New York Tribune
8- Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution 9. Bölüm
9- Isra suresi 36. Ayet
10- age
11- U.S. State Dept. Decimal File, 861.51/815
12- age 861.51/836.
13- http://www.jpmorganchase.com/corporate/About-JPMC/document/shorthistory.pdf 13-Global Banking
14- Anthony Sutton - National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, Western Technology and Soviet Economic Development
15- Prof. Dr. Timur Kocaoğlu
16- http://bioguide.congress.gov/scripts/biodisplay.pl?index=d000147
17- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
18- age
19 - http://www.ge.com/about-us/leadership/profiles/owen-d-young
20- Carroll Quigley, op. cit.
21- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
22- Fritz Thyssen, I Paid Hitler, (New York: Farrar & Rinehart, Inc., n.d.), syf. 88
23- . http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_external_debt
24- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1 *Ancak bu bilgiyi Sutton dışında başka bir kaynaktan teyit edemedim, altına kalıbımı basarım diyemeyeceğim)
25- U.S. Group Control Council (Germany), Office of the Director of Intelligence, Intelligence Report No. EF/ME/1, 4 September 1945.
26- Hjalmar Schacht, op cit., syf 282
27- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
28- James Stewart Martin op cit. syf 70
29- Robert R. Kuczynski, Bankers Profits from German Lands Washington DC: Brookings Instution, 1932 syf. 127
30 Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
31 Age Bölüm 2; The Empire of I.G. Farben
32 Age - Syf 31
33 Age - syf 93
34,35,36 – Age
37- Der Farben-Kanzern, 1928 Hoppemstedt
38- Elimination of German Resources syf. 947
39- Age
40 Washington: Government Printing Office Arşivleri
41- US Congress. House of Representatives, Special Committee on Un American Activities, Investigation of Nazi Propaganda Activities.
42- Age – syf 183
43- Pub. L. 73-67 48 USA Large 195
44- http://www.ge.com/about-us/leadership/profiles/gerard-swope
45- Western Technology and Soviet Eceonomic Development Hoover Instution press 1968
46- New York Times Arşivleri Ekim 1936
47- Mimeographed Translation in Hoover Institution Library, p. 67
48- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 3
49- Lester D. Langley (1986), Mark T. Gilderhusrt, The Second Century: U.S.--Latin American Relations Since 1889, Rowman & Littlefield, 2000, syf. 49.
50- 28 Temmuz 1929 tarihli New York Times Gazetesi
51- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 3
52- 6 Ağustos tarihli New York Times Gazetesi
Not; Komünizm ve SSCB ile ilgili olarak düzenli bir içerik ve hatırı sayılır Türkçe kaynak oluşturan Michael Sikkofield'a teşekkürler.
General Electric'in uluslarası diğer yöneticileri ise Morgan'ın şirket üzerindeki kontrolünü yansıtan elemanlardı ve hem Young hem Swope çoğunlukla JP Morgan firmasının diğer ortağı olan Thomas Cochran'ın da bulunduğu G.E genel kurulundaki Morgan'ın temsilcileri olarak biliniyorlar. E biliniyorlar değil zaten de öylelerdi.
General Electric’in diğer bir yöneticisinin adı Clark Haynes Minor’dur. Bu herif 1920’lerde Uluslarası General Electric’in(Bunu TRT int. gibi düşünebilirsiniz; General Electric International) başkanıdır. Biliyorum fazlasıyla isim geçti ancak bunları belirtmek zorundayım. Siz sadece şirket isimlerini yüzeysel olarak hatırlasanız yeter. Zira anlatmaya çalıştığım şey Rus ve Alman devrimlerinde küresel sermayenin rolü ve Wall Street’in çevirdiği dolaplar. Tansiyonu düşürmeden devam ediyorum.
General Electric’in bir diğer yöneticisi(bölünerek çoğalıyorlar galiba) Victor M. Cutter ise aynı zamanda First National Bank of Boston’da görevli ve Orta Amerika’daki ‘’Muz Devrimi’’nin önemli figürlerindendi.
Şimdi yeri de gelmişken Muz Devrimi nedir ona da bi’ bakalım.
Bazı tarihçiler buna Muz Savaşları demişler.[49] Muz Savaşları ABD ile Orta ve Latin Amerika ülkeleri ve Karayipler arasındaki sürtüşmeleri -ki sürtüşme biraz hafif kalır, zira birçok katliam ve işgal söz konusu- nitelemek için ortaya atılmış bir kavramdır. 1898 İspanyol-Amerikan savaşına kadar dayanan son derece köklü bir mevzu olup Roosevelt dönemindeki ‘’İyi komşuluk politikası’’na da ilham kaynağı olmuştur.
Şimdi aynen Vikipedi’den kopyalıyorum;
‘’ 19. yy ile 20. yy başları boyunca Amerika Birleşik Devletleri, Amerikan iş çevrelerinin yatırımlarını korumak amacıyla pek çok kez Latin Amerika ülkelerine askeri müdahalede bulundu. İşte bu nedenle Latin Amerika ülkeleri ABD'ye karşı geleneksel bir gıpta, kuşku ve yabancılık duymaktadırlar. Başkan Roosevelt'in 1932 sonrasında izlediği "İyi Komşuluk Politikası", Latin Amerika halklarının bu duygularını törpülemek amacını güdüyordu.’’
Ne kadar yanlı bir anlatım olduğunu gördünüz mü? Ulan sen yıllarca adamlara kan kustur sonra da ‘’kıskanıyorlar yeaa’’ demeye getir. He oldu paşam.
Aralık 1933’te ABD ile malum devletler arasında yapılan anlaşmayla ABD’nin bu devletlerin içişlerine karışma hakkı kaldırılmıştır. Zaten 1934’te de ABD gemileri Haiti’yi terk etmiştir.
Haa bu arada Roosevelt’in buradaki mantığı ‘’Dünya Savaşlarının ortasında bir de sizinle uğraşmayalım ’’ gibi bir şeydir. Yoksa Haitilinin, Kübalının yıllarca çekmiş olduğu sıkıntı Roosevelt’in zerre umurunda olmamıştır.
Neyse Amerikan tarihini merak eden gitsin okusun bir yerden, biz tekrar konumuza dönüyoruz;
1920’lerin sonlarında General Electric’in muhteşem üçlüsü Young, Swope ve Minor Alman elektrik endüstrisine hakim olmak için Almanya’ya gider. Hedeflenen gibi bir kontrol elde edemeseler bile en azından A.E.G ve Osram şirketleri içinde önemli söz sahipleri olmak hedefindeydiler. Temmuz 1929’da ise General Electric’in A.E.G’yi satın alacağı dedikoduları dönmeye başlıyor.[50] Ağustos ayında ise 14 milyon Mark değerindeki A.E.G. stokuna General Electric’in ortak olduğu teyit edildi. Bu ortaklık General Electric’e A.E.G’nin %25’ini ve yeni bir pazara açılma imkanı sağlarken A.E.G’ye de bazı Amerikan teknolojileri ve patentlerine sahip olma imkanı sağlamıştır. Ayrıca General Electric bununla da kalmayıp A.E.G’nin Almanya’daki sermaye arttırımını finanse etmiştir. Öte yandan bu anlaşmanın ardından G.E içinde hiçbir A.E.G temsilcisi olmamasına rağmen A.E.G’de 5 Amerikalı temsilci bulunuyordu.[51] Ee durup dururken kimse kimsenin büyümesine ön ayak olmaz. Young, Swope ve Minor elektrik endüstrisine hakim olmaya gittikleri Almanya’da başarılı olmuşlardır. The Vossische Zeitung bu olayı şöyle değerlendirmiş;
‘’Amerikan elektrik endüstrisi içeriyi kemiren bir solucan(bunu bir çeşit Truva atı gibi düşünün, kültür farkı işte adam the worm demiş ancak bunun en güzel karşılığı Truva atıdır) elde etti yalnızca kale burçları kuvvetli olan birkaç rakibin saldırıya dayanması mümkün olmuştur.’’[52]
1930’larda aynı kadro Siemens’i falan da katıyor işin içine ancak ben artık bunları anlatmaktan gerçekten sıkılmaya başladım. Özetle General Electric vasıtasıyla koskoca bir ülkenin elektrik dağıtımını kontrol altına alınması söz konusu.
Şimdi biraz toparlayalım istiyorum;
- Savaş tazminatları ve borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması bahanesiyle bir ülkenin merkez bankasını ele geçiriyorsun.
- I.G Farben kanalıyla yine o ülkeyi kimya endüstrisini şaha kaldırarak geliştirip palazlandırıyorsun.
- General Motors vasıtasıyla yine aynı ülkeyi otomotiv sektörü aktarmalı askeri olarak kalkındırıyorsun.
- General Electric ile koskoca ülkenin elektrifikasyonunu kontrol altına alıyorsun.
Ve bu ülke öyle sıradan bir ülke de değil yakın, çok yakın bir tarihte daha sonraları ittifaklarına katıldığın grubun karşısında ağır bir mağlubiyet almış ve itibarı yerle bir edilmiş yani hala düşmanın olan bir ülke. Sen bu ülkeyi yani Almanya’yı el bebek gül bebek palazlandırıyorsun sonra gidip bir de üstüne savaşa girişiyorsun. Bunun adı danışıklı dövüştür, tiyatrodur. En nihayetinde söyleyeceğim o ki;
YE-MEZ-LER!
Kimse kalkıp da bana ABD’nin(Wall Street’i de dahil ederek söylüyorum) bu kadar destek verdiği kendi eliyle yücelttiği SSCB ile Almanya’nın bir gün kendilerine kafa tutacağını ön göremediklerinden bahsetmeye kalkmasın. Böyle bir şey mümkün değil, evde oturup çamaşır makinesi seyreden otistik çocukları bile inandıramazsınız buna. Asırlık Siyonizm felsefesi ve küresel sermaye kendi idealleri uğruna, sırf daha fazla güç elde etmek adına, hedefledikleri mutlak hakimiyet için iki tane dünya savaşı çıkarmış, irili ufaklı birçok ihtilale ön ayak olmuş, ruh hastası psikopatları finanse etmiş ve milyonlarca insanın canına kastetmiştir.
Yazıyı yavaş yavaş bitirirken şunları söylemek istiyorum bu dünyada hiç kimse için mutlak hakimiyet yok her zaman bir şeyleri değiştirmek adına bir iradeniz vardır. Bu iradenizi kullanın, bu tip şeyleri okuyun belli bir farkındalık düzeyiniz olsun ve bu farkındalık düzeyinin gerektirdiği şekilde elinizden geldiğince gücünüz yettiğince tepkiniz ortaya koyun. Mesela bu tip şeyleri okuyun demiştim sadece okumakla kalmayın lan çevrenize de anlatın anana babana kardeşine arkadaşına sevgiline çay sohbetinde laf arasında anlat bunları ya da en basitinden ihtiyacın olmayan şeyleri satın alma, alma kardeşim ne kaybedeceksin çok zor şeyler değil bunlar. Bir yerlerden başlamak lazım ve iddia ediyorum ki bu dediğim minvalde bir çaba içinde olmak yani doğru, faydalı icraatler içinde olmak sizleri çok daha huzurlu hissettirecek. Artık yazıyı daha fazla uzatmadan bitirmek istiyorum sonuçta insan okuyacak bunu.
Hadi selametle…
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 - Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, 5. Bölüm
2- age
3- http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0375
4 - http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0278&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M
5- Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution 6. Bölüm
6- http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0157&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M&q1=red%20cross&q2=trotsky
7- New York Tribune
8- Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution 9. Bölüm
9- Isra suresi 36. Ayet
10- age
11- U.S. State Dept. Decimal File, 861.51/815
12- age 861.51/836.
13- http://www.jpmorganchase.com/corporate/About-JPMC/document/shorthistory.pdf 13-Global Banking
14- Anthony Sutton - National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, Western Technology and Soviet Economic Development
15- Prof. Dr. Timur Kocaoğlu
16- http://bioguide.congress.gov/scripts/biodisplay.pl?index=d000147
17- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
18- age
19 - http://www.ge.com/about-us/leadership/profiles/owen-d-young
20- Carroll Quigley, op. cit.
21- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
22- Fritz Thyssen, I Paid Hitler, (New York: Farrar & Rinehart, Inc., n.d.), syf. 88
23- . http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_external_debt
24- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1 *Ancak bu bilgiyi Sutton dışında başka bir kaynaktan teyit edemedim, altına kalıbımı basarım diyemeyeceğim)
25- U.S. Group Control Council (Germany), Office of the Director of Intelligence, Intelligence Report No. EF/ME/1, 4 September 1945.
26- Hjalmar Schacht, op cit., syf 282
27- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
28- James Stewart Martin op cit. syf 70
29- Robert R. Kuczynski, Bankers Profits from German Lands Washington DC: Brookings Instution, 1932 syf. 127
30 Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1
31 Age Bölüm 2; The Empire of I.G. Farben
32 Age - Syf 31
33 Age - syf 93
34,35,36 – Age
37- Der Farben-Kanzern, 1928 Hoppemstedt
38- Elimination of German Resources syf. 947
39- Age
40 Washington: Government Printing Office Arşivleri
41- US Congress. House of Representatives, Special Committee on Un American Activities, Investigation of Nazi Propaganda Activities.
42- Age – syf 183
43- Pub. L. 73-67 48 USA Large 195
44- http://www.ge.com/about-us/leadership/profiles/gerard-swope
45- Western Technology and Soviet Eceonomic Development Hoover Instution press 1968
46- New York Times Arşivleri Ekim 1936
47- Mimeographed Translation in Hoover Institution Library, p. 67
48- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 3
49- Lester D. Langley (1986), Mark T. Gilderhusrt, The Second Century: U.S.--Latin American Relations Since 1889, Rowman & Littlefield, 2000, syf. 49.
50- 28 Temmuz 1929 tarihli New York Times Gazetesi
51- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 3
52- 6 Ağustos tarihli New York Times Gazetesi
Not; Komünizm ve SSCB ile ilgili olarak düzenli bir içerik ve hatırı sayılır Türkçe kaynak oluşturan Michael Sikkofield'a teşekkürler.