Selam ahali, vatan gibi aidiyetleri bulunmayan bankerlerin,
uluslararası şirketlerin hüküm sürdüğü günümüz dünya düzeninde bağımsızlık diye
bir kavramdan bahsetmek oldukça güçtür. Tam bağımsızlık ise çok çok
uzaklardadır, ütopik bir kavramdır. ‘’İktidar’’ olabilmek için hükümet olmak
yetmez, hükümet iktidar ortaklarından yalnızca bir tanesidir. Kuvvetler
ayrılığının olduğu bir ülkede; ordu, yargı, medya, sivil toplum kuruluşları –ki
esasında sivillik ile uzaktan yakından alakaları yoktur-, holdingler ve
tröstler birer baskı unsurudur. Seçime gitmek ciddi bir maliyet gerektirir, hal
böyleyken tüm bu süreci finanse edecek ‘’birileri’’ ve o birilerinin de bazı
talepleri olacaktır. Ya da niye yumuşatarak ifade ediyorsam, talepleri değil
dayatmaları olacaktır.
Sömürgecilik tarih boyunca bazı evrelerden geçmiştir. Merak
etmeyin bu faslı fazla uzun tutmayacağım. Orta Afrika 15. yüzyılın sonlarına
doğru başlayan coğrafi keşiflerle birlikte Avrupalılar tarafından sömürülmeye
başlanmıştır. İlk yıllarda köle ticareti ve değerli eşyaların Avrupa’ya
taşınması şeklinde başlayan sömürgecilik sonraki süreçte iyice arsızlaşarak
koloniciliğe evrilmiş, tarih sahnesinde birçok iç savaş, katliam ve vahşet
yaşanmıştır.
Fransa, Cezayir’i sömüreceği vakit ‘’bu işi nasıl yapsak
ki?’’ deyu düşünürken, tarihçi ve aynı zamanda bir sosyolog olan Alexis de
Tocqueville’i Cezayir’e göndermeye karar verirler. Zira Tocqueville gözlem
yeteneği epey yüksek bir heriftir. Cezayir’e gidip, oradaki halkı analiz edecek
ve Fransa da bölgedeki oyun planını Tocqueville’in verileri üzerine kuracaktır.
Velhasıl kelam Cezayir’e giden Tocqueville Fransızlara doğrudan sonuca
gidecekleri taktiği verir; ‘’Dinlerine dokunmadığınız sürece onlara
istediğinizi yaptırabilirsiniz!’’[1] Tocqueville’in dediği gibi de olur, Fransa
Cezayir’i çatır çutur sömürmüştür ve bugün Cezayirlilerin büyük çoğunluğu da
Fransa’ya gönülden bağlıdır.
Tabii bu durum epey eskide kalmıştır. Bugünün küresel
güçleri zamanın Fransa’sı kadar aciz değildir. Her çeşit halk hakkında her
türlü veriyi toplayıp, analiz edecek ve elde edilen sonuçlara uygun yöntemleri
uygulayacak kudrete, uzmanlığa ve kansızlığa sahiplerdir. Toplumsal Çürüme ve Okyanus Ötesinden Gelen Tipolojiler başlıklı yazıda hatırlarsanız Tocqueville’in
zamanında Cezayir için yaptığının bir benzerini de Amerikalıların Türkiye
üzerinde yaptıklarını anlatmıştım. Daniel Lerner’in çalışmasını okumayanlar
mutlaka okusunlar. [2] Reklamların ardından devam ediyorum. Yani demem odur ki
artık ‘’dinlerine karışmayın da istediğinizi yapın’’ diye bir yaklaşım yoktur,
dininden tut yediğine içtiğine kadar müdahale ederler. Mesela bugün kendini
Müslüman olarak tanımlayan cemaatler gayet de pagan öğretilerle(Tasavvuf)
işlemektedirler.
II. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte dünyada artan
milliyetçilik akımları ve gelişen bağımsızlık bilinci sebebiyle artık
sömürgecilik veya mandacılık imkânsız hale gelmiştir. Bu noktadan itibaren de
emperyalizm yeni bir taktik geliştirmiş ve orta sahayı kalabalıklaştırmayı
tercih etmiştir. İstediklerini elde etmedeki yeni yöntemleri ikili
anlaşmalardır!
Yazının başında ‘’vatan gibi aidiyetleri bulunmayan
bankerlerin, uluslararası şirketlerin hüküm sürdüğü günümüz dünya düzeninde
bağımsızlık diye bir kavramdan bahsetmek oldukça güçtür. Tam bağımsızlık ise
çok çok uzaklardadır, ütopik bir kavramdır’’ demiştim oradan devam ediyorum.
Bu bir renk kartelasıdır. Bağımsızlığı size bunun üzerinden
anlatacağım. Beyaz tam bağımsızlık, siyah ise kölelik olsun. Büyük devletlerin
bağımsızlıkları beyaza yakın bir gri iken Afrika’daki ülkelerde siyaha ramak
kalmıştır. Türkiye’de ise her ne kadar her gün kötüye gidiyor olsa da hala bir
umut vardır. Bizimkisi ortalarda bir yerde gridir.
Atatürk, 17 Şubat 1923’te İzmir’deki I. İktisat Kongresini
açış konuşmasında şöyle demiştir;
‘’Siyasî, askerî
zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa
meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. Bu bakımdan en
kuvvetli ve parlak zaferimizin bile sağlayabildiği ve daha sağlayabileceği
yararlı kazançları belirlemek için ekonomimizin, iktisadî hâkimiyetimizin
sağlanması ve sağlamlaştırılması ve genişletilmesi gerekir. Efendiler, bu kadar verimli ve bu kadar kuvvetli
olan yeni hükûmetimizin, düşmansız kalacağını saymak doğru değildir. Bu güzel
temellerin bile içine bomba koyarak onu yıkmaya çalışanlar olacaktır. Onun
hayatına, ilerlemesine karşı suikastler düzenlemeye girişecekler bulunacaktır.
Bütün bunlara karşı en kuvvetli silâhımız ekonomideki genişlik, dayanıklılık ve
başarımız olacaktır. Efendiler, içinde olduğumuz halk devrinin, millî devrin,
millî tarihini yazabilmek için kalemlerimiz sabanlar olacaktır. Bence halk devri,
iktisat devri kavramı ile açıklanabilir.’’ [3]
Özellikle koyu yazdıklarımı dikkatle okuyun, Atatürk yine
nokta atışı yapmıştır. Biz, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Lozan’da
kazandıklarımızı ABD ile yapılan ikili anlaşmalar ile bir bir kaybettik. Aslında
cumhuriyetin ilanından II. Dünya Savaşının bitişine dek yabancı sermaye, dış
yardım ve borç para alma konularında gayet iyi politikalar izlediğimizi ve tüm
dünya II. Dünya Savaşı ile meşgulken oluşan boşluğu iyi değerlendirdiğimizi
söylemek mümkündür. Ancak II. Dünya Savaşı biter bitmez ABD sazı eline
almıştır. Türkiye’deki Amerikancılığın tarihi de aslında bu yıllarda
başlamaktadır. II. Dünya Savaşının 1945’te bittiğini hatırlatmak isterim ahali.
İngilizcede ‘’first of many’’ deyu çok güzel bir kalıp
vardır, ‘’ardı arkası daha gelecek olan birçok şeyin başı’’ demektir. Türkiye’nin ABD ile
yaptığı ikili anlaşmaları ‘’ardı arkası daha gelecek’’ bir süreç olarak
nitelersek bu sürecin ‘’first of many’’si 23 Şubat 1945’tir.
23 Şubat 1945 Tarihli TC Hükümeti ile ABD Hükümeti Arasında
İmzalanan, 11 Mart 1941 Tarihli Ödünç Verme ve Kiralama Kanunundan Yararlanmak
İçin Yapılan Anlaşma[4]
1. ve 2. maddeleri lütfen okuyunuz. ‘’20. YY'ın Mimarı WallStreet; Komünizm, SSCB, Nazizm ve Hitlerin Yükselişi’’ yazısını okumuş olanlar,
orada ABD ve Rusya arasındaki resmi belgelerdeki ayrıntılı metinleri bi’
gözünüzün önüne getirin, sonra bir de buna bakın. 1. maddeden ABD’nin tam
olarak nasıl bir görev üstleneceğine ya da yükümlülüklerine dair net bir şey
çıkarabilen var mı? Verecekleri ‘’müdafaa maddeleri’’nin(o da ne demekse artık)
neler olduğu, özellikleri, eski mi yeni mi olacakları, ne kadar oldukları veya
nerede ve ne zaman verilecekleri hakkında herhangi bir şey bulabilen var mı? Bu
nasıl anlaşma metni olum? Bisiklet isteyen çocuğunu ‘’bakarız’’ diye geçiştiren
baba gibi, çakal mısınız lan siz?
Hadi art niyet aramamak için olağanüstü bir çaba gösterip
ikinci maddeye geçelim. İkinci maddede ilk maddenin aksine Türkiye’nin
yükümlülükleri, gayet geniş çaplı olmak üzere, açıklanmıştır. Hatta bilmem
dikkatinizi çekti mi ama yükümlülüklerimiz sıralanırken bunları ne amaçla
bizden talep ettiklerini belirtmemişlerdir. İlk maddedeki gibi bir ‘’Müdafaa’’
ibaresi bulunmamaktadır. Ayrıca yine bu maddede geçen ‘’kolaylık’’ kelimesi ucu
alabildiğince açık bir ifadedir. Yani ABD bu maddeye dayanarak Türkiye'nin
havaalanlarıyla, limanları ve yollarının Amerikalılar tarafından
kullanılmasından, Türkiye'de Amerikalıların üs ve tesisler kurmalarına
varıncaya kadar birçok şeyi talep edebilecektir ve etmiştir de. Nerede başlayıp
nerede biteceği belli olmayan tavizlerden ilki budur, yüzleşin! Bu anlaşmanın
tam metnini kaynakçaya ekledim isteyenler oradan takip edebilirler. Ben şimdi
biraz da 5. maddeyi konuşmak istiyorum.
‘’Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri
Reisicumhurunca tâyin edileceği veçhile hâlihazırdaki fevkalâde hal nihayet
bulduğu zaman, işbu Anlaşmaya tevfikan kendisine devredilmiş olan müdafaa
maddelerinden imha, zayi veya istihlâk edilmemiş bulunacak veya Amerika
Birleşik Devletleri Reisicumhuru tarafından Amerika Birleşik Devletleri veya
Garp yarımkürresi müdafaasına elverişli olduğu veya Amerika Birleşik
Devletlerinin başka bir şekilde işine yarayacağı tesbit edilecek olanları
Amerika Birleşik Devletlerine iade edecektir.’’ [5]
Ben bu anlaşmayı ilk okuduğum zaman bu maddeye geldiğimde
birkaç saniye kalakalmış başa dönüp tekrar tekrar okumuştum. Gerçek olduğuna
inanmak istememiştim, ulan siz bu anlaşmayı nasıl imzaladınız? Türkiye de ABD
de iki ayrı bağımsız ülke değil mi? Eşit statüdeki ülkeler arasındaki anlaşmada
böyle madde olur mu? Sanki İngiltere, kolonileriyle anlaşma imzalıyor, RE-ZA-LET! Anlaşmadaki ‘’hâlihazırdaki fevkalade hal’’ ne zaman son bulacaktır
orasını da Allah bilir zira burada bununla ilgili tek bir hüküm dahi yoktur.
ABD kendi şartlarını açıkça ortaya koyarken Türkiye’nin hiçbir karşı şart
sunmaksızın ABD’nin şartlarını aynen kabul etmesi nasıl bir ezikliktir. Çok
daha zor şartlar altında Sevr anlaşmasını elinin tersiyle iten Mustafa Kemal
nerede bu anlaşmayı imzalayan dönemin dış işleri bakanı Hasan Saka nerede?
Böyle bir şey olabilir mi ya?
Şimdi ise ekonomi alanında büyük bir iş bilmezlik ve
basiretsizlik örneğini göstereceğim sizlere. II. Dünya Savaşı sonunda
Türkiye'nin döviz stoku 245 milyon dolardır. [6] Ancak Sovyetler Birliği ile
olası bir savaş ihtimali düşünülerek bu stoka dokunulmamış ve ABD’den kredi
almaya karar verilmiştir.
27 Şubat 1946 Tarih ve 4882 Sayılı Kanunla Kabul Edilen 10
Milyon Dolarlık Kredi Anlaşması
Hesapta ABD Türkiye’ye 10 milyon dolarlık kredi vermektedir.
Ancak gerçekte 10 milyon dolar değerinde(!) kullanılmış, savaş artığı, çürük
çarık silahlar daha doğrusu hurdalar vermiştir. Bu anlaşmaları tarihte ‘’yardım
anlaşması’’ gibi göstermek isteyenler de yıllık %2.3/8 faiz
ödeneceğini görsünler. Ayrıca ABD eğer isterse bu ödemeyi dolarla değil Türk
Lirası olarak da tahsil edebilecektir. Peki, ABD neden böyle bir şey
istemiştir? Türkiye döviz aramakla uğraşmasın diye mi? Tabi ki hayır ABD bu
sayede ülkesinden bir kuruş dahi çıkarmadan Türkiye'deki Amerikan memurlarının
ücretlerini ve diğer masraflarını Türk parasıyla ödeyebilecektir. Hayırlı
işler. Gelelim silahlara, bu silahlar da genel itibariyle hurda oldukları ve
üretimi durdurulmuş ya da üretimi yapmış olan fabrikalar hepten kapatılmış
olduğu için yedek parçaları da bulunmamaktaydı. Bu yüzden bu silahların bir
kısmı alınıp hurda bir vaziyette Türkiye’de bekletilmiş bir kısmı için de, yine
ABD’ye acayip paralar ödenerek, özel yedek parça siparişi verilmiştir.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama anlaşmanın ikinci bölümünde şöyle bir madde
var;
‘’Türk Hükümeti tarafından seçilen malzeme Türk Hükümeti
tarafından «mahallinde ve olduğu gibi»
mülkiyeti müstesna olmak üzere, teminatsız satın alınacak ve Türk Hükümetine
aşağıda müştereken tesbit edildiği üzere şu tarihte veya şu tarihlerde teslim
edilecektir;’’ [7]
‘’Mahallinde olduğu gibi’’ arkeolojide buna ‘’insitu’’
derler ‘’nasıl bulunduysa o şekilde’’ anlamına gelmektedir. Gerçi bizimkilerin
alacakları silahlar da arkeolojik buluntulardan hallicedir. Anlaşmada açıkça Türk
Hükümeti'nin satın almak için seçeceği malzeme mahallinde olduğu gibi yani
artık olduğu yerde hangi vaziyetteyse o şekilde verileceği yazılıdır. ABD
‘’artık bozuk mudur kırık mıdır hurda mıdır orasına ben karışmam’’ demektedir.
Ayrıca verilen bu silahların mülkiyet hakları da ABD’de
olacaktır. Hatırlayın olum bir önceki anlaşmanın 5. maddesi ne diyordu?
‘’Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri Reisicumhurunca tâyin edileceği
veçhile hâlihazırdaki fevkalâde hal nihayet bulduğu zaman, işbu Anlaşmaya
tevfikan kendisine devredilmiş olan müdafaa maddelerinden imha, zayi veya
istihlâk edilmemiş bulunacak veya Amerika Birleşik Devletleri Reisicumhuru
tarafından Amerika Birleşik Devletleri veya Garp yarımkürresi müdafaasına
elverişli olduğu veya Amerika Birleşik
Devletlerinin başka bir şekilde işine yarayacağı tesbit edilecek olanları
Amerika Birleşik Devletlerine iade edecektir.’’
Görün bunları beyler! Adamlar ellerindeki hurdaları bile
verirken, hatta ne vermesi lan satarken, bin bir şart koşarken bizimkiler ‘’şu
makineleri bi’ tamir ettirip öyle verin’’ diyememiştir. Paranla rezil olmak tam
olarak budur. Hatta paran ile dilenci durumuna düşmektir bu. 27 Şubat 1946
tarihli 10 milyon dolarlık kredi anlaşmasının 3. bölümünde ise yine
dikkatlerden kaçmaması gerek bir ayrıntı daha vardır;
‘’Eğer Birleşik Devletler, gerek Türkiye'de gerek Türkiye
dışındaki malzeme fazlasından bir kısmını bir veya birkaç gayrimenkul
mukabilinde trampa etmek arzusunda bulunursa - böyle bir veya birkaç
gayrimenkulün Türk Hükümeti tarafından satılmak üzere gösterilmesi ve bunlar
Türk Hükümeti ve Birleşik Devletler tarafından müştereken muvafık görülmesi
kaydiyle - Türk Hükümeti bu trampayı yapabilecek bir müesseseyi göstermeyi
taahhüt eder.’’ [8]
Türkiye neyi taahhüt edermiş? Amerikan Hükümetinin istediği
takdirde Türkiye dışında veya içinde bulunan ıskartaya çıkmış hurda silahların bir
kısmını, Türkiye'de satın almak istediği gayrimenkullerle takas etme imkânını
taahhüt ediyormuşuz! Vatan toprağını satanları çok gördüm ama vatan toprağını
üç beş hurdayla takas edeni ilk defa görüyorum. Bir de işin şöyle bir boyutu
var ki binaların takas edileceği malzemenin, malzeme dediğim de malum hurdalar,
mülkiyeti Türkiye’ye ait olmayacak ama vatan toprağı üzerindeki gayrimenkulün
mülkiyeti ABD’nin olacaktır.
Şimdi tüm bunların anlamı üzerinde biraz konuşalım. ABD’nin
sattığı silahların mülkiyetini vermemiş olması çok önemli bir meseledir,
Türkiye üzerinde her an kullanabileceği bir baskı unsurudur. Şöyle ki,
uluslararası arenada ABD’nin çıkarına aykırı bir işe giriştiğiniz an bu
silahları geri alma hakları bulunmaktadır. Yine aynı şekilde siz bu silahları
ABD’nin istemediği bir işte kullanamazsınız. Bu mesele Türkiye’nin
bağımsızlığını beyazdan griye hatta siyaha doğru bir yolculuğa çıkaran bir
unsurdur başlı başına rezilliktir, kabul edilemezdir. ‘’Biz, Çanakkale’de,
Dumlupınar’da, Lozan’da kazandıklarımızı ABD ile yapılan ikili anlaşmalar ile
bir bir kaybettik’’ dememin yegâne sebebi işte budur ve bu anlaşmalar hala
yürürlüktedir.
ABD yeni tip sömürgecilik olarak tanımladığım ikili
anlaşmaların kaşarı olmuş bir devlettir. Uç uca ekleme yöntemiyle karşı tarafı
çaresiz bırakmak konusunda epey hünerlidirler. 27 Şubat 1946 tarihli 10 milyon
dolarlık kredi anlaşmasının 3. Bölümünde ‘’eğer istersek bizim takaları verip
Türkiye’den arazi çevirebiliriz’’ diyerek zemin yapan ABD, araladığı kapıdan
aynı yılın sonunda 6 Aralık 1946’da içeriye bodoslama dalmıştır.
6 Aralık 1946 Tarihli, TC Hükümeti ile ABD Hükümeti Arasında
Kahire'de İmzalanan Anlaşmaya Ek Anlaşma[9]
Öncelikle şunu söylemekte fayda var zira kimsenin aklında
yanlış bir intiba oluşmasın. O dönemde dahi ABD’nin Türkiye’deki mevcut elçilik
ve konsolosluk binaları oldukça sağlam yapılardır. Yani demem odur ki ABD’nin
Türkiye’de ekstra bir yapılaşmaya gitmesini gerektirecek bir durum yoktur. O
halde bu yapılar, ABD’nin Türkiye’de gideceği yeni yapılanmalar için
yaptırılacaktır. İnşaat ve yapım, onarım masraflarının da daha vadesi gelmemiş
borçlarına karşılık Türkiye’ye ödetilmesini de nasıl değerlendirmek gerekir? ‘’Müttefikliğe’’,
‘’stratejik ortaklığa’’ sığar mı ulan bu? Gerçi o tarihlerde müttefik veya
stratejik ortaklıktan ziyade Türkiye’nin sıfatı ‘’ABD’nin ileri karakolu’’ idi
ve Türkiye de 60’lara dek bu sıfat ile övünmekteydi. Zaten Türkiye’de solu da
bu şekilde azdırdılar, terörize ettiler. Terörize olan solu finanse ettiler
sonra buna anti-tez olan sağı finanse ettiler. Kontrgerilla diye bir şey çıktı
ortaya. Daha sonra sizin ülkenizde terör var deyip iç işlerimize karıştılar,
katliamlar yaşandı, darbeler yapıldı. Olayların nasıl zincirleme bir şekilde gerçekleştiğini
görüyor musunuz? Özellikle Ortadoğu gibi coğrafyalarda infial yaratmak için bir
kıvılcım yetiyor zira ahmağın çok olduğu yerde kurşunlar havada uçuşur.
ABD her kabul ettirdiği şart ile bir sonraki için kapı
aralıyor ve önceden elde etmiş olduğu hak ve tavizleri genişletmek için
yararlanmada kullanıyor. Zaman ilerledikçe karşı tarafın elini kolunu iyice
bağlamış oluyordu. Bu süreç bizim ülkemizde de aynen böyle işlemiştir.
Ülkemizde Amerikancılık öyle bir noktaya gelmiştir ki 2018 yılı itibariyle
seçim şeklimiz dahi onlarınkine benzemiştir. 24 Haziran’da Türkiye’nin önünde
iki seçenek vardır; Cumhur ve Millet ittifakları. Tıpkı ABD’deki
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar gibi değil mi? Hâlihazırda ABD’deki
Cumhuriyetçiler ile Demokratlar’ın aynı bokun laciverti olduklarını Noam
Chomsky gibi Texe Marrs gibi isimlerden öğreniyoruz. Peki, durumun bizde farklı
olduğunu falan mı düşünüyorsunuz? Sahiden ya lacivertin kaç tonu vardı?
Şimdi ben Türkiye ile ABD arasında imzalanmış olan ikili
anlaşmaların askeri ve ekonomik olanlarına bir son vermek istiyorum zira burada
hepsini tek tek yorumlamaya kalkmak gereksiz bir çaba olacaktır. İlk
örneklerini burada görüntülü analize tabi tuttuk üzerinde yorumlarımızı yaptık
bu kadarı yeterlidir. Tamamına ulaşmak isteyenler hepsine tek tek TBMM’nin
sitesinden ulaşabilirsiniz. Zira konuyu farklı bir alana taşımak istiyorum.
Başlık at evladım şöyle tam ortaya; ‘’Eğitim Alanındaki
İkili Anlaşmalar’’
Eğitim bir ülkenin bağımsızlığı için müthiş önemli bir
meseledir. Çünkü bağımsızlık zihinlerde başlar. Şayet siz zihinlerden
bağımsızlık düşüncesini silmeyi başarabilirseniz bağımsızlığın her türlüsünün
de önünü kesmiş olursunuz, düşünce olmadan fiil de olmaz. Bağımsızlık
düşüncesinin savunulması gereken ilk kalesi eğitimdir. Amerikalılar da bunu çok
iyi bildiklerinden dolayı bu alanı da boş bırakmamışlardır. İnsanların daha çok
meşhur Fulbirght anlaşması olarak bildiği, ‘’27 Aralık 1949 Türkiye ve ABD
Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’’’yı
inceleyeceğiz.
27 Aralık 1949 Tarihli Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında
Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma[10]
Amerikancılık, Amerikaperestlik, kültür emperyalizmini,
popüler kültür adını her ne koyarsanız koyun onun inşası için ABD ilk tavizleri
işte bu anlaşmayla elde etmiştir. Bu anlaşma ile Türkiye'de Birleşik Devletler
Eğitim Komisyonu adında bir teşkilat kuruluyor ve bu komisyonun sekiz üyesinden
dördü Amerikalı dördü de Türklerden oluşmaktadır. Türkiye'deki Amerikan
büyükelçisi de bu komisyonun fahri başkanıdır. Şayet bir konuda yapılan
oylamada eşitlik bozulamazsa bu ABD büyükelçisi de oy kullanma hakkına
sahiptir. Anlaşmazlıklar bu şekilde çözülecektir. ABD Türkiye’ye zarar verecek
bir karar almak ister ve bizimkilerin hepsi hayır oyu verirse bu büyükelçinin
de oyuyla Amerikalılar yine sayısal üstünlüğü sağlayacak ve istediklerini çatır
çatır uygulayacaklardır. Böyle bir şey olabilir mi? Ayrıca bu komisyon her
türlü hareketinden ABD Dışişleri Bakanı'na karşı sorumlu olacak, bütçeyi onlar
belirleyecek ve eğer isterlerse, komisyonun almış olduğu tüm kararlarını
istisnasız gözden geçirebilecek ve değiştirebileceklerdir. Amerika Dışişleri
Bakanı'nın, Türkiye’deki Amerikan büyükelçisi ve elçilikte görevli iki memurun
kontrol ve denetiminde olacak ve yine Amerikalı müdür ve yardımcıları da
anlaşmaya göre Amerika Dışişleri Bakanı tayin edecektir. Amerikan kanunlarına
göre işleyecek olan bu komisyonun ve orada görev alacak Amerikalıların neler
yapacaklarını, amaçlarını, anlaşmada belirtildiği gibi, belirtilmeyen alanlarda
da Amerikalılar bilecek veya yeni bir durum karsısında Dışişleri’nden yeni ve
bambaşka talimatlar alabileceklerdir. Komisyondaki 4 Türk üye ile ilgili ise
‘’kim s***r Çağlar Çorumlu’yu’’ diyerek en ufak bir hüküm dahi
belirtilmemiştir. Zira buna gerek yoktur, komisyon içerisinde zaten
Amerikalılar çoğunluktadır, onu da geçtim ABD Dışişleri eğer isterse tüm
kararları kökten değiştirme hakkına da sahiptir. Yani en nihayetinde bir
anlaşma neticesinde Türkiye’de tüm imkânları Türkiye tarafından sağlanan, Türk
parasıyla iş gören ancak Türkiye’nin hiçbir şekilde üzerinde denetim hakkı
olmayan bir komisyon kuruluyor ve bu komisyonun görevi de ‘’milli’’ eğitim
müfredatını hazırlamak. Amerika böylelikle Türkiye’de, tıpkı futbol
takımlarının yaptığı gibi, bir scouting ağı kurmuştur. Türk öğrenci, öğretmen
ve akademisyenlerinin kendi işlerine yarayıp yaramayacak olanlarını tespit
etmek adına iki grupta sınıflandırmışlardır. Bunlar Amerika hayranı olan tayfa
ve bunlara katılmayan tayfa şeklindedir. Amerika’ya götürülüp oradaki sunumdan
etkilenip öyle dönen Amerikancı tayfaya bol maaş ve yüksek mevkilerde görevler
verilmiş Amerikancılığa mesafeli duranlar ise tehlikeli görülerek tasfiye
edilmiştir. ABD böylelikle hem Türk eğitim sisteminin anasını bellemiş hem de
lokal işbirlikçiler elde etmiştir. Hem de tüm bunları yasal yollardan
yapmıştır. İşin acı yanı bu anlaşma hala yürüklüktedir ve anlaşma için bir son
bulma tarihi belirlenmemiştir. ‘’Eğitim ve sınav sistemimiz neden sürekli
değişiyor?’’ ya da ‘’ÖSS mi yoksa YGS mi daha iyiydi?’’ gibi sorulardan ziyade
asıl sorulması gereken sorular ‘’Bu melanet anlaşmayı hangi kafayla
imzaladınız?’’, ‘’Siz, sonra gelenler, neden bunu değiştirmek adına en ufak bir
adım atmadınız?’’ ve ‘’Bu anlaşma ne zaman bitecek ulan?’’ gibi sorulardır.
Ancak bu sorulara net ve açık yüreklilikle cevap verebilecek bir babayiğit
yoktur. İsmet Bey sağ olsun Türk eğitim sistemini Amerikalılara peşkeş
çekmiştir.
Sinir katsayımın iyice yükseldiği şu dakikalarda kendimi
iyice kaybetmemek adına bu bahsi de burada noktalıyorum. Ancak yine bu
anlaşmaların da yalnızca buzdağının görünen yüzü olduğunu hatırlatayım. Yeni
konu başlığımız tarım olacak ahali.
ABD ile olan ilişkiler konusunda Adnan Bey de İsmet
efendiden aşağı kalmamıştır. Tarım ile ilgili olan saçma sapan anlaşmaların
geneli de yine kendisinin döneminde imzalanmıştır. İkinci Dünya Savaşı ve
sonraki süreçte de Kore Savaşının sonuna kadar Türkiye dünyada önemli bir tahıl
ihracatçısıdır. Zira dünyada bir savaş ve bu savaş neticesinde de normalde
olandan çok daha fazla tahıl ihtiyacı vardır. Türkiye de bu savaşta yer
almadığı için en büyük tahıl satıcılarından biri olmuştur. Ancak savaşın
bitimiyle beraber tahıl ihtiyacı azalınca Türkiye’de dış ticaret açığı artmış
ekonomi tepe taklak olmuştur. Bu noktada ise canımız ciğerimiz Amerika’mız
yardım elini uzatmıştır. Kısa bir süre önce dünyanın en büyük tahıl ihracatçısı
olan Türkiye 1955’ten sonra ABD’den tarım ürünleri ithal edebilmek için ağır
anlaşmalar imzalama noktasına gelmiştir.
12 Kasım 1956 Tarihli Zirai Maddeler Ticaretinin
Geliştirilmesi ve Yardımlaşma Hakkındaki Muaddel Amerikan Kanununun 1. Kısmı
Gereğince Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile ABD Hükümeti Arasında Münakit Zirai
Emtia Anlaşması[11]
ABD kendi ihtiyaç fazlası olan buğday, arpa, mısır,
dondurulmuş et, konserve, sığır eti, donyağı ve soya yağı gibi ürünleri,
Amerikan gemileriyle, Türkiye'ye taşıma ücretiyle birlikte 43.6 milyon dolar
karşılığında verecektir. Bunlara da hala ‘’yardım anlaşması’’ falan diyen varsa
derhal burayı terketsin. Yorumlara kısa bir ara veriyorum. Bu anlaşmaya ek olarak bir
anlaşma daha imzalanmıştır, onu da verdikten sonra öyle devam edelim yorumlara.
25 Ocak 1957 Tarihli ve 12 Kasım 1956 Tarihli Anlaşmaya Ek
Anlaşma[12]
ABD verdiği, daha doğrusu sattığı, tarım ürünleriyle ilgili
çok ağır şartlar sunmuştur;
- Anlaşmaya göre alınan
ürünler ABD’nin satış yaptığı ülkeler ve ABD’nin düşman ilan ettiği
ülkelere satılamayacak yalnızca Türkiye’nin iç tüketiminde
kullanılabilecektir.
- Türkiye'ye satılacak malların
dünya mahsul piyasa fiyatları üzerinde tesir yapmaması için dünya piyasası
üzerinden fiyat tespit edilecektir. ABD vergi kaçırmak için çalışanın
sigortasını asgariden yatıran küçük esnafın yaptığı ahlaksızlığın büyük
çaplısını yapmıştır.
- Türkiye'nin yetiştirdiği
ve anlaşmada bulunan veya benzeri ürünlerin Türkiye'den yapılacak
ihracatı, Amerika tarafından kontrol edilecektir. Bağımsızlığı ipotek
ettirmenin en net örneklerinden biri budur ahali. Türkiye, ABD’nin
‘’yetiştirme’’ dediğini yetiştirmeyecek, ‘’satma’’ dediğini satmayacaktır.
- Amerikan tarım ürünleri fazlası Türk lirasıyla satın alınacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na yatırılacak olan bu paralar ABD tarafından kullanılacaktır. Hani şu gayrimenkuller vardı ya, işte orada kullanılmış olabilir mesela.
ABD’nin uç uca ekleme yöntemiyle ilerlediğinden
bahsetmiştim. Yukarıda verdiğim bu anlaşmamalarla elde ettiklerini bir adım
öteye taşıdıkları tarih ise 20 Ocak 1958’dir.
20 Ocak 1958 Tarihli Tarım Ürünleri Anlaşması[13]
Bu anlaşma ile ABD, Türkiye’ye 46.8 milyon dolara buğday, yem,
soya fasulyesi, pamukyağı, tereyağı, süttozu ve peynir gibi şeyler satmıştır.
Ancak asıl mesele yine aynı gün anlaşmaya eklenen notadır.
20 Ocak 1958 Tarihli Anlaşma İle İlgili Olarak, 20 Ocak 1958
Tarihli ve 1755 Sayılı Amerikan Hükümeti'nin Notası[14]
Neyi taahhüt etmektedir? ‘’1957 mahsulünden yumuşak buğday
veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar diğer herhangi yumuşak buğdayı ihraç
etmekten kaçınmayı ve ‘’1957 mahsulünden veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar
sert buğday ihracatını asgarî bir seviyede tutmayı ve bu devre zarfında vuku
bulacak her sert buğday ihracatım Türkiye'nin kendi kaynaklarından finanse
edilecek muadil miktardaki buğday mübalatayı ile telafi eylemeyi’’ taahhüt
edermişiz. Durun mealini vereyim, bu nota ile Türkiye Cumhuriyeti dış
ticaretinin bir yabancı devlet tarafından kontrolü resmen ilan edilmiş, Türkiye
tarımının bitirilmesi adına ilk somut adım atılmıştır. Bizimkilerin bu notaya
cevabı ise ‘’tamam abi’’ şeklinde olmuştur. [15]
Gelin biraz hafızalarımızı zorlayalım. 2003’te Irak’ta
Amerikan askerleri, askerlerimizin başına çuval geçirmiş ve bu olay o dönem
epey gündem yaratmıştı. 2006’da Kurtlar Vadisi Irak çekildi hatta. Ancak sinema
perdesinin dışında yani gerçek dünyada ise olaylar biraz daha farklı
gelişmişti. ‘’ABD’ye nota verilecek mi?’’ şeklinde tartışmalar dönerken o dönem
başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ‘’ne notası veriyorsun kardeşim müzik notası
mı bu?’’ demişti.
Gördüğünüz üzere ‘’eloğlu’’ nota vererek neler neler kabul
ettirebilmişken bizimkiler bu denli büyük bir saygısızlık karşısında dahi ses
çıkar(a)mamıştır. 50’li yıllardaki dış politika ne idiyse 2000’lerdeki dış
politika da odur. Makyajlı kasa dış politika! Omurgasızlık bu topraklarda bir
gelenektir ahali! Ben bu yazıda yalnızca en kritik gördüğüm dört mesele olan
askeri, ekonomik, tarım ve eğitim alanındaki üç beş ikili anlaşmayı konu
mankeni olarak teşhir ettim. Meclis zabıtlarında bunlardan yüzlerce vardır
ahali yüzlerce! Bunun daha kredi anlaşmaları boyutu vardır, siyasi anlaşmalar
boyutu vardır, sanayi alanındaki ikili anlaşmalar boyutu vardır, NATO
anlaşmaları boyutu vardır, vardır oğlu vardır. İnönü, Menderes, Demirel, Ecevit,
Özal, Çiller, Erdoğan aklınıza kim geliyorsa artık, hepsi aynı politikaları
devam ettirmişlerdir. Bunlar her zaman ısrarla söylediğim gibi lacivertin
tonlarıdır. Sizlerden ricam lütfen bu anlaşmaları göz ucuyla olsa dahi
okuyunuz. TBMM kayıtları ve Resmi Gazete arşivleri halka açık lan her şey
elinizin altında oğlum ne olur üşenmeyin. Tek tek bu anlaşmaları bulup okumak
zor mu geliyor Haydar Tunçkanat’ın ‘’İkili Anlaşmaların İç Yüzü’’ diye tuğla
gibi bir kitabı var alın onu okuyun yine aynı konuları işleyen Mehmet Emin
Değer’in ‘’Oltadaki Balık Türkiye’’ isimli kitabı var alın onu okuyun. Her
nereden okursanız okuyun ama okuyun. Lütfen! Facebook’da, Instagram’da biraz
daha az zaman geçir. Selin’e 1 gün mesaj atmazsan bir şey kaybetmezsin ancak
biz ülke olarak bu anlaşmalar ile çok şey kaybettik. Eğer sen uyumaya devam
edersen daha da çok şey kaybedeceğiz. Oyuyorlar ulan ülkenin altını oyuyorlar! Bir
insan evladı da çıkıp ‘’yahu siz ne yapıyorsunuz?’’ demiyor. Çünkü iktidarı da
muhalefeti de sivil toplum kuruluşlarını da aynı yerler finanse ediyor.
Mesela Türkiye tarihindeki en büyük kitlesel hareketlerden
biri olan Gezi Parkı olaylarını ele alalım. 2013 yazında daha önce görmediğimiz
ölçüde büyük bir halk hareketi yaşandı. Orada tepkilerin odağında Ak Parti
iktidarının totaliter politikaları, artan hukuksuzluk vb. sosyal meseleler
vardı. Ancak aynı tarihlerde TBMM’den öyle bir kanun geçirildi ki ne Gezi Parkı
eylemcileri ne de başka cenahlardan en ufak herhangi bir tepki dahi gelmedi. 11
Haziran 2013’te 6491 numaralı Türk petrol kanunu değiştirildi.
TÜRK PETROL KANUNU, Kanun No. 6491 [16]
Kanunun tamamını, diğerlerinde de olduğu gibi, yazının
sonundaki kaynakçaya ekledim lütfen okuyunuz. Bu kanun değişikliği ile yabancı
şirketler Türkiye toprakları üzerinde petrol arama hakkı elde ettiler. Eski
kanunda bulunan “Devlet adına arama ve işletme ruhsatı alma hakkı TPAO’na
aittir” ibaresi kanundan çıkarıldı. Evet, bu bir ikili anlaşma değildir. Bu
topraklarımızı çoklu tecavüzlere açmaktır. Türkiye gündemi o dönem alkol yasası
ve gezi parkı gibi meseleler ile meşgul edilirken altımız oyulmuştur. Bu zamana
kadar bu kelimeyi mecaz olarak kullanmıştım ancak burada kelimenin tam
anlamıyla altımız oyulmuştur.
Yazıyı bu noktada bitiriyorum. Ancak dediğim gibi bu
meseleye biraz daha hassasiyet göstermek, okumak, araştırmak, sığır gibi
yaşamamak gerek. Bir sonraki yazıyla ilgili olarak da kafamda iki plan var. Ya
tasavvuf zihniyetinin Türk toplumunun alışkanlıkları üzerine yazacağım ya da
malum geçen yazıda da söylediğim üzere 24 Haziran seçimlerinde oyunuzu dahi
etkileyebilecek dediğim yazıyı yazarım henüz karar vermiş değilim. Tamamen
anlık psikolojik durumuma göre değişebilir, bakarız deyip geçiştireyim.
Hadi selametle…
-----------------------------------
[1] GÜRBÜZ, B. (2012). Tocqueville'in Cezayir Raporlarında
Doğa Yasaları ve Güvenlik - http://dergipark.gov.tr/download/article-file/84496
[2] Lerner, D. (1958) “The Chief and The Grocer” The Passing
of Traditional Society: Modernizing the Middle East. Glencoe, IL: The Free
Press
[3] Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Seçmeler - http://www.ata.tsk.tr/content/media/01/soylev_ve_demecleri.pdf
[4] 23 Şubat 1945 Tarihli TC Hükümeti ile ABD Hükümeti
Arasında İmzalanan, 11 Mart 1941 Tarihli Ödünç Verme ve Kiralama Kanunundan
Yararlanmak İçin Yapılan Anlaşma – TBMM Tutanaklar - https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc027/kanuntbmmc027/kanuntbmmc02704780.pdf
[5] agy
[6] GÖZLEMLER & YORUMLAR 1945-50 DÖNEMİNDE EKONOMİDE
NELER OLDU? UYGULANMAYAN PLANLAR ALINAMAYAN VE ALINAN KREDİLER s.2
[7] 27 Şubat 1946 Tarih ve 4882 Sayılı Kanunla Kabul Edilen
10 Milyon Dolarlık Kredi Anlaşması - TBMM Tutanaklar - https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc028/kanuntbmmc028/kanuntbmmc02804882.pdf
[8] agy
[9] 6 Aralık 1946 Tarihli, TC Hükümeti ile ABD Hükümeti
Arasında Kahire'de İmzalanan Anlaşmaya Ek Anlaşma – TBMM Tutanaklar - https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc029/kanuntbmmc029/kanuntbmmc02905002.pdf
[10] 27 Aralık 1949 Tarihli Türkiye ve ABD Hükümetleri
Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma – TBMM Tutanaklar - https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf
Resmi Gazete - http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/7460.pdf
[11] 12 Kasım 1956 Tarihli Zirai Maddeler Ticaretinin
Geliştirilmesi ve Yardımlaşma Hakkındaki Muaddel Amerikan Kanununun 1. Kısmı
Gereğince Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile ABD Hükümeti Arasında Münakit Zirai
Emtia Anlaşması – TBMM Tutanaklar - https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d11/c009/tbmm11009076ss0273.pdf
[12] 25 Ocak 1957 Tarihli ve 12 Kasım 1956 Tarihli Anlaşmaya
Ek Anlaşma – TBMM Tutanaklar - https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d11/c009/b076/tbmm110090760528.pdf
[13] 20 Ocak 1958 Tarihli Tarım Ürünleri Anlaşması – Resmi
Gazete – http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/10228.pdf
[14] 20 Ocak 1958 Tarihli Anlaşma İle İlgili Olarak, 20 Ocak
1958 Tarihli ve 1755 Sayılı Amerikan Hükümeti'nin Notası – Resmi Gazete - http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/10228.pdf
[15] agy
[16] TÜRK PETROL KANUNU, Kanun No. 6491 – Resmi Gazete - http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/06/20130611-5.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder