Selam ahali, daha önce ‘’İslam’ın Dejenere Edilmesi
Spiritüalizm Tasavvuf ve Cemaatler’’ başlıklı yazımda insan yaşamının büyük bir
çoğunluğuna din yön verir demiştim. Bu ifademin hala arkasındayım hatta bir
adım öteye götürerek şunu söyleyebilirim ki; bir dine gerçekten iman eden
insanın tüm yaşantısına din yön verir. Yani öyle ‘’ben inancımla günlük
yaşantımı birbirine karıştırmıyorum’’ demek gibi bir seçeneğiniz yoktur.
Mesela günümüz toplum paradigmasının en büyük yanlışlarından
biri de yalnızca kurum, kuruluş veya devlet gibi organizasyonların sahip
olabileceği ‘’laik’’ sıfatının insan için de kullanılıyor olmasıdır. Bir dine
inanıyor ve o dinin gerekliliklerini yerine getirmiyor, o dine göre
yaşamıyorsan günahkar, münafık veya o din bu durumu nasıl isimlendiriyorsa
osundur, bir dine mensup olmadan yaşamını idame ettiriyorsan haliyle yaşantına
yansıtacağın gerekliliklerin de bulunmaz, bu durumda da ateist, deist ya da seküler
olabilirsin yani insanın laiki olmaz. Ki kanımca kurum, kuruluş veya devlet
gibi organizasyonların sahibi olabildiği ‘’laik’’ sıfatının insandaki karşılığı
‘’seküler’’ kelimesi olmalıdır. Bu kullanım böyle yapıldığı takdirde Türkiye
Cumhuriyeti içinde herhangi bir dine mensup insanların rejim düşmanı gibi
algılanmasının da önüne geçilerek yığınla gereksiz tartışmayı daha başlamadan
bitirebiliriz.
Neyse, şimdi benim amacım kavram karmaşalarına son vermek ya
da yenilerini ortaya çıkarmak değil ve özellikle de laikliğin tartışıldığı şu
günlerde bu hassas konudan uzak durmakta fayda görüyorum. Anlatmak istediğim
konudan hayli uzaklaşmaya başladığımı fark ettiğim için dümeni yavaşça Kur’an’a
doğru kırayım.
Daha önceki yazılarımda hep Kur’an okumanın, anlayarak
okumanın gerekliliğinden dem vurdum, alakalı, alakasız her yerde mutlaka Kur’an
okuyun dedim, Hitler’in propagandacıları gibi hiç vazgeçmedim bu söylemimden ve
yine söylüyorum şu kitabı lütfen okuyun. Kendiniz için okuyun. Çünkü Kur’an
gerçekten çok acayip bir kitap ve okumalarım, araştırmalarım neticesinde
kesinlikle inanılmayı hak eden bir kitap.
‘’Neden Müslümanım?’’
Bu soru bence her Müslümanın kendisine sorması gereken en
önemli sorulardan biri hatta belki de en önemlisidir. Ne yani Liverpool’da
doğsaydım Hıristiyan mı olacaktım? Ya da Mumbai de doğsaydım Hindu mu
olacaktım? Çoğunluk ve ya toplumun değer algıları diye ifade edebileceğim
kabuller hiçbir zaman bu denli önemli bir konuda ölçü olamaz. Zira insan doğası
gereği hata yapmaya mahkumdur. Kur’an’da da bu minvalde birçok ayet vardır;
‘’Allah'ın nimetlerini çok iyi tanıdıkları halde onları
inkar ederler. Onların çoğu kafirlerdir’’.[Nahl,83]
‘’Biz bu Kuran'da her türlü örneği verdik, ne var ki halkın
çoğunluğu inkarda direniyor.’’[İsra,89]
‘’Kulak verirler; ancak çoğu yalancıdır.’’[Şuara,223]
‘’Andolsun, size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan
hoşlanmayanlarsınız.’’[Zuhruf,78]
‘’… Zira onların çoğu akıl etmiyorlar.’’[Maide 103]
vs, vs…
Özetle Kur’an’da çoğunluğun bir ölçü olamayacağı gayet net
bir şekilde ifade edilmiş. Notlarım arasında bu konuyla ilgili 20 ayet vardı 5
tanesini örnek teşkil etmesi amacıyla buraya koydum. Zaten anlayana sivrisinek
saz derler…
Ben açıkçası Kur’an’dan dolayı Müslümanım. Bu yazımda da
beni inanmaya ikna eden ve Kur’an’ı inanılmayı hak eder kılan bazı örnekleri
paylaşacağım. Haa bu demek değildir ki burada bir ispat çabasına gireceğim, hiç
inanmayan birine iki ayet okutup beş dakikada kelime-i şehadet getirteceğim. Bir
kişinin inanası varsa inanır inanası yoksa zaten hiçbir şekilde onu inanmaya
ikna edemezsin. Yukarıda Kur’an’ı inanılmayı hak eden bir kitap olarak
tanımladım bu yazıdaki amacım da bu kitabı ‘’inanılmayı hak eder’’ konuma
getiren örnekleri teşhir etmek olacak. Daha fazla laf kalabalığı yapmadan
başlamak istiyorum. Ha bir de en sağlam ve Arapçadan Türkçeye çevirisi güzel
yapılmış meal olarak Ali Bulaç ve Yaşar Nuri Öztürk’ün(evet ciddiyim)
çalışmalarını gördüğüm için ayetleri sizlerle paylaşırken bu iki meali
karşılaştırmalı olarak göreceksiniz. Zaten okurken de birkaç meali
karşılaştırmalı olarak okumanızı tavsiye edebilirim.
Hani bir klişe vardır ya ‘’bizim mevcut bilim düzeyiyle yeni
yeni keşfettiğimiz şeyleri Kur’an 1400 sene evvel haber veriyürdü’’ diye hah
işte o lafın belli ölçüde gerçeklik payı vardır aslında. Kur’an bir bilim
kitabı değildir derler, evet buna kesinlikle ben de katılıyorum Kur’an
kesinlikle Planetary Report gibi elinize alıp okuyabileceğiniz bir bilim
dergisi değildir ancak zaman zaman dönemini aşan bilgiler vererek ‘’inanılmayı
hak eden bir kitap’’ olduğunu göstermiştir. Ateistlerin iddiasına göre –hatta
niye sadece ateistler olsun ki Müslüman olmayan insanların hepsi için geçerli
bu- Kur’an Muhammed peygamberin elinden çıkmıştır. Ben ise bu yazıda bu kitabın
değil Muhammed peygamber o dönemde yaşamış herhangi bir insan evladının elinden
çıkmış olamayacağını savunacağım.
Mesela Zariyat suresinin 47. Ayetinde evrenin genişlemekte
olduğu ve Ahkaf 3. Ayette de evrenin başlangıcı ve sonu olduğu bilgisi
verilmiştir.
Zariyat 47
Ali Bulaç meali; ‘’Göğü
'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.’’
Yaşar Nuri Öztürk meali; ‘’Göğe gelince, onu biz ellerimizle
kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, genişleticileriz.’’
Ahkaf 3
Ali Bulaç meali; ‘’Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında
bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel (belli bir süre) olarak
yarattık. İnkâr edenler, uyarıldıkları şeyden yüz çeviren(kimseler)dir.’’
Yaşar Nuri Öztürk meali; ‘’Gökleri ve yeri ve ikisi
arasındakileri hak olarak ve belirlenmiş bir süre için yarattık biz. Küfre
batanlarsa uyarılmış oldukları şeyden yüz çevirmektedirler.’’
İnsanlık ise bu bilgiyi 1920’li yıllarda teyit ediyor.[1]
İnsanlık için evren konusunda her daim iki mantıklı ihtimal olagelmiştir.
Birincisi evrenin ezeli, sabit ve durağan olduğu ikincisi ise evrenin bir
başının ve sonunun olduğu ve sabit olmadığı, sürekli genişlediğidir. Bu
‘’ihtimallerden’’ birini seçip de kutsi kaynak olacak bir kitaba eklemek büyük
bir kumardır ve tutmuş bir iddiadır. Müslüman olmayanlara göre Muhammed
peygamber burada başarılı bir kumara imza atmıştır, Müslümanlara göre ise Allah
kitabı kendisinin gönderdiğini kanıtlamıştır.
Yine Zariyat suresinden devam edelim 49. Ayete geldiğimizde
ise şöyle bir manzara ile karşılaşıyoruz;
Ali Bulaç; ‘’Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki,
öğüt alıp-düşünürsünüz.’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Her şeyden iki çift yarattık ki düşünüp
anlayabilesiniz.’’
Şimdi burada aslında çok önemli bir ayrım var. Özellikle
ateistlerin ‘’Kur’an’da mantık hataları var’’ derken en çok öne sürdüğü
ayetlerden biri budur.
Eşeysiz üreyen, cinsiyeti bulunmayan canlılar da vardır
diyerek bu ayette hata olduğunu öne sürerler genelde, ancak ben bu ayette bir
cinsiyet ifadesi göremiyorum ahali. Her canlıdan iki çift yarattık gibi bir
ifade olsaydı evet gerçekten burada bir hata olduğu kabul edilebilirdi ancak
her şey denmiş yani aklınıza gelebilecek her şey. Daha geniş kapsamlı
düşünmemiz istenmiş zaten ayetin sonunda da düşünmeye bir vurgu var. Burada
aksine evrendeki ikili sistemlere ve karşıtlıklara bir atıf yapılmaktadır. Bu
olayı atomların + ve – ile yüklenmelerine, bilgisayarların kullandığı 0’lı 1’li
ikili sistemlere, gece-gündüz, iyi-kötü gibi karşıtlıklara falan götürebilirsiniz
ama cinsiyete götüremezsiniz. Bu sadece onu orada görmek isteyen birinin
başarabileceği bir şeydir. Bir metni anlamaya çalışırken esas almanız gereken
ilk şey o metnin kendisidir. Ön yargılarınızdan sıyrılın.
Mikrofizik ve yüksek enerji fiziğinde kuark ve elektronlar arasında
eşler halinde görünümler vardır. Up kuark - down kuarklar ve
parçacık-antiparçacıklar arasında bazı belli oranlar gözlenmiştir ve bunlar
ikili sistemdedir, çifttir. Tıpkı Zariyat 49’da belirtildiği gibi.
Örneğin;
Proton iki up kuark ve bir down kuarkın bir araya gelmesi
ile oluşur.[2]
Nötron ise iki down kuark ve bir up kuartan meydana gelir.[3]
İnsanlık ise kuark ile 1968’de tanışıyor ve ardından çok
yakın bir tarih olan 1995’de ancak son kuark olarak üst kuarkı keşfediyor.[4] Haa
bu söylediğim şey üzerine baya bi’ düşünüldüğünde, ciddi manada kafa
yorulduğunda kurulabilecek itiraz kabul edebilir bir bağdaştırma ancak
kesinlikle cinsiyetten daha makul, daha mantıklı bir bağdaştırma. Zira bu
ayette her şeyin iki cinsiyetten meydana geliyor olduğunu çıkarmak bunu ancak
orada görmek isteyen birinin başarabileceği bir şeydir, hiçbir geçerliliği
yoktur. Bu ve bu gibi yorumlarda art niyet ararım ben. Sıklıkla tekrar ettiğim
bir söylemim vardır; bir metni değerlendirirken tek parametreniz o metnin
kendisi olmalıdır. Aksi takdirde zaten var olan fikirleriniz, ön kabulleriniz
şartlar ne olursa olsun değişmeyecektir ve sizi yanlış yönlendirecektir.
Yine bu konuya paralellik gösteren meselelerden devam etmek
istiyorum. İlkokul bilgilerinizi hatırlayın; ‘’Güneş ısı ve ışık kaynağıdır, Ay
ise sadece Güneşten aldığı ışığı yansıtır, Güneş de bir yıldızdır.’’ Kur’an’da
bu olay Mülk, Saffat ve Nuh surelerinde kendine yer bulmuştur. Hemen ayetleri
sıralamak gerekirse;
Mülk 5;
Ali Bulaç; ‘’Andolsun biz en yakın göğü kandillerle süsleyip
donattık ve bunları, şeytanlar için taşlama birimleri kıldık. Onlar için
çılgınca yanan ateşin azabını hazırladık.’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle
süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın
ateş azabını da hazırladık.’’
Saffat 6;
Ali Bulaç; ‘’Şüphesiz biz dünya göğünü ‘çekici bir süsle’,
yıldızlarla süsleyip donattık.
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla
süsleyip donattık.
Nuh 16;
Ali Bulaç; ‘’Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de
aydınlatıcı ve yakıcı bir kandil yapmıştır.
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Ve Ay’ı bunlar içinde bir nur yaptı ve
Güneş’i bir kandil haline getirdi.’’
Şimdi bu üç ayetten bir sentez yapalım. Unutmamak gerektir
ki Kur’an bu gibi sentezlere müsait komplike bir kitaptır. Meselenin başlangıcının
bir surede devamının diğer surede olduğu yüzlerce örnek vardır. Bu da bir
anlatım tekniğidir esasında.
Tekrar konuya dönecek olursak bu üç ayette üç gök cisminden
bahsedilmiş;
- Güneş
- Ay
-
Yıldızlar
Bu üç gök cisminden Güneş ve yıldızlar için ortak sıfatlar
olarak ısı ve ışık yaydıklarından bahsedilmiş ve hatta ‘’ateş’’ yakıştırması
yapılmıştır. Ancak Ay’a gelecek olursak Ay’dan bahsedilirken ‘’nur’’ sıfatı
uygun görülmüş, Nur Kur’an’da yansıtıcı özellikleri karşılayan bir sıfat olarak
kullanılır. Normal şartlar altında gökyüzüne doğru bir bakış atan dönem
insanından beklenecek bakış açısı gündüzleri dünyasını aydınlatan Güneş ile
geceleri nispi bir aydınlanma sağlayan Ay arasında bir benzerlik kurması veya
Ay ile yıldızlar arasında bir benzerlik kurması yönünde olmalıdır. Ancak o
dönemde kimse kalkıp da Güneş ile yıldızlar arasında bir ilinti kuramaz
kardeşim onu bi’ geçelim. Bunu iddia eden adama da sadece güler geçerim.
Sonuç olarak bu örneği göz önünde bulundurarak şunu
söyleyebilirim ki bu üç ayeti o dönemde yaşamış olan hiçbir insan evladı
bilerek, isteyerek, kasten ve kendi aklıyla iradesiyle yazmış olamaz. ‘’Attı
tuttu’’ falan gibi argümanlar üretenler var böyle bir şeyin gerçekleşme ihtimali
sahilde yürüyüş yaparken birden kafanıza 1974 model Chevrolet Camaro aküsü
düşme ihtimali ile eş değerdir.
Bir başka gök cisminden daha bahsetmek istiyorum şimdi. Bu
sefer neden bahsedildiğini söylemeden önce vereceğim ayetleri.
Tarık 1
Ali Bulaç; ‘’Göğe ve Tarık’a andolsun’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Yemin olsun göğe ve Tarık’a; o,gece
gelene/o tokmak gibi vurana/o, çıkıverip de yürek hoplatana.’’
Tarık 2;
Ali Bulaç; ‘’Tarık’ın ne olduğunu sana bildiren nedir?’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Nereden bileceksin sen nedir Tarık?’’
Tarık 3;
Ali Bulaç; ‘’(Karanlığı) Delen yıldızdır.’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Parlayan ışığıyla karanlığı delen
yıldızdır o.
Burada bir parantez açmakta fayda var. Normal şartlar
altında bu ayeti(Tarık 3) Arapça’dan kelimesi kelimesine çevirdiğinizde ‘’delen
yıldız’’ gibi bir şey elde edersiniz. Ancak Ali Bulaç bir parantez açarak
‘’karanlığı’’ kelimesini eklemiştir, yorumdur mealde olmaması gereken bir
şeydir anlamı tamamen kaydıran bir eklemedir. Yaşar Nuri ise zaten hızını
alamayıp Allah ne verdiyse yardırmıştır.
E hani sen bu mealler sağlamdır demiştin?
Birçok noktada tatmin edici ve isabetli çeviriler ancak
unutulmamalıdır ki insan yapımı olan her şeyde(çeviri) bir kusur mutlak suretle
vardır ve kimse size %100 salt gerçeği vermez. Zaten işte tam da bu yüzden
mealleri karşılaştırarak okuma taraftarıyım. Neyse tekrar konuya dönecek
olursak;
Şimdi eğer çamaşır makinesi seyreden bir otistik değilseniz
burada bahsedilen şeyin normal yıldızlardan daha farklı bir şey olduğunu
anlarsınız. Zira 2. Ayette mevcut şartlar altında Tarık’ın ne olduğunun
anlaşılmasının zor olacağı söyleniyor. Yani öyle çimlere uzanıp da yıldızları
seyrederken görebileceğin bir şey değil. Farklı bir şey, değişik bir şey bu
Tarık. Arapçası Tarık olan bu gök cismi Pulsardır. Pulsarların keşfi de yakın
bir döneme tarihlenir.(1967)[5] Zaten Tarık kelimesinin Türkçe karşılığı da ‘’vurmak’’,
‘’çarpmak’’tır.
Pulsar, radyo dalgaları şeklinde düzenli vuruş ve akışlar
yayan yıldızlardır. Milyonlarca senelik bir parlayıştan sonra nükleer yakıtını
tüketen bir yıldız önce sarsılmaya, sönmeye ve çözülmeye başlar. Bu arada
kütlesi de inanılmaz ölçülerde artar bir dizi safha daha geçirdikten sonra
Pulsar halini alır. Pulsardaki maddenin bir santimetre küpü, ağırlık olarak
yaklaşık 100 milyon ton gelecektir. Pulsardaki bir çay kaşığı maddeyi
kaldırabilmek için, her biri 50 ton yük kaldıran dev vinçlerden iki milyon adet
gerekecek veya bu maddeyi taşıyabilmek için de, dört milyondan fazla büyük
kamyon lazım olacaktır.[6] Tabi tüm bunlar olurken malum madde gezegeni delip
geçmezse.
Ha buradan Kur’an okuyarak Pulsarın keşfinin
gerçekleştirilebileceğini elbette ki çıkaramayız ben de zaten böyle bir şey
iddia etmiyorum. O işi genelde domatesin üzerinde Arapça Allah yazısı arayan
facebook sayfaları yapıyor. Buradaki asıl mesele Kur’andaki izahatların
bilimsel gelişmelere uyuyor olması, paralellik gösteriyor olmasıdır. Zaten daha
önceden de belirttiğim üzere Kur’an bir bilim kitabı değildir. Önemli olan bu kitapta
anlatılanların gerçek hayatta bir karşılığı olması ve bin küsur sene evvel
olmasıdır.
Şimdi de biraz zamanın izafiliğinden bahsetmek istiyorum.
Malumunuz Einstein bu teoriyi 1905 yılında Annalen der
Physik dergisinde ortaya atmıştır. Özetle bu olay zamanın, mekanın ve hareketin
birbirlerinden bağımsız olmadığı, birbirlerine bağlı olduğu ve aralarında bir
görelilik olduğudur.[7] [8]
Daha da basit anlatmak gerekirse zaman her koşulda aynı
hızda geçmez. Yani evde yan gelip yatan bir adam ile uçakla seyahat eden
birinin geçirdiği zaman aynı değildir. Ancak bu fark saniyenin bilmem kaçta
biri gibi bir oranda olduğu için ‘’sürekli havada seyahat edip de genç
kalayım’’ şeklinde bir düz mantık geçerli olmayacaktır tabi ki.
Peki bu olay Kur’an’da kendine nasıl yer bulmuş bir de ona
bakalım. Bunun için toplam 8 ayeti incelememiz gerekecek.
Secde suresi 5. Ayet der ki;
Ali Bulaç; ‘’Gökten yere her işi O evirip düzene koyar.
Sonra sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’İş ve oluşu gökten yere doğru çekip
çevirir; sonra o O’na yükselip çıkar. Bir günde ki, süresi sizin saymakta
olduğunuz günlerden bin yıla denktir.
Şimdi burayı doğru yorumlamak gerekir gidip de ‘’Benim şimdi
yediğim haltlar Allah’a bin yıl sonra mı ulaşacak’’ gibi düz mantıkla yaklaşırsan
olmaz. Burada esas anlatılan şey olayları aktaran meleklerin(Cebrail gibi) çok
yüksek hızlarda hareket ettikleri ve ciddi zaman farkları oluştuğudur. Ayrıca
Allah’ın zamanın dışında olduğunun da bir izahı olarak kabul edilebilir bu ayet
zira Allah bizim gibi zamanın içinde değil dışarıda olduğu için geçmişi,
şimdiki zamanı ve geleceği bir bütün olarak dışarıdan gözlemleyebilmektedir.
Tabi bu son söylediklerim benim yorumumdur, derinlemesine bir bakıştır ama ana
hatlarıyla bu ayet zamanın izafiliğine güzel bir açıklamadır.
Mearic suresi 4. Ayet;
Ali Bulaç; ‘’Melekler ve Ruh(Cebrail) O’na süresi elli bin
yıl olan bir günde çıkabilmektedir.
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl
olan bir günde yükselirler O’na.’’
Burada yine meleklerin çok yüksek hızlarda hareket ettikleri
ve zaman farklılıkları oluştuğu anlatılmış. Tekrar tekrar açıklamaya lüzum
görmüyorum.
Devam edelim;
Hacc suresi 47. Ayet;
Ali Bulaç; ‘’Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini
istiyorlar; Allah, va’dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin
Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Senden aceleyle azabı istiyorlar; Allah
vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katında bir gün, sizin
saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir.
Şu an içinde bulunduğumuz evren ile ahiret evreni arasındaki
ciddi zaman farkından bahsediliyor. Görüldüğü üzere oradaki bir gün ortalama
bir insanın ömründen kat be kat fazla. Peki böyle bir durumda kulların bi’
afallaması gerekmez mi? İşte bu olay da bir sonraki ayetlerde açıklanmış.
Şöyle ki;
Yunus suresi 45. Ayet;
Ali Bulaç; ‘’Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür
sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış
olacaklar. Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır.
Onlar hidayete ermiş(kimseler) değildi.’’
Yaşar Nuri Öztürk; ‘’Onları huzuruna toplayacağı gün,
gündüzün bir saatinden başka dünyada durmamış gibidirler; aralarında
tanışırlar. Allah’a kavuşmayı yalanlayıp da doğru yolu tutmamış bulunanlar
hüsrana uğramışlardır.’’
Ahkaf suresi 35. Ayet;
Ali Bulaç; ‘’Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin
sabrttikleri gibi. Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri
şeyi(azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar
yaşamış(olacak) lardır. (Bu) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden
başkası yıkıma uğratılır mı?
(Artık YNÖ diye kısaltacağım, zaten üç isimli Cumhuriyet
dönemi edebiyatçılarına da ayar olurdum)
YNÖ; ‘’Artık, resullerin azim sahibi olanlarının sabrettiği
gibi sabret! O inkarcılar için acele etme! Tehdit edildikleri azabı gördükleri
gün, gündüzün sadece bir saati kadar yaşamış gibi olurlar. Bir duyurudur bu.
Sapmışlar topluluğundan başka kim helak edilir.
Müminun suresi 112-113-114. Ayetler;
Ali Bulaç; ‘’Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne
kadar kaldınız?’’
‘’Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar
kaldık, sayanlara sor."
‘’Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten
bir bilseydiniz,"
YNÖ; ‘’Buyurur: "Yeryüzünde yıllar sayısıyla ne kadar
kaldınız?"
‘’Derler: "Bir gün yahut günün bir kısmı kadar;
sayanlara sor."
‘’Buyurdu: "Sadece birazcık kaldınız. Keşke biliyor
olsaydınız."
İşte o bahsettiğim afallama bölümü geldi. Allah kullarına
‘’yeryüzünde ne kadar kaldınız?’’ diye sorduğunda dünya ile ahiret arasındaki
zaman farklılığından ötürü herkesin şirazesi kayıyor ve takriben 60-70 yıllık
ömrünü ‘’günün bir kısmı’’ şeklinde tanımlıyor. Allah ise yine her şeyin
farkında ve her şeye kadir, böyle bir zamansal kayma yaşamıyor zira zamanın
dışında, zamandan münezzeh. Bu da zamanın da bir yaratık olduğu anlamına gelir
ve o meşhur ‘’her şeyi Allah yarattıysa Allah’ı ne yarattı?’’ sorusunu da boşa
çıkarır zira zamanın Allah’a bir üstünlüğü yok aksine tersi bir durum var.
Ancak Müminun suresinin 113. Ayetini dikkatli okuyanlar şunu
da fark edeceklerdir ki kulların bir kısmı ‘’yeryüzünde ne kadar kaldınız?’’
sorusuna ‘’bir gün’’ diye cevap verirken bir kısmı ise ‘’günün birazı, gündüzün
bir saati kadar’’ şeklinde cevaplar vermektedir. Böyle bir şey olabilir mi bu
ne demektir? Bu durumda ayete göre bazı insanlar 1000 sene yaşamış oluyor.
Diğer kısmı ise günümüz insanının ortalama ömrü kadar.
Ben burada pası Ankebut suresi(ki Kur’an’daki en ilginç
surelerden biridir, ona da değineceğim.) 14. Ayete atacağım;
Ali Bulaç; ‘’Andolsun, biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak)
gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar
zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.’’
YNÖ; ‘’Yemin olsun, biz Nûh'u toplumuna gönderdik de o,
onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda onları tufan
yakaladı. Çünkü zalimlerdi onlar.’’
Ayete göre Nuh Peygamber 950 yıl yaşamış. Şimdi bir düşünün
siz maksimum 100 sene yaşayabiliyorken bir adam 950 sene yaşıyor bu durumda
onun peygamberliğini kabul etmeme şansınız olabilir mi? Elbette ki hayır bu
durumda demek oluyor ki; o dönem insanları hakikaten 950-1000 sene falan yaşıyordu.
Peki biz bu sonuca nasıl ulaştık?
Müminun 113 ile Ankebut 14’ü sentez ederek.
Kur’an gerçekten muhteşem bir kitap ve kesinlikle inanılmayı
hak eden bir kitap.
Ankebut suresi çok ilginç bir sure demiştim oradan devam
edelim;
Bildiğiniz üzere Kur’an ayetleri Müslümanlar tarafından
genelde iki gruba ayrılır;
Muhkem ve müteşabih ayetler.
Muhkem’i net, kolay anlaşılır, müteşabihi ise mecaz veya
dolaylı, anlaşılması zor olan gibi düşünebilirsiniz.
Ankebut suresinin şimdi göz gezdireceğimiz ayetleri de
anlaşılması biraz zor, anlaşılması için yanında ekstra bilgi gerektiren
ayetlerdir.
Ankebut suresi 41 ve 43. Ayetler;
Ali Bulaç; ‘’Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin
örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en
dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.’’
‘’İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak
alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.’’
YNÖ; ‘’Allah'ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir
ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi elbette ki
dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!’’
‘’Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki
ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez.’’
Öncelikle burada şunu belirtmek istiyorum ki Ali Bulaç
burada falso bir çeviri yapmıştır. Doğru çeviri Yaşar Nuri’ninki gibi
olmalıdır. Nedir bu kritik hatalar;
Sen şimdi burada ‘’dişi örümcek’’ vurgusunu kaçırıp direkt
‘’örümcek’’ dersen bu ayeti anlamayı hayli zorlaştırır hatta imkansız hale
getirirsin ikincisi evleri nitelerken seçilen sıfat güvensiz yerine zayıf
dersen anlamı yine kaydırmış olursun üçüncüsü ise ‘’ilim sahipleri’’ yerine
‘’alim’’ kelimesinin kullanılması bu da yine anlamayı zorlaştıran bir
ayrıntıdır zira burada sahip olunması gereken ilim biyolojidir ancak ‘’alim’’
dendiği zaman kaçınızın aklına biyolog gelir? İşte al sana mealleri
karşılaştırarak okumanın faydaları.
Ayeti analiz etmeden önce bir bilgi vermek istiyorum;
Karadul örümceğinin dişisi çiftleşmeden sonra erkeğini yer[9],
harbi yer lan, doğru okudun.
‘’Evlerin en güvensizi’’ olarak ‘’dişi örümceğin evi’’nin
gösterilmesi işte bu yüzdendir. ‘’ilim sahiplerinden başkası onlara akıl
erdiremez.’’ Denmesinin sebebi de işte budur. Yani sen bu bilgiyi bilmeseydin
hayatta anlayamazdın buradaki benzetmeyi.
Bir de gördüğünüz üzere Allah yeri geldiğinde ‘’bunu
anlayabilmen için ekstra bir şeyler bilmen lazım, bak burada böyle bir şey
yaptım’’ diye sana ipucu veriyor ancak buna rağmen hala baskın zihniyet ‘’biz
Kur’an’ı anlayamayız’’ deyip durmaktadır. Lan zaten gerekli yerlerde uyarılar
var sen daha niye insanların güzelim kitabı okumalarına engel oluyorsun ki? Ben
bu noktadan sonra art niyet ararım işte. Ya açıkçası bu konuda da çok doluyum,
söyleyecek çok şeyim var ancak bu yazının konusu o değil ‘’başka bahara’’ deyip
kısa kesiyorum.
Şimdi tekrar Müminun suresine bir geri dönüş yapacağız. Konu
embriyonun oluşum sırası olacak.
Müminun suresi 13. Ve 14. Ayetler;
Ali Bulaç; ‘’Sonra onu bir su damlası olarak, savunması
sağlam bir karar yerine yerleştirdik.’’
‘’Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık;
ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha
sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et
giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli
olan Allah, ne yücedir.’’
YNÖ; ‘’Sonra onu çok dayanaklı bir karargâhta bir damlacık
yaptık.’’
‘’Sonra o damlacığı bir embriyo halinde yarattık, sonra o
embriyoyu bir et parçası halinde yarattık, sonra o et parçasını bir kemik
halinde yarattık ve nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka
yaratılışta yeniden kurduk. Yaratıcıların en güzeli Allah'ın kudret ve sanatı
ne yücedir!’’
Eee yani?
Yanisi şu ki Kur’an’ın yaptığı sıralama; et>kemik>et
şeklindedir ve bunu aynen bu şekilde bu kadar net ve günümüzde elde edilmiş
olanla aynı olarak açıklayan ne başka bir kutsal kitap ne de o dönem yazılmış
başka bir kaynak vardır. Kur’an bu anlamda tektir ve tekrardan muhteşemdir,
benim nazarımda kesinlikle inanılmayı hak eden bir kitaptır.
Peki din oluşturma ve insanları buna inandırma gayesinde
olan bir adamın asla yapmayacağı, yapmaması gereken şey nedir?
Kehanet. Özellikle de yakın tarihli olanları.
Kur’an’da buna bir örnek var mı?
Tebbet suresine gideceğiz. Tebbet suresi sadece 5 ayetten
oluşmaktadır, Ebu Leheb için Ebu Leheb yaşarken inmiştir ve şöyle denmektedir;
Ali Bulaç; ‘’Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.’’
‘’Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.’’
‘’Alevi olan bir ateşe girecektir.’’
‘’Eşi de; odun hamalı (ve)’’
‘’Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.’’
YNÖ; ‘’Elleri kurusun Ebru Leheb'in; zaten kurudu ya!’’
‘’Ne malı kurtardı onu ne de kazandığı.’’
‘’Alevli bir ateşe yaslanacaktır o;’’
‘’Karısı da, odun hamalı olarak.’’
‘’Gerdanında bir ip olacaktır onun, en sağlam
fitillisinden...’’
Şimdi sizlerden öncelikle o dönemin konjonktürünü bi’
düşünmenizi isteyeceğim. Bir tarafta Muhammed Peygamber elinde yeni bir din var
insanları inandırmaya uğraşıyor, karşısında da en büyük muhaliflerden Ebu
Leheb. Böyle bir durumda bu şekilde sözlere yer verir misin kitabında? Ben
hayatta böyle bir topa girmezdim açıkçası. Ne demek lan Ebu Leheb cehennemin
dibine gidecek, ya o adam tövbe etseydi ya da tövbe etmesine de gerek yok
Sabetay Sevi gibi tamam inandım dese ben de Müslümanım dese ne olacaktı?
Bütün sistem çöpe gidecekti!
Sizce Muhammed Peygamber ya da bir başkası bunu göze
alabilir miydi? Böyle bir kumar oynanır mı? Ya da bu benim söylediklerim Ebu Leheb’in
aklına gelmemiş midir?
Mümkün değil.
İşte bu durum kitabın bir insan evladının elinden
çıkmadığının Allah’tan geldiğinin bir diğer kanıtıdır mesela. Bu durumda Kur’an
sonuna kadar inanılmayı hak eden bir kitaptır benim için.
Kur’an’dan bir kehanet daha göstermek istiyorum. Rum
suresinin ilk beş ayetine göz gezdireceğiz.
Rum suresi 2-5. Ayetler;
Ali Bulaç; ‘’Rum (orduları) yenilgiye uğradı.’’
‘’Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra
yeneceklerdir.’’
‘’Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir
Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir.’’
‘’Allah'ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü
ve üstün olandır, esirgeyendir.’’
YNÖ; ‘’Yenilgiye
uğratıldı Rûm.’’
‘’Yeryüzünün en yakın/en alçak bir yerinde. Ama onlar yengilerinin
ardından galip duruma geçecekler,’’
‘’Birkaç yıl içinde. İş/oluş/hüküm, önünde de sonunda da
Allah'ındır. Onların galibiyet gününde müminler ferahlayacaklar,’’
‘’Allah'ın yardımıyla. Dilediğine yardım eder O! Azîz'dir,
Rahîm'dir O.’’
Rum, Anadolu için kullanılan bir tanımlamadır. Peki o dönem
Anadolu’da kimler var?
Doğu Roma imparatorluğu ya da alışık olduğumuz şekliyle
söylemek gerekirse; Bizans. Malum dönemde Anadolu’da devrin iki süper gücü Doğu
Roma ve Persler kapışıyor. 400 yıl süren bir savaşlar dizisi söz konusu.[10] Bu
sure ise 615 yılında inmiştir ve savaşın 602-628 yılları arasındaki dönemini
konu ediniyor.[11] İlk ayette ‘’Rumlar yenildi’’ kısmı Sasanilerin 613 yılından
başlayarak 615 yılına kadar İran’dan başlayarak Mısır’a kadar olan toprakları
Bizans’ın elinden alması ve 614’te de Kudüs’ü işgal etmesini[12]
kastetmektedir. Bu dönemde Bizans yani Doğu Roma fena dayak yiyor Perslerden.
Yani o dönem için Bizans’ın toparlanıp Persleri yeneceğini söylemek akla
mantığa sığacak bir şey değildir. Bu şu an benim Filistin’in yakın bir zamanda
Siyonizm’i bitireceğini söylememle eş değer bir şeydir, Euroleague’de
Galatasaray’ın şampiyonluk oranı gibidir, kimsenin ihtimal dahi vermeyeceği bir
şeydir. Zaten bu ayeti duyan müşriklerin de Müslümanlarla hayli alay ettikleri
rivayet edilir.
Nitekim 622’de Kapadokya yakınlarında Heraklius’un orduları
Sasanileri kıstırır[13] ve savaşın akışı 180 derece değişir. En nihayetinde Rum
suresindeki kehanet gerçekleşmiş olur.
Bakın bu da yine bir insan evladının cesaret edip de
oynayabileceği bir kumar değildir. Hiç şüphesiz bu kitap Allah kelamıdır ve
mutlak suretle inanılmayı hak eden bir kitaptır.
Ahir kelam, durum bundan ibarettir ahali. Bir değil bir sürü
örnekle durumu açıklamaya çalıştım ve inanın bana Kur’an’da bundan çok çok daha
fazlası var. Ön yargılarınızı bir kenara koymayı başarabilip de şu kitabı
okuyan bir insanın başka herhangi bir kitaba ya da ateizme prim verme ihtimali
çok düşüktür. Tamamen yoktur diyemiyorum zira Ebu Leheb gibi bir örnek var lan
karşımızda.
Yavaştan yazıyı bitirirken şunları söylemek istiyorum.
İnsanın dini tercihi Ebu bilmem kimlerin, Cübbeli x’lerin, şeyh zamazingo
hazretlerinin, hocaefendilerin yorumlarına bırakılamayacak kadar önemlidir.
Aynı şekilde Burcuların Berkecanların sana olan bakışının ne olacağından da
önemlidir. Bu ülkedeki en büyük put ‘’el alem ne der?’’ putudur. Bu o kadar
etkilidir ki dindarın da dinsizin de tamah ettiği bir saçmalıktır ve evet en
nihayetinde saçmalıktır. İnsan kimseye prim vermeden gerçeklerin peşinde
olmalıdır, işine gelse de gelmese de…
Son olarak olum şu kitabı ne olur okuyun lan,
Hadi selametle…
-------------------------------------------------------------------------------------------------
[3] Age
Bu yazında objektifliğini kaybetmişsin gibi geldi bana.Bahsettiğin ayetler için teşekkürler aralarında okumadıklarım vardı ama bunun yanında tüm evreni yaratan Allah ın sence de böyle bir gücü olsaydı ve tüm zamanların dışında bir varlık olsaydı günümüz insanlarının daha kolay inanabilmesi için kitabında daha net ifade ve bilgilerde bulunmazmıydı?
YanıtlaSil''Tüm evreni yaratan Allah'ın'', insanların daha kolay inanabilmesi için kitabında daha net ifade ve bilgiler kullanmaması kendi yaratmış olduğu ''sınav'' sisteminin işlemesi için oldukça yerinde bir karardır. Şayet Kur'an hiç kimsenin inkar hakkını kullanmaya cür'et edemeyeceği kesinlikte ifadeler içerseydi sınav yapmanın, ahiret yurdunun, cennetin, cehennemin daha ne gereği kalırdı ki?
SilGelelim objektiflik meselesine; ben bu yazının daha başında ''Ben açıkçası Kur’an’dan dolayı Müslümanım. Bu yazımda da beni inanmaya ikna eden ve Kur’an’ı inanılmayı hak eder kılan bazı örnekleri paylaşacağım'' demişim. Objektiflik gibi bir vaadim yok ki :)