Selam ahali, her kim ki demokrasi, insan hakları, özgürlük,
kardeşlik gibi kavramlardan bahsediyorsa bilin ki o kişinin amacı bu
kavramların kendisi değil, bu kavramlardan yararlanmaktır.
Günümüzde demokrasiye en ufak bir eleştiri getirmek dahi
linç sebebidir. Demokrasi, günümüz paradigmasındaki bir insan için, tam olarak
ikna olmamış olsa bile, asla eleştirilemeyecek, aleyhine beyanat verilemeyecek
bir dogmayı ifade eder. Blogda ismi çok defa geçmiş olan Walter Lippmann’ı
hatırlıyor musunuz? Walter Lippmann “stereotype” kelimesini politik literatüre
sokan kişidir. CFR’ın da kurucusudur.[1] “Stereotype” basmakalıplığı ifade eden
bir kavramdır. Demokrasi de modernizmin dayatmalarıyla şekillenen 20. ve 21.
yüzyıl paradigması içindeki en önemli stereotype’lardan biridir.
Bugün, “ama demokrasinin de şöyle dezavantajları var”
diyerek bir cümleye başladığınız an, ne kadar nahif olursanız olun, ardını
nasıl getirirseniz getirin, tezinizin altını nasıl doldurursanız doldurun,
insan hakları düşmanı, cahil, yobaz ve gavat ilan edilirsiniz. O dakikadan
itibaren tukakasındır, dünyanın en kötü adamısındır.
Reddediyorum ahali, ben böyle bir gerizekalılığı
reddediyorum. Düşünsel meselelerde insanların yaptığı en büyük hata hiç
şüphesiz ki, araçların amaç yapılmasıdır. Toplum paradigmasının dışına çıkmayı
başarabilmiş insanların üzerinde anında demokrasi kılıcını sallandıran bu kuru
sıkı şövalyelerin gözden kaçırdığı en temel nokta budur.
Her insan temel haklarının garanti altına alındığı, özgür ve
müreffeh bir ortamda yaşamak ister. Ha “bazı insanlar da dünyanın yandığını
görmek ister onlara asla ulaşamazsınız”[2] ama konumuz bu değil, sağlıklı bir
insandan bahsediyoruz. Yani amaç adalet, özgürlük ve refah ise bunun tesis
edilmesi için izlenecek yöntem demokrasi olabilir, lider iyi olduğu sürece
otokrasi olabilir, teokrasi olabilir, isterseniz tirbuşon rejimi veya muz
cumhuriyeti bile olabilir.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım şey içi boş demokrasi
şövalyeliği ve esas amaca ulaşmaya çalışırken detaylarda kaybolduğumuzdu.
Gelelim şimdi demokrasinin kendisine.
Ben kendimi hiçbir zaman “demokrat” olarak tanımlamam.
Demokrasi bana fayda sağladığınca, işime geldiğince var olması gereken bir
kavramdır. Yaklaşımı bencilce mi buldunuz? Evet, oldukça bencilce bir
yaklaşımım var. Ancak esasında bencillik de kötü bir şey değildir, bencillik
ile ilgili yanlış bir önyargı var. Hatta önyargının kendisi ile ilgili de
yanlış algılarımız var. Ancak tüm bunları başka bir yazıda açıklayacağım. Zira
bu meseleye de burada değinirsek yazı iyice dağılacak. O yüzden
“coming soon” deyip hız kesmeden devam ediyoruz.
Aysun Kayacı’nın “dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?”[3]
diye meşhur bir çıkışı vardı. Hatırladınız mı? Kadını boşu boşuna linç
etmişlerdi. Neden mi? Demokrasinin en temel iddiası nedir? Tüm vatandaşların
yönetimde söz sahibi olması yani insanların “kendi kendini yönetmesi” öyle
değil mi? Ancak bu çoğulcu sistemde liyakate tamamen ters, büyük bir yanlışlık
vardır. Çoğunluğun tercihleri her zaman doğru mudur? Unutmayın ki Hitler
Almanya’da seçimle göreve gelmişti. Yani o dönemki Alman vatandaşlarının “çoğu”
Hitler’i seçmişti. Hadi bırakalım Almanya’yı, “çoğunluğu” Müslüman olan bir
ülkede yaşıyoruz öyle değil mi? Kur’an’dan bir örnek vereceğim. Bunlar Kur’an’ın
çoğunluğun tercihleri üzerine ifadeleri;[4]
Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık ve milletvekilliği
profesyonel birer meslek midir? Bu insanlar maaş aldıklarına göre gayet de
öyledir. Peki, her meslek için olduğu gibi bu meslekler için de bir uzmanlık
gerekmez mi? Gerekmez de de ağzının ortasına bir tane çarpayım.
Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık ve milletvekilliği yapmak da bu
makamlara gelecek kişileri seçmek de bir uzmanlık gerektirir. Oy kullanmak
temel bir haktan ziyade bir liyakat meselesi olmalıdır. Aysun Kayacı’nın
sözlