Selam ahali, Amerikan emperyalizminin köklerine inerken ve
terörü bu felsefe içinde konumlandırmaya çalışırken, koloniler dönemine, Evanjelizm’e,
aklınıza gelen ve gelmeyen birçok yere gideceğiz ama önce, her şeyin başı
Manfest Destiny;
Manifest Destiny, ABD’nin bugüne dek ve bugünkü tüm
eylemlerini, dünya jandarmalığını, Mesihi meşruiyet zeminine dayandırdığı
tüzüktür. Meali; bariz kader!
Manifest Destiny’e göre Amerikalılar Tanrı tarafından
seçilmiş ve kutsanmış bir halktır, diğer dünya halkları üzerinde egemenlik
hakları vardır ve gelişmemiş uygarlıklar için örnek model teşkil etmektedir. Bu
teorinin çıkış noktası 1630’da Massachusetts’de kurulan püriten koloniye
dayanır. Ancak ABD sınırlarının Pasifik okyanusuna dek genişlemesi gerektiğini
öne süren esas, somut Manifest Destiny’i 1800’lere falan ancak tarihleyebiliriz.
Blogu başından beri takip edenler, bu olayı direkt olarak,
Yahudilerin seçilmiş ırk ve ‘’arz-ı mevud’’ teorisine benzetmiştir. Evet,
Manifest Destiny ciddi manada, Yahudi seçilmişlik psikolojisiyle
benzeşmektedir, çok ilginç bir noktaya doğru gidiyoruz ahali. Ancak bi’ frene
basalım, önce Manfiest Destiny’i tam olarak oturtalım istiyorum, bağlantılarını
daha sonra kuracağız acele etmeyin.
Britannica'nın İngilizce versiyonunda, Manifest Destiny ve
Püritenlik kendine şöyle yer bulmuştur;
Manifest Destiny:
Amerikan tarihinde yer alan ve Amerikalıların seçilmiş ve kutsanmış bir halk
olduğu ve dolayısıyla Tanrı tarafından vahşi ve ilkel milletlere uygarlık
modeli oluşturmakla görevlendirildiğini öne süren düşünce geleneği. Bu nedenle,
Manifest Destiny'nin ortaya çıkışının temellerinin 1630'da Massachusetts'de
kurulan Püriten kolonisiyle birlikte atıldığını söyleyebiliriz. Kullanılan
terim, coğrafik anlamda 1800'lerde Amerikan sömürgecilerinin, ABD'nin
sınırlarını Pasifik Okyanusuna kadar genişletme isteklerini tarif eder.[1]
Evet, benim en başta yaptığım Manifest Destiny tanımı ile üç
aşağı beş yukarı aynı tanım. Manifest Destiny’i Amerikan yayılmacılığı için felsefi
altyapı oluşturma çabası olarak düşünebiliriz. Peki, bu felsefenin kaynağı
neresi olacak? Evanjelizm, Protestanlık, Püritenlik geleneği pek tabi ki. Yani
Kitab-ı Mukaddes’e, Eski Ahit’e, Tevrat’a doğru uzanacağız. Bakın şunu çok net
bir biçimde söyleyebilirim ki, ABD tarihin gördüğü en büyük dini
imparatorluktur. Yaptıkları tüm eylemler bir noktada mutlak suretle Püriten
geleneğinde temellendirilmektedir. Bu bahsi geçen ‘’Püriten Geleneği’’ olayını
biraz açalım istiyorum ahali.
Avrupa’da Reform hareketleri esnasında, Kilise’nin hâkimiyetinin
zayıflamaya başladığı dönemde insanlar, ilk defa kiliseye ihtiyaç duymaksızın
kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuma imkânına sahip oldular. Bu okumalar
neticesinde İsa peygamberin Kudüs’te doğduğunu ve orada yaşadığını haliyle de
bir Yahudi olduğu öğrendiler. Aslında yeni bir din getirmeyip var olanı revize
ettiği gibi görüşler de iyiden iyiye ortaya çıkmaya, dillendirilmeye başladı.
Tam bu noktadan hareketle artık Tevrat da(yani Eski Ahit) Hıristiyanlar
tarafından benimsenmeye başlanmıştı. Hatta Martin Luther’in, Katoliklere
ithafen, ‘’Bana kâfir demekten yorulduklarında, Yahudi desinler’’ dediği
rivayet edilir.[2] Esasında Hıristiyan dünyası içindeki bu ayrılıklar Martin
Luther’den de önceye dayanıyor. Günümüz Çekya’sında yer alan Bohemya’da yaşamış
John Huss 13. yy’da Papa’ya karşı isyan bayrağını çekip, onu Deccal ilan ederek
bir bakıma Luther’in de önünü açmıştı.[3] Zaten Luther ile birlikte de Kitab-ı
Mukaddes’i farklı bir biçimde yorumlayan Protestanlar bir bakıma Yahudileşmeye
başlamıştır. Tevrat’taki ‘’Seçilmiş Halk’’, ‘’Arz-ı Mevud’’, Mesihçilik’’
(Mesih bekleme) ve ‘’Bin Yılcılık’’ (yeryüzünde bin yıl sürecek bir Mesih
idaresi) gibi kavramları toptan kabul etmişlerdir.
Şimdi ahali, tarihlere dikkat çekmek istiyorum. Ortada henüz
net bir biçimde bir dünya Siyonizm’inden bahsetmek mümkün değilken,
Hıristiyanlar Siyonist emelleri dile getirmeye başlıyor. Bu durumda gayet net
biçimde Protestanlık mezhebini, Hıristiyan Siyonizm’inin başlangıç noktası ilan
edebiliriz. Zaten bazı tarihçiler de aynen bunu ifade etmiştir. Misal Regina
Sharif bu olayı şu şekilde dile getiriyor;
"Yahudi yeniden doğuşu ve Yahudilerin Filistin'e dönüşü
kavramlarını gündeme getiren Protestanlık, daimi ve etkili bir ‘Non-Jewish'
Siyonizm gelenek başlattı."[4]
Bir başka tarihçi Grace Halsell’e verelim sözü;
‘’Hıristiyan Siyonizm'inin tarihi aslında bugünkü İsrail
devletinin kurulmasını hedef alan örgütlenmiş politik Siyonizm’in
teşkilatlanmasından da öncedir. (Zaten hatırlayın olum, ilk Siyonist kongre,
1897 Basel) Teolojik altyapısını aldığı Kitab-ı Mukaddes'in Kilise hiyerarşisi
içerisinde bulunmayan insanlar tarafından kendi dillerinde okunmaya
başlanmasından bir yüzyıl sonra Hıristiyan Siyonizm’inin ortaya çıktığını
görmekteyiz. Filistin'de bir Yahudi ulusunun kurulmasının, Mesih'in ikinci
gelişinin alametlerinden biri olacağı fikri ilk olarak Oliver Cromwell ve Paul
Felgenhauever gibi 17. yüzyıl Protestan lider ve teologların söylev ve
yazılarında belgelendirilmiştir.’’[5]
Tam bu noktada, sanki hayatın sırlarını veriyormuşçasına
tribe girip başını sallayan ancak aslında hiçbir şey anlatmayan öğretmeninizi
canlandırın kafanızda.
Evet, devam edelim. Tevrat’ta Yahudilerin, vaat edilmiş
topraklardan uzaklaştırılacakları ve dünyanın dört bir yanına dağılacakları ve
Mesih’in gelişi ile beraber yurtlarına dönecekleri sıklıkla vurgulanır. E zaten
tüm öğreti bunun üzerine kuruludur. Eski Ahit’i, Protestanlar da
okudu demiştik, ancak onlar kitabı yorumlarken bazı farklılıklar
göstermişlerdir. Protestanlara göre bu bahsi geçen Mesih, İsa peygamberden
başkası değildi. İşin kıyamet senaryoları kısmını bundan çok çok önce ‘’Köprüyü
Geçene Kadar Ayıya Dayı Diyen Evanjelikler’’ başlıklı yazımda anlatmıştım.
Şimdi, çok kısa değineceğim, İsa Mesih’in yeryüzüne gelebilmesi için Eski Ahit
kehanetlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu kehanet de pek tabi ki, Kudüs
merkezli Yahudi devletinin kurulup, Süleyman Mabedinin tekrar inşa edilmesidir.
Yine Protestanlara göre Yahudiler bu kez, onun ilk gelişinde yaptıkları hatayı
tekrarlamayıp kabul edecek ve diğer milletleri İsa Mesih önderliğinde Kudüs'ten
yöneteceklerdi. Zira Protestanlara göre Yahudiler hala ‘’Seçilmiş Halktı’’.
Katoliklere göre ise İsa peygamberi çarmıha gerip, öldürdükleri için bu vasfı
kaybetmişlerdi. Zaten çarşı pazar burada karışıyor ahali.
İngiltere’de 18. yy’da gelişen ‘’Non-Jewis Siyonizm’’ diye
tanımladığımız düşüncenin en önemli örneği 1704 yılında Nathaniel Crouch’ın
yazdığı ‘’Two Joumeys to Jerusalem’’ kitabıdır. Crouch kitapta Kudüs’e yaptığı
iki yolculuğu anlatmaktadır, hatırat gibi bir şeydir yani. Crouch kitapta en
çok Tevrat’ta ‘’süt ve bal diyarı’’ olarak geçen[6] Kenan topraklarının çöl halinde
olması üzerinde durmuştur. Kimilerinin arıcılığa bağladığı[7] meseleyi, Kutsal
Toprakların yeniden bir "bal ve süt" diyarı olabilmesi için
Kenan(Filistin) topraklarının yeniden Yahudilerin eline geçmesinin şart
olduğuna bağlamıştır Crouch.[8] Beşiktaşlı arkadaşlar umarım Coruch’un
kitabının 8. nota denk gelmesinin altında bir şey aramıyorsunuzdur. Olum
vallahi tesadüf lan.
Bu kitap epey popüler oluyor İngiltere’de ve İngilizlerin
bölgeye olan bakış açılarını Siyonist emeller doğrultusunda ciddi manada
etkiliyor.[9] 19. yy’a geldiğimizde ise artık peşi sıra Hıristiyan Siyonist
Tarikatlar kurulmaya başlıyor. Bunlardan ilki 1830'da İngiltere'de John N.
Darby tarafından kurulan '’Plymouth Brethren’’dir. Yahudilerin kutsal
topraklara geri dönmesi gerektiğini kabul eden ilk elle tutulur Hıristiyan
topluluk bunlardır. Bugünkü Evanjelizmin temellerini esasında Darby
atmıştır.[10] Yine İngiltere’de 1844’te ‘’Elpis Israel’’ kitabının yazarı olan
John Thomas tarafından ‘’Christadelphians’’ adında bir tarikat daha kurulur ve
bu tarikatın Yahudilerin kutsal topraklara dönmesine açıktan destek sağladığı
ve bu doğrultuda Siyonizm’in öncülerinden Hibbat Zion hareketine yardımda
bulunduğu aktarılır.[11]
Evet, biraz konuyu boğduğumu fark ettim ama Avrupa’ya girdin
mi de öyle kolay kolay çıkamıyorsun. Ancak ABD’de bu kadar dolambaçlı bir yol
izlemeyeceğiz, bunun sözünü en baştan vereyim.
Gelelim Amerika’ya. Amerika’da ise 1830’da Mormonlar ve Adventist
tarikatları peyda olmuştur.[12] Ancak Amerika’daki esas gelişme William Eugene
Blackstone 1878’de yayınladığı ‘’Jesus is Coming’’ kitabı olmuştur. Bu kitap
Amerika’da tam manasıyla bir fenomen oluyor ve İbranice dahil 48 ayrı dile
çevriliyor.[13] Yani özetle Evanjelik felsefenin kabulünde Amerika’yı kıvama
getiren kitap bu olmuştur. Biliyorum çok fazla isim geçti ancak olayları
aktarabilmek için bunları anlatmak zorundayım, siz sadece olayların gelişimini
takip edip akılda tutun yeterli.
Şimdi tekrar bi’ İngiltere yapıp hemen döneceğiz. İngiliz
milletvekillerinden Josiah Wegwood üzerinde konuşmaya değer bir abimiz olacak.
Wedgwood, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulması için elinden geleni yapmış
ve Yahudilerin silahlı mücadeleye girişmesi gerektiğini savunmuş bir
Protestan’dır. Aynı Wegwood Yahudi devletinin kuruluşuna destek bulabilmek için
Amerika'ya giderek Başkan Wilson'la görüşmüş(tarih bilgilerinizi hatırlayın
olum ilkeleri de vardı hani) ve ABD’yi, Siyonist çizgide, Ortadoğu’ya
müdahaleler yapmaya çekmiştir. ‘’Tamam, olabilir de niye bu herifin üzerinde bu
kadar duruyorsun?’’ diyecek olabilirsiniz ahali ancak Josiah Wegwood, Eski
Ahit, Protestanlık, Anglo-Sakson ırkçılığı ve ileride ABD Emperyalizmi olarak
karşımıza çıkacak olan sentezin, erken dönem en önemli örneğidir. Arkeolog gibi
konuştum bu arada. Neyse Wegwood’un önemi;
"Tanrı'nın kendi Seçilmiş Halkı ile yaptığı ahitin bir
yanında Yahudiler, öteki yanında Anglo-Saksonlar yer alır.’’[14]
Ve
"Yahudilerin Filistin'i almasıyla Siyon'dan yeni bir
ışık doğacak"[15]
Gibi aforizmalarıyla WASP(White, Anglo-Sakson, Protestan)
olgusunun ve Amerikan emperyalizminin felsefi temellerini, literatürünü
oluşturmasıdır. Zaten Protestanlar da bu abimizi ileride ‘’pirimiz’’ diye
anacaklar.[16]
Şimdi, bilmem dikkatinizi çekti mi ama sanki Protestan
Hıristiyanlar, Siyonizm konusunda Yahudilerden daha fanatik lan. Zira
Siyonizm’in babası kabul edilen Theodor Herzl, Yahudileri bir araya toplayacak
vatan toprakları fikri için ‘’ille de Siyon olsun’’ çizgisinde değildi. Herzl
Uganda, Kongo, Trablusgarp(Libya), Kıbrıs, Arjantin, veya Mozambik gibi
alternatiflere de dünden razıydı. Bunu da kendi günlüğünden öğreniyoruz.[17]
Yani kör istemiş bir göz Allah vermiş iki gözdür ahali.
Peki, sizce ben iddiamın altını doldururken yalnızca bununla
yetinecek miyim?
Ünlü Balfour deklarasyonunu yapan İngiliz Dış İşleri Bakanı
Lord Arthur Balfour 1917’de Lord Rothschild’e yazdığı mektubunda,
‘’Majestelerinin Hükümeti'nin Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulmasını
desteklediğini deklare ederim.’’ (mealen; hadi olum kursanıza şu İsrail’i)
demişti ve kendisi koyu bir Hıristiyan’dı.[18]
Bir başka ünlü Hıristiyan Siyonist ise meşhur Winston
Churchill’di. ‘’Ben de bir Siyonist’im’’ diyen Churchill, fantastik bir hamlenin de peşindeydi; İsrail’i Commonwealth’e
dahil etmek! Ancak İngilizler, Arapların tepkilerinden çekindikleri için bunu
rafa kaldırmışlardır.[19]
En bombasını sona sakladım ahali. Basel’e uzanacağız, ilk
Siyonist kongrenin yapıldığı mekânda 1985’te bir Siyonist kongre daha yapılır,
ancak bu sefer kongrede Hıristiyanlar da bulunmaktadır. Bu kongrede tüm dünya
Yahudilerinin İsrail'e göç etmeye çağrılması ve İsrail'in 1967'de işgal etmiş
olduğu Batı Şeria'yı resmen ilhak etmesi talep edildi yani Hıristiyan
Siyonistler, elinizi korkak alıştırmayın olum meydan sizin demişlerdi
Yahudilere. Bunun üzerine kongredeki Yahudi bir dinleyici ayağa kalkarak son
cümledeki ifadenin biraz yumuşatılmasında yarar olabileceğini, çünkü İsrail
halkının da yaklaşık üçte ikisinin Batı Şeria'nın ilhakına karşı olduğunu
söylemiş ancak Uluslararası Hıristiyan Elçiliği temsilcisi Van der Hoeven bu
çıkışa sert tepki göstermiştir;
"İsraillilerin ne düşündüğü umurumuzda değil; biz
Tanrı'nın ne söylediğine bakarız. Ve Tanrı, o toprakların Yahudilerin malı
olduğunu söylüyor." [20]
E yuh artık! Kraldan çok kralcı olmak(temsili)
Evet ahali, buraya kadar Protestanların Siyonizm konusunda
zaman zaman Yahudiler’den bile ileriye gidebildiklerini gördük. Bu noktadan
sonra ise Protestanların, ki artık Evanjelik demeye de
başlayacağım, Yahudilere imrenmeleri ve hatta kendilerini onların yerine
koyuşlarını inceleyeceğiz.
Burayı yazının ikinci devresi ilan ediyorum.
Hıristiyanların, Protestanlık(Püritenlik) ile beraber
Yahudileşmeye başladıklarını söylemiştim değil mi? Yahudi Ansiklopedisi(Encylopaedia
Judaica) Püritenlikten ‘’Judaizers’’(Yahudici, Yahudi sevici/sempatizanı)
olarak bahsedip açıklamasını şöyle yapmış ahali;
‘’Yahudi olmadığı halde Yahudi dininin bir kısmını ya da
bütününü uygulayan veya Yahudi olduğunu öne süren kimselerdir. İngiltere ve
Amerika dâhil, Kuzey Atlantik'te Püritenliğin yaygınlaşması ile birlikte,
Tevrat'ın incelenmesi buna bağlı olarak da Yahudileşme hareketleri başladı. Bu
hareketler İbrani dilini kullanma, anayasanın Tevrat'a dayandırılması ve
Sabbath'ın Yahudi dinine göre kutlanması taleplerini de beraberinde getirdi.
"Ahlak ve etik yapısı Tevrat'la tümüyle eş olan Püritenlik,
'İngiliz Yahudiliği' olarak adlandırılmıştır.’’[21]
Bahsi geçen Sabbath ya da Türkçesi ile ‘’Sebt Günü’’ hem
Yahudilerde hem de Hıristiyanlarda var olan, tüm günün dinlenme ve ibadete
ayrıldığı mübarek gündür. İki dinde farklı günlerde kutlanmaktayken Püritenler
Hıristiyan geleneğini terk edip Yahudilerinkini kabul etmiştir. Bununla da
kalmayıp çocuklarına da Samuel, Sarah gibi Yahudi isimleri koymaya başlıyorlar.
Ancak buradan itibaren ‘’iyi hoşsunuz da o kadar da değil’’ gibilerinden bazı
tepkilerle karşılaşmaya başlıyorlar ve bir müddet sonra da İngiltere’de
barınamaz vaziyete geliyorlar. İnsanların düşüncelerini, özellikle de dini
olanları, değiştirmek ve bunlara tahammül sağlamak hiç de kolay değildir ahali.
İngiltere’de barınamayan Püritenler 1620’li yıllarda iki büyük göç hareketi
gerçekleştiriyor. Bunlardan biri orta Avrupa’ya, özellikle de Amsterdam’a,
göçerken diğer kısım ise yazının başında da söylediğim üzere YENİ DÜNYAYA
ABD’ye göç edip Massachusetts kolonisini kuracak iradeyi oluşturuyor. ABD’ye
kesin dönüş yapmadan evvel aktaracağım birkaç şey daha olacak ahali.
Tüm bu göç dalgalarına rağmen İngiltere’de kalmayı tercih
eden gruplar da olmuştur. Kalan Püritenler zamanla örgütlenip silahlanarak
"New Model Army" isimli bir ordu oluştururlar. 1640'lara gelindiğinde
bu ordu güç anlamında Kralın ordusuyla kafa kafaya konuma gelir. Ordunun lideri
ise daha evvel ismini zikrettiğimiz Oliver Cromwell’dir. Cromwell'in yönettiği
bu Püriten ordusu, 1649'da Kral I. Charles'ı devirip ve bir Püriten Cumhuriyeti
kurarlar. Cromwell de kendini tüm ülkeye "Lord Protector" ilan
eder.[22] Din savaşlarının ne kadar şiddetli olduğunu görüyor musunuz ahali?
1649’da ise Amsterdam’a göçen diğer Püriten grup Cromwell
ile bir mektup vasıtasıyla iletişime geçer;
"Bu İngiliz ulusu, Hollanda'daki temsilcileriyle
birlikte, İsrailoğullarını zamanı geldiğinde ataları olan Abraham, Isaac ve
Jacob'un topraklarına, Vaadedilmiş Topraklar'a da gemileriyle taşıma şerefine
ulaşacak ilk ulus olacaktır."[23]
YIL 1649! Ortada daha Siyonizm’in, s’si dahi yokken
Hıristiyanlar arasında konuşulanları görüyor musunuz ahali? Hani sürekli devam
eden bir geyik vardır ya; ‘’Ah Muhittin görüyorsun 3 milyonluk İsrail dünyanın
anasını ağlatıyor’’ diye, al bak bakayım İsrail üç milyon muymuş kaç milyonmuş
gör! Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, dini inancını, dünya görüşünü
sadece ve sadece COĞRFAFYANIN şekillendirdiği bir ton man kafaya laf anlatmaya
çalışıyoruz işte biz de. Ben burada paragraflarca da sövebilirim ama bir tesiri
olmayacak ki… Neyse ya vallahi canım sıkılıyor bu tarz şeylere şahit oldukça.
En iyisi biz artık Amerika’ya geçelim. Sözü Yahudi yazar Élie Barnavi’ye
verelim;
"Amerika'da antisemitizme rastlamak pek mümkün değildi;
nefret, Yahudilere değil, Katoliklere yönelikti. Hatta kimi durumlarda
'philosemitism' (Yahudi seviciliği) gözlemlenebiliyordu. Yahudilere ait özellikler
olarak kabul edilen çaba, hırs, sosyal aktivite, cemaat bilinci, Amerikan
ruhunun dayandığı temel prensipler olarak kabul ediliyordu"[24]
Evet, Élie Barnavi amcamızın da dediği gibi ‘’Amerikan
ruhunun temel prensipleri’’ Yahudi dini ve geleneklerine dayanmaktadır.
Yukarıda William Eugene Blackstone diye bir heriften bahsetmiştik, hatırladınız
mı? Hani ‘Jesus is Coming’ kitabını yazdı demiştik. İşte o Blackstone, iki
arkadaşı Dwight L. Moody ve Cyrus I. Scofield ile birlikte Amerika’da Yahudi
Seçilmişliği çığırtkanlığı yapmaktayken aralarında John Davison Rockefeller ve
JP. Morgan’ın da bulunduğu(heh bir siz eksiktiniz amına koyayım) Amerikan elitinden 413 nüfuzlu dayı bu propagandaya
destek vererek ABD’yi Siyonist & Evanjelik bir çizgiye oturtmayı
başarmışlardır. 1800’lü yılların sonuna doğru gelirken Blackstone,
propagandaları çerçevesinde ‘’Bulgaristan'ın Bulgarlar'a, Sırbistan'ın da
Sırplar'a ait olduğu kadar, Filistin de Yahudilere ait değil mi?’’ diyerek
ABD’de Siyonizm’i dini zeminden siyasi zemine taşıyor. Bir de bir şeye dikkat
çekmek isiyorum, Bulgaristan ve Sırbistan, Berlin Anlaşması ile 1878’de
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Yani Blacktone’un çalışmaları ile, meşhur
Theodore Herzl’in çalışmaları aynı tarihlere denk geliyor. Biri Avrupa’da diğer
Amerika’da ciddi manada kamuoyu oluşturma çabasındaydı.
Peki neden?
1935’te ölen Blackstone 1933’te Chicago'daki Protestan
cemaatine yazdığı mektupta;
"İsrail'in uyanışıyla şimdi her zamankinden daha çok
ilgileniyorum. Dualarımız sayesinde beklenen Mesih'lerine kavuşabilirler."[25]
diyerek bu soruya çok net bir cevap vermiştir; TANRI BUNU İSTİYOR!
Amerika’nın, Siyonist ideale ve dolayısı ile de İsrail’e
destek vermesi alışık olmadığınız veya yeni bir şey değildi. Gelin biraz da
Amerikan ideallerinde Yahudi dininin ve geleneklerinin yansımalarına göz
gezdirelim.
Amerikalı Protestan din adamı Josiah Strong, Anglo-Sakson
ırkının üstün bir ırk olduğunu ve Kızılderililer’i Tanrı’nın izniyle, Tanrı
adına yok etme hakkını elinde bulundurduğunu söylemiştir.[26] Buna benzer bir
yaklaşımı yukarıda Strong’un adaşı, İngiliz milletvekili Josiah Wegwood’da da
görmüştük ahali hatırlayın. Ben birazdan bu ifadelerin detaylı bir analizini
yapacağım ama önce sözü Amerikalı sosyolog Thomas F. Gossett’e verelim, Gossett
üstün ırk muhabbetini şöyle analiz ediyor;
‘’Beyaz olmayan ırkların, Tanrı'nın isteğine uygun olarak
yok edilmesi düşüncesi, kuşkusuz Josiah Strong'un kendi başına geliştirdiği bir
düşünce değildir. 'Tanrı, kendi halkına yer açmak için, diğerlerinin yok
edilmesini istedi' cümlesi, Püriten din adamlarınca söylenmiştir. Bir başka
Püriten, 'Tanrı, aralarında hastalık yayarak Massachusetts'deki
Kızılderililer'in sayılarını 30 binden, 300'e indirmemizi istedi' demişti.
Benjamin Franklin, daha sonra aynı düşünceyi savunacak ve otobiyografisine
şöyle yazacaktı: 'Yerlilere içirdiğimiz rom içkisi Tanrı'nın bu pislikleri
(Kızılderililer'i) yeryüzünden kaldırmak için yaptığı planın bir
parçasıydı'.’’[27]
Evet, şimdi sazı elime alıyorum ahali. Amerikalıların
seçilmiş ırk olgusu Yahudilerin seçilmişlik iddiasının yandan yemişidir.
Kendilerini Yahudi, Kızılderilileri Filistinliler, Kuzey Amerika ve Pasifik’i
de Kenan diyarı olarak gördükleri aşikardır. Tevrat’ta Yahudi olmayanlar
‘’Goyim’’ olarak isimlendirilir ve Goyimlerin hiçbir hakkı olmadığı gibi her
şeyleri(malları ve canları) Yahudilere helaldir. Neyse buralara tekrar
geleceğiz zaten. Şimdi pası yine Yahudi ansiklopedisine atalım. Yahudi
ansiklopedisi Massachusetts kolonisi için şöyle diyor;
‘’Dünya kolonileşme tarihinde hiçbir koloni Massachusetts
kolonisinin ulaştığı zenginlik seviyesine ulaşamadı. Koloniyi kuran
Püritenlerin amacı Amerika'nın uçsuz bucaksız topraklarında yeni bir Siyon
yaratmaktı. Bu, İngiltere'de sağlanan reformasyonun bir benzerini
oluşturmalarını sağlayacaktı. Püriten mirası, Amerikan ruhunun şekillenmesinde
şüphesiz büyük bir faktör olarak yerini aldı.’’[28]
Püritenler o kadar ilginç bir psikolojiyle hareket
etmişlerdir ki, kolonilerinin ismi her ne kadar New England olsa da kafalarda
New Israel olmuştur. Püritenler kendilerini ‘’Pilgrims’’ yani
hacılar olarak nitelemişlerdi ve aynı yakıştırma daha sonra Filistin'e giden
Siyonistler tarafında da kullanılmıştır.[29] Püriten psikolojisince, Amerika Kenan
diyarı ve kendileri de bu diyarı fethetmekle yükümlü Yahudilerdi. 1622'de, koloninin
önde gelen abilerinden Robert Cushman, Amerikan topraklarındaki yerlilerin
"ilkel yaratıklar" olduğunu söyleyip onların ellerindeki toprağa el koyma
hakları olduğunu ve bu hakkı da Eski Ahit'in "Tekvin" bölümünden
13/6, 1 1 , 12 ve 34/21 gibi ayetlere dayandırmıştı.[30] E bildiğin
Kızılderilileri goyim ilan etmişler.
Peki sizce bu iş burada
kalır mı?
" ... Ey Kenan, Filistinliler diyarı, Rabbin sözü size
karşıdır; seni yok edeceğim, öyle ki artık sende oturan kimse olmayacak."
(Tsefenya, Bab 2/5)
‘’Ve Rab, onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini
kılıçtan geçireceksin; ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde
olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin; Ve Allah'ın Rabbin
sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin… Ancak Allah'ın Rabbin miras
olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ
bırakmayacaksın; fakat onları, Kenanlıları Rabbin sana emrettiği gibi tamamen
yok edeceksin.’’ (Tesniye, Bab 20/10- 1 7)
Bu verdiğim Tevrat Babları, Amerikalıların Kızılderili
katliamını meşrulaştırma ve katliam üzerine motivasyon aracı olmuştur. Şöyle
ki, New England'daki ilk büyük soykırım, 1637'de Pequot Kızılderililerinin yok
edilmesidir. Püritenler ise bu icraatlarını şöyle açıklamıştır;
‘’Yeryüzü cennetinde Tanrı'nın istemediği bu Pequot
yerlileri temizlendi. Öyle ki, şükürler olsun, artık Pequot adını taşıyan kimse
kalmadı. Bugün, 'Tanrı'nın izni altında' yurduna bağlılık yemini eden her
Amerikan çocuğu, aslında, bu katliamı uygulayan Püritenlerin taşıdığı retoriği
ve Eski Ahit'ten kaynaklanan düşünceyi ödünç almaktadır. Püritenlerin Eski
Ahit'ten aldıkları düşünce ise şudur: 'Bilinçli bir biçimde, Tanrı'nın seçilmiş
halkına ait olan Vaadedilmiş Topraklar'daki Kenan halkını yok etmek!’’[31]
...
Thomas Gossett ise bu olayı şöyle ifade ediyor;
''İsrailliler Kenan halkını nasıl yok ettilerse,
Massachusetts kolonisindeki İsrailliler de Kızılderilileri öyle yok
ettiler"[32] Olum adamlar iyice havaya girmiş lan kendilerini İsrailli
zannediyorlar. Yazık, olan da garibim Kızılderililere olmuş. Noam Chomsky bu
katliamların detaylarına da inerek şöyle aktarıyor;
‘’Kolonizasyon hareketinin ilk dönemlerinde Virginia
korsanların ve sömürgecilerin merkeziydi. Sömürgeciler, Kızılderilileri vahşi
köpeklerle avlıyor, kadınlarını ve çocuklarını katlediyor, ekinlerini
yağmalıyorlardı. Bir de Kızılderililere battaniye satıyorlardı. Ama üzerlerine
çiçek hastalığı mikrobu enjekte edilmiş olan battaniyeler! George Washington,
1783'te şöyle yazmıştı: 'Bizim yerleşim
bölgelerimizin yayılması, belli bir şiddet gerektirecektir; aynı bir kurt gibi.
Şekillerimiz tümüyle farklıdır ama her ikimiz de avcıyız.' Bu sözlerin sahibi
Washington resmi literatürde 'pragmatik' olarak tanıtılır. Öyledir, baskı, hile
ve tehditle Kızılderili topraklarını yok pahasına satın almıştır.’’[33]
Ya ahali şimdi sorarım size, Kızılderililere üzerine
hastalık enjekte edilmiş battaniye ‘’satmak’’ nasıl bir bir kansızlıktır?
Hayır, hayır, hayır ulan bu öyle Çanakkale savaşında gündüz birbirileriyle
savaşıp geceleri siperlerden birbirlerine çikolata ve sigara atan Türk ve Anzak
askerlerinin olayı gibi bir şey değildir. Bu düpedüz orospu çocukluğudur. Savaş
denkler arasında olur, bu bir savaş değil, bu bir vahşettir! Ulan battaniyeleri
dağıtıyor olsalar yine neyse diyeceğim de bir de parayla satıyorlarmış. Üzülmemek, çıldırmamak, yanmamak, sövmemek elde değil ahali. Şubat 1643'te
Güney Manhattan'da Hollandalı askerler tarafından Algonquin Kızılderililerine
karşı gerçekleştirilen bir katliamın daha kaydı mevcuttur ve o da David de
Vries tarafından şöyle aktarılır;
‘’Askerler pek çok Kızılderili'yi uykularında öldürdüler.
Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri
önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu.
Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en
taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı.
Bazı bebekler nehire atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya
atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin
verdiler, hepsi boğuldu.’’[34]
…
Noam Chomsky’e göre, ABD'nin 20. yüzyılda dünyanın dört bir
yanında uyguladığı terörün kaynağı da Püriten mirasıdır. Chomsky şöyle devam
ediyor; ‘’Püritenlerin gerçekleştirdikleri katliamlar, asırlar sonra hala ABD
tarafından işlenen toplu cinayetlere de fikir babalığı yapıyor. Yüzlerce örnek
arasında akla gelenlerden biri, 1980'de EJ. Salvador'da ABD'nin çıkardığı
Salvador-Honduras savaşı sırasında gerçeklesen Rio Sumpul katliami. Sayısız
benzeri gibi bu katliam da ABD tarafından eğitilmiş, ABD tarafından
silahlandırılmış ve elitlere hizmet eden birliklerin islediği bir cinayetti.
Asırlardır ABD'nin öğrettiği doktrinlerin yeni bir uygulaması olan bir
cinayet!’’[35]
Aman ne miras. ABD, köşeye sıkıştığında terörü
bir kart olarak sahaya süren bir devlet değildir. ABD terörizmi bir kültür
olarak yaşatan ve ilahi bir misyon olarak organize bir şekilde uygulayan bir
örgüttür. Amerikan emperyalizminde terör karakteristik bir özelliktir,
Amerika’nın ‘’Bariz Kader’’ doktrini(Manifest Destiny) tamamen bunun üzerine
kurulmuş olup, vahşet bu düşüncenin DNA’sına işlemiştir.
1859'da gazeteci Horace Greeley, Pasifik halkları için şu
sözleri sarfetmiştir;
‘’Bu insanlar ölmeli, onlar için bir çıkış yolu yok. Tanrı
dünyayı onu sahipleneceklere ve işleyeceklere vermiştir. Ve O'nun bu erdemli
hükmüne karşı gelmeye çalışmak boş bir çabadır.’’[36] Ne kadar arızalı bir
psikoloji ile karşı karşıya olduğumuzun farkında mısınız ahali? ‘’Bunun için
yapacak bir şey yok’’ gibi bir tavır takınılması ve bunların Tanrı buyruğu
olduğu düşüncesi Manifest Destiny düşüncesinin temellerini oluşturmaktadır. 27
Nisan 1898'de, Senatör Albert J. Beveridge’in söyledikleri ise olayı bir adım
daha öteye taşıyor;
‘’Daha soylu ve daha erkek insanlardan doğan yüksek
uygarlıklar önünde, alçak uygarlıkların ve çürümekte olan ırkların ortadan
kalkması Tanrının sınırsız tasarısının bir parçasıdır. Amerikan fabrikaları
Amerikan halkının kullanabileceğinden daha fazlasını yapmaktadırlar. Amerikan
toprağı tüketebildiğinden daha fazlasını çıkarıyor. Tutacağımız yol bizim için
çizilmiş bir yazgıdır, dünya ticareti bizim olmalıdır, olacaktır. Ve bunu
anamızın (İngiltere) örnek olduğu biçimde yapacağız. Bütün yeryüzünde Amerikan
ürünlerinin dağıtım noktaları olarak ticaret karakolları kurulacak, okyanusu
ticaret filomuzla kuşatacak ve büyüklüğümüzle orantılı bir donanma meydana
getireceğiz. Ticaret karakollarımızın çevresinde bizim bayrağımızı
dalgalandıran ve bizimle ticaret yapan, kendi hükümetlerine sahip büyük
sömürgeler kurulacak, kurumlarımız ticaretin kanatları altında bayrağımızı
izleyecektir. Amerikan Cumhuriyeti, tarihin en üstün ırkının kurduğu bir
cumhuriyettir. Tanrı tarafından yönlendirilen bir devlettir. Bu cumhuriyetin
liderleri de yalnızca devlet adamı değil, aynı zamanda Tanrının
peygamberleridir."[38]
Bu sözler sizlere neyi çağrıştırıyor? Hitler’in Ari ırkı
olabilir mi ya da Nietzsche’nin Übermensch’i? Ya da durun durun Marx ve
Lenin’in ideallerindeki devlet ve insan tipi de olabilir. En nihayetinde hepsi
de birbirinin yandan çarklısıdır. Tüm bunların yalnızca tek bir açıklaması var
ahali; Kibir!
Bu insanlar tanrıcılık oynamaktadırlar. Kontrolsüz güç
kullanımını da, ‘’Tanrı adına’’ diyerek meşruiyet zeminine oturtmaya
çalışmakta, Tanrıya meydan okumaktadırlar! Dream Theather’ın ‘’In the Name of
God’’ isimli bir şarkısı var, bakmayın şarkının adının
‘’Bismilliahirrahmanirrahim’’ olduğuna, şarkıda tam olarak bu insanlar hedef
alınmıştır. Gerçi biraz da atesit/agnostik bakış açısıyla Hıristiyanlığa
yüklenilmiş gibi olsa da, ‘’Tanrı adına’’ diyerek meşrulaştırılan şiddete, kötülüğe,
savaşa çok yerinde eleştiriler yapılmıştır.
Yazının sonları ‘’Presidente Kültür Sanat’’ kıvamında oldu ama şunu da söylemeden bitirmek istemiyorum. Al Pacino’nun
Şeytan’ın Avukatı filmini izlediniz mi? Benim Scarface'den bile daha çok sevdiğim bir filmdir. Tüm film kibir üzerine kuruludur.
Avukatlık mesleği üzerinden kibrin sebepleri ve sonuçları çok çok güzel
işlenmiştir. Filmin son sahnesinde şeytan rolündeki Al Pacino, Tanrıya
hakaretler yağdırdıktan sonra;
Meydan okuyor ve derdini anlatmaya çalışıyor. Bizim avukat Kevin da
zeki oğlan çakıyor hemen mevzuyu;
Bu insanların yaptıkları tam olarak budur ahali. Dünya
üzerinde şeytani bir düzen tertip ettiler. Film boyunca Al Pacino, ‘’Kibir en
sevdiğim günahtır’’ demişti. Bunu kim inkar edebilir ki?
Ha tabi bir de;
Kim inkar edebilir ki…
Hadi selametle….
---------------------------------------------------------------
[2] İsmail Vural - Beyaz Saray’ın Gizli Dini; Evanjelizm *Bu
bilgiyi başka bir yerden teyit edemedim açıkçası o yüzden ‘’kalıbımı basarım’’
diyemiyorum ahali
[3] Malachi Martin - The Keys of This Blood
[4] Regina Sharif - Non-Jewish Zionism; lts Roots in Western
History
[5] Grace Halsell - Prophecy and Politics: Militant
Evangelists on the Road to Nuclear War
[6] Tevrat, Çıkış 3:8
[8] Nathaniel Crouch
- Two Joumeys to Jerusalem
[9] Karen Armstrong, Holy War
[10] Encyclopaedia Judaica
[11] age
[12] age
[13] İsmail Vural – age
[14] Joshua B. Stein - Our Great Solicitor: Josiah C.
Wedgwood and the Jews
[15] age
[16] age *Kitabın adına baksanıza olum ‘’Our Great
Solicitor!’’ hey maşallah be!
[17] Theodere Herlz - Diaries (Hatıralar), Ed.Victor Gollancz, 1958
[18] Edward Tivnan - The Lobby: Jewish Political Power and
American Foreign Policy
[19] Şalom Gazetesi 1 Mayıs 1991
[20] İsmail Vural – age
[21] Universal Jewish Encyclopedia
[22] Karen Armstrong – age
[23] age
[24] Élie Barnavi, A Historical Atlas of the Jewish People
[25] Peter Grose - lsrael in the Mind of America: The Untold
Story of America's 150-Year Fascination with the idea of a Jewish State, and of
the Complex Role Played by This Country and Its Leaders in the Creation of
Modern Israel
[26] Thomas E Gossett - Race: The History of an Idea in
America
[27] age
[28] Universal Jewish Encyclopedia
[29] Karen Armstrong – age
[30] age
[31] Noam Chomsky - Year 501 : The Conquest Continues
[32] Thomas E Gossett – age
[33] Noam Chomsky – age
[34] age
[35] age
[37] age
[38] age
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder