Selam ahali, bizim kelimelerimizi, toplumsal hafızamızı
kirlettiler, paradigmamızı kaydırdılar. Misal benim neden
‘’ahali’’ dediğimi düşündünüz mü hiç? Çünkü ‘’millet’’ desem bir kesime,
‘’halk’’ desem bambaşka bir kesime iteleneceğim. Tüm kelimelerimiz virüslü,
hepsi kirli…
Ben bu konuya daha evvel de değinmiştim lan bir dakika. Heh;
Kelimeler ve Kavramlar
Vallahi eksiği var, fazlası yok.
Bu yazıda sadece politik meseleleri değil aynı zamanda
sosyal meseleleri de konu edineceğim. Türkiye’de her manada birbirinden ayrılan
iki gergin kutbu inceleyeceğiz. Bol bol görüntülü analiz ve tartışılan
pozisyonların, verilmeyen penaltıların ayrıntılı yorumlarını vaat ediyorum. Esasında
bu yazı, Toplumsal Çürüme ve Okyanus Ötesinden Gelen Tipolojiler yazımın devamı
niteliğinde olacak, okumamış olanlar mutlaka okusun.
1950’li yıllarda özellikle Daniel Lerner ve Lucille
Pevsner’in çalışmaları ışığında Amerikalılar, Türkiye’yi çok güzel analiz
ettiler. O yıllarda Marshall yardımları alan, IMF ve NATO’nun kapısında üyelik
için bekleyen ülkemiz Amerikalıların epey rahat hareket ettikleri bir sahaydı
gerçi ABD Türkiye’de her dönem çok rahattı da, bu dönem ekstra bir pervasızlık
var. Zira ülkede bilinçli insan yok! Küresel güçlerin Türkiye’yi
kıskacına aldığı dönem de tam olarak bu dönemdir.
Daniel Lerner ve Lucille Pevsner gibi saha elemanlarının
raporlarına göre insanımızın tüm eğilimleri, tercihleri, güçlü yanları, zayıf
yanları, zevkleri ve renkleri kodlandı ve bunlara uygun stratejiler belirlendi
ihraç metaları sunuldu. Buna SWOT analizi mi ne öyle bir şey deniyordu anasını
satayım. Neyse siktir edin şimdi siz terimleri, burada biz bizeyiz olum.
Küresel Gücün Türkiye Aktörleri; Sabetaylık, Masonluk, CFRve Bilderberg başlıklı yazımda, sağ-sol gibi tüm sakat fikir akımlarının ve
1980 darbesinin CFR ürünü olduğunu söylemiştim. Darbe sonrasındaki süreci, Turgut
Özal’ı, özelleştirmeleri ve AKP dönemini güzelce özetlemiştik AMA şimdi
bir şey daha ekleyeceğim.
Sene 1991! Kızına ‘’Ankara’’ ismini vermiş olan[1] ve
hakkında yakın zamanda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yakalama kararı
çıkarılan[2], CIA eski Ortadoğu şefi Graham E. Fuller, RAND adına bir rapor
kaleme alır.[3] (Hassiktir lan, tam bir Ahmet Çakar cümlesi oldu bu da.) Bu
arada Graham Fuller’in kızı Samantha Ankara Fuller’in 2013’de Boston’da
gerçekleşen saldırılarla ilgili de oldukça ilginç bağlantıları bulunmaktadır,
yazının sonunda verdiğim 1 numaralı linkte ayrıntıları mevcut, CIA, Çeçenler,
Ruslar ne ararsanız var, Brezilya dizisi gibi ortam. Neyse
dağıtmayalım konuyu, tekrar Fuller’in raporuna dönecek olursak; bu raporda
Türkiye’nin geleceğinin siyasi İslam’dan geçtiği belirtilmektedir. Şimdi o
dönemi bir tahayyül edelim; Erbakan’ın Refah partisi irticadan dolayı
kapatılmadı mı? 28 Şubat diye bir şey yaşanmadı mı olum 90’larda? Bu nasıl bir
öngörü ulan?
Hiç şüphesiz ki, Fuller’in bahsettiği siyasi İslam böyle bir
şey değildi. Anti-Siyonist politikalar izleyen Necmettin Erbakan ile
olmayacaktı, daha ılımlı, söz dinleyen bir figür lazımdı. 28 Şubat süreci ve
Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’nin yükselişi bunun bir sonucudur; Ilımlı İslam
projesi! Erbakan’ın bir lafını anımsadım şimdi; ‘’AKP suyun üzerinde sürüklenen
bir yapraktan ibarettir’’ demişti.[4]
Türkiye birbirlerinden keskin bir biçimde ayrılan birçok
kutba sahip bir ülkedir. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, sağ-sol, liberal-komünist derken
son yıllarda ılımlı İslam’ın ve dolayısı ile Tayyip Erdoğanlı AKP’nin
yükselişiyle yepyeni bir ayrışma daha ortaya çıktı; kendini laik ve
cumhuriyetçi olarak adlandıran seküler kesim ile kendini ‘’muhafazakâr
demokrat’’ olarak adlandıran İslamcı kesim.
Geçenlerde arşivimi kurcalarken twitter’dan aldığım ekran
görüntülerine rastladım. Yazı bu görseller ekseninde şekillenecek, Türkiye’nin
iki kanser kitlesiyle yüzleşeceğiz. Oynat Uğurcum;
İsmini vermek istemeyen seyircimiz, iktidarın totaliter
politikalar uygulamasından ve seçmen kitlesinin de bunu destekliyor oluşundan
rahatsız olduğunu güzelce ifade etmiş AMA ‘’Allah yok, din yalan’’
karikatürü çizmeyi normalleştirme çabasından ötürü ofsayta düşüyor. Toplumda
farklılıkların olması zenginliktir, kitlelerin farklı değerleri, kutsalları ve
hassas noktaları mutlak suretle olacaktır ve bununla beraber olması gereken bir
başka şey de tahammül ve karşılıklı saygıdır. ‘’Allah yok, din yalan’’
karikatürü çizmek, durun popüler tabirle söyleyeyim ‘’offensive’’ bir tutumdur.
Açıkçası ben bu tarz şeyleri yanlış buluyorum.
Şero, diğer görüntülerimiz gelsin;
Hiç kesmeden, araya girmeden olduğu gibi aktardım, zira
kendi içerisinde tutarlı bir biçimde derdini anlatmaya devam etmiş. Her ne
kadar distopik bir ortam betimlemesi gibi olsa da anlatım şeklini ve
örneklemelerini ben beğendim. ‘’Öteki’’ kitlenin falsolarını da iyi tespit
etmiş. Tek eleştireceğim nokta sizlerin
de tahmin edebileceği üzere ‘’F*shane’’ kelimesi olacak. Yahu bunu yapma işte,
sen bunu yazarak ancak kendi kitlen içinde mastürbasyon yaparsın başka da bir
sike derman olamazsın. İşte tam olarak bunlar kutuplaşmanın, gerginliğin
yakıtıdır. Neyse kalaylama kısmını burada keseyim çünkü esas çarşı pazar bu
noktadan sonra karışacak.
Retweet ve favorilenme sayılarını burada kasten açık
bıraktım ki görün, rüzgârı arkasına alınca nasıl da değişiyor ifadeler, bir
cesaret geliyor saldırganlaşıyor. Kitleler gazla çalışır ahali. Hele ki şu son
tweet’i favorileyenleri ben şeye benzetiyorum, Fransız İhtilali esnasında
ideolojik bir temel bulunmaksızın ortalığı yağmalayan donsuzlara, hehehehe.
Şu aşağılayıcı kaknem tavırlar var ya, işte tam
olarak bu tavır bugün AKP’yi iktidarda tutmaktadır. Yoksa ben hiç kimsenin bu
faktör olmasa, her tarafından falsolar fışkıran bu partiye oy vereceğini
sanmıyorum. Etki tepki meselesi, bunun bir benzeri de geçtiğimiz seçimlerde
ABD’de yaşandı. Trump’çı kitle ile Erdoğan’cı kitle birbiriyle ciddi benzerlik
göstermektedir. Erdoğan’ı da Trump’ı da iktidara, öfkeli kitleler taşıdı, içi
boş elitizme duyulan haklı öfke.
Haklı öfke ancak çok yanlış seçim...
Twitter ilginç bir mecra, her çeşit adamı, her çeşit fikri
bir anda ekranında görebiliyorsun. Şu ortamda biri böyle bir şey yazar da buna
cevap gelmez mi peki? Oynat Uğurcum;
Evet, az evvel yaptığım tespitlerin kanlı canlı örneği ile
karşı karşıyayız. Al sana etki, al sana tepki! Gelelim eleştirilecek noktaya; -de’nin
–da’nın yazımı gibi dil bilgisi kurallarına hiç girmeyeceğim zaten de ‘’Polise şikâyet
ediyormuş, ne yapsın kendi mi halletsin?’’ diye bir ifade var ki korkunç!
Kendisinden olmayana yapılacak her türlü baskıyı mubah görmektir bu. Hani,
popüler bir kelimemiz var ya ‘’faşizm’’ diye. Kimse faşizmin anlamını tam
olarak bilmez. Faşizm işte budur, ‘’benden olmayan, ölsün’’ demektir.
İktidarlar, böyle yanılgılara düşebilirler bunun adı eğer iyi niyetli
düşüneceksek sarhoşluktur. Ancak kitleler de buna kapılırsa kaos hakim olur.
Ülkemizde olan da tam olarak budur. Yani ahir kelam, bu kafalar ya değişecek ya
da değişecek!
Yazıyı artık bitirirken, tıpkı Cem Yılmaz’ın filmlerinde 4.
duvarı yıkarak attığı nutuklar gibi klasikleşmiş nutuk çekme merasimimizi
yapmaya ise vallahi mecalim yok.
Hadi selametle…
-------------------------------------------------------------------------