15 Mayıs 2020 Cuma

Ben Varım!

Selam ahali, son yazıda “birey olmak harika bir şey lan” demiştik oradan pası alarak başlıyorum. Malum süreçle birlikte evde geçirdiğim sürelerin artmasıyla beraber blogdaki örümcek ağlarını temizliyoruz. Bir sürü şey anlatmak istiyorum. Bu yazıda birey olmanın faziletleri ve ideolojiler üzerine birkaç kelam edeceğiz. 

Kişinin kendi iradesiyle hareket edebilmesi “birey” olabilmesi çok değerlidir. Ancak bu “birey olmak” lafı genelde insanların götünden anladığı da bir kavramdır. 

İnsanlar(ın çoğu) kendilerine önce bir kişi veya ideoloji belirleyip ardından bu belirlediği kişiyi veya ideoloji tüm konularda tek otorite olarak tanır ve bu noktadan itibaren kendine bir konfor alanı oluşturur. Bu konfor alanı kişiyi, bir şeyleri açıklama zahmetinden kurtarır. Zira artık “ben” değil “biz” oluşmuştur. Bu bir ideolojik topluluk olabilir, dini bir tarikat veya cemaat olabilir hatta hayatın tüm alanlarında etkili ve kişi iradesini ortadan kaldıran kollektif bir karar alma mekanizması var ise bu aşiret ve aile bile olabilir. Ben bunlardan ideoloji üzerine daha çok duracağım. Zira tarikat-cemaat işlerine girersek teolojik bir takım şeyler olayın içerisine dahil olacak aynı şekilde aşiret-aile bağlamı yine biraz psikolojinin konusu olacağı için bu noktada yazıya böyle bir sınır çizmeyi uygun buluyorum. 

İdeolojilerin yarattığı konfor alanları; kitleleri öylesine kısıtlamış, öylesine sarıp sarmalamış ki sanki ideolojileri olmasa herhangi bir bilgi birikimi de kalmayacak elinde. İnsanlar bilmiyorlar ahali kavramlar üzerine hiç kendi kendilerine düşünmemişler. İdeolojileri onlara ne vermişse o; hep ezber, hep slogan alabildiğine duygu sömürüsü ve demagoji!


Araçları amaç yaptılar, hatta tanrı yaptılar tapıyorlar! Bir şeyi bu kadar yüceltirsen ne olur? Bireyler önemsizleşir ahali. Ölünce de üstüne basıp devam ederler. Dava uğruna ölmek değil uğruna yaşamak kutsanacak ki dava, dava olabilsin. İnsanları öldürmek değil yaşatmaktır marifet. 

2015 yılında yazdığım “Rockefeller ve Ford Vakıfları, Tavistock ve Lokal Uyutma Paketleri” başlıklı yazıda Tavistock Vakfı’nın toplumsal uyutma paketlerinden bahsetmiştim[1]. Dr. Fred E. Emery, toplumsal uyutmanın üç aşamada gerçekleştiğini ifade ediyor; 

1- Moral(Ahlak) değerlerini yitirme(Demoralisation); Bu aşamada “amaca giden yolda her şey mübahtır” anlayışı kendini gösterir.

2- Zihni Bölünme(Segmentatiton); Bu aşamada kişi, zihninde yerleşik olan birey olma görüşünden kopup kollektif mantığına geçer.

3- Zihni Ayrışma(Disassocation) Bu aşamada kişi fantezilerle, gerçekleri birbirine karıştırıp robotlaşmış birey hükmüne geçer. İdeallerin pençesinde gerçeklerden kesin kopuş.[2]

Buradaki aşamaları doğrular nitelikte son günlerde siyasi bazlı nefret söylemleri müthiş bir ivmeyle artıyor. “50 kişiyi götürmekten” bahsedeni mi dersin “Nevşin’i ben alayım, Canan’ı sen al, Berna’yı o alsın” diye kendince paylaşım yapanı mı dersin kalkıp bir de bu dehşet verici söylemleri savunanlar var. Akıl alır gibi değil ya. Hani gerçekten cahilliğin ve nefretin sonu yok gibi. Biz, bir şey yazarken on defa düşünüp öyle yazıyoruz. Bir insanla öyle veya böyle tartıştığımız zaman “acaba” diye düşüncelere dalıyoruz. Siz nasıl insanlarsınız? Hiç mi kendi kendinize muhakeme yapmazsınız? Bu nasıl bir zihniyettir? 1970’lerde bu coğrafyada insanlar birbirini kesiyordu. Ne katliamlar ne acılar yaşandı. Hiç ders alınmamış demek ki. Hatta dersten de öte “keşke soylarını kurutsaydık” gibi bir pişmanlık hali var sanki. Gerçi bir tanesi çıkıp “içinde kalan” şeyleri televizyonda açıklamıştı; “15 Temmuz içimizde kaldı yapmak istediklerimizi yapamadık” diye. Hangi gerekçe, hangi doktrin bir cinayeti hele de bir katliamı gerekçelendirebilir? Hangi dine hangi davaya inanıyorsunuz ya?

Şu konjonktüre bir göz atın bakalım Dr. Emery’nin saydığı aşamaların hepsi de var. Ahlaki değerlerin yitirilmesi desen var, kitle psikolojisi desen var, fantezilerle yaşayıp gerçekliklerden tamamen kopuş hali desen gırla... 

İbrahim Üzülmez gibi kafayı eğip son çizgiye kadar topu sürmek yerine arada bir o topa basıp etrafınızda nelerin olduğuna bir bakmayı deneyin. 

Tefekkür ve bireysel muhakeme önemli kavramlar. Paket programlar halinde ideolojileri tabir yerindeyse “satın alıp” peşinen kapitalist, komünist veya herhangi bir şeyist olmadan önce konulara nasıl yaklaşılması gerektiğini bağımsız bir şekilde kendi inşa ettiğiniz hayat görüşü ve değerler silsilesi çerçevesinde değerlendirin. 

Enerji politikaları uzmanı Doç. Dr. Volkan Özdemir, Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de taksiye biner ve şoföre sorar; “AB üyesi Hırvatistan’ın vatandaşısın. Halinden memnun musun?” Taksici ise şöyle yanıt verir; “Yugoslavya döneminde yılda iki kere tatil yapıyordum. İyi bir eğitim aldım; doktora derecesine yükseldim. Çocuklarımı rahat büyüttüm. Şimdi geçinemiyorum. Düşük emekli maaşı nedeniyle taksicilik yapıyorum. Liberalizm bir Alman için çok iyi olabilir. Ben de Alman olsam, isterdim. Ama dünyaya Hırvat olarak geldim. Beni kimse hayatın eskiye oranla daha iyi olduğuna ikna edemez!”[3]


Uluslar da tıpkı bireyler gibi, bazı küresel çevrelerin taklitçisi veya takipçisi olarak kalkınamaz, refaha eremez. Bağımsızlık arzusunda olan toplumlar ekonomik sistemleri de dahil olmak üzere kendine özgü modeller ortaya çıkarmak durumundadır. Ben ki blogda komünizm karşıtı kaç tane yazı yazmış adamım ancak bu kapitalizme koşulsuz şartsız teslim olmayı gerektirmemektedir. Kendi içerisinde bulunduğumuz şartları gözeterek özgün sistemler kurmak bu noktada ulusal çıkardır. Neden bir şeyleri “ya o ya da bu” sığlığına indirgeyelim ki? 


Atatürk’ün “devletçilik” olarak ilkeleştirilen devlet destekli kapitalizm karma ekonomik modeli buna iyi bir örnektir. Dünyada kişilerin ve ulusların liberalizm veya sosyalizm gibi net davaları olamaz. Bireyler için de devletler için de arzulanan yegane şey refahtır ve bu refah kimi zaman piyasa serbestisiyle kimi zaman ise korumacı politikalar ile sağlanabilir. Bu yalnızca Hırvatistan veya Türkiye için değil liberalizmin kalesi ABD için bile geçerlidir.
ABD’de 5 Nisan 1933 tarihinde çıkan başkanlık kararnamesi tüm Amerikan vatandaşlarının ellerindeki altınları Amerikan hazinesine teslim etmeleri gerektiğini buyurmuş aksi halde davrananların da hapis cezasına çarptırılacaklarını bildirmişti. Roosevelt aynı zamanda altın ihracatını da yasaklamıştı. Görüldüğü üzere lüzumu hasıl olduğunda ABD’de bile serbest piyasa kavramı askıya alınabilmektedir.[4] Hatta bugün Donald Trump da aynı şeyi yapıyor. Sen şimdi kalkıp da Trump’a komünist diyebilir misin? 

Demek ki neymiş, hayatta her şeyi basmakalıp ideolojiler ile açıklayamıyormuşsun öyle değil mi? Önce birey olacaksın, şunun bunun dediği üzere değil öz muhakemen ile karar alacaksın ondan sonra biraz da cesaretli olup vardığın sonuçları paylaşacaksın. 

Milli mücadele döneminde, İngiliz mandası mı? Amerikan mandası mı? diye tartışılan bir ortamda Atatürk çıkıp bambaşka bir şey koydu ortaya; bağımsız cumhuriyet! Daha sonra yine dünya, kapitalizm mi? komünizm mi? diye ayrışmışken Atatürk bambaşka bir şey ortaya attı; Devlet destekli kapitalizm(Devletçilik)! 

Kimseye Mustafa Kemal Atatürk olun demiyorum ama hiç değilse kendiniz olun be. Birey olun olum. Kapitalizm eleştirerek bireycilik övgüsü yapıyor olmam biraz ironik görünüyor belki ama vallahi meseleler basmakalıp ideolojilere sığacak gibi değil! Velhasıl kelam, inanmayın bilin.

Hadi selametle...

—————————-


[2] Dr. Fred E. Emery, “The Next Thirty Years: Concepts, Methods and Anticipations” Human Relations Magazine, Tavistock Institute, 1 Ağustos 1967. https://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/001872676702000301

EMERY, F. E. & TwIST, E. L. (1965). The causal texture of organizational environments . Hum. Relat. 18, 21-32 .

[3] Doç. Dr. Volkan Özdemir, “Yenilenen Dünya Eskimeyen Türkiye”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder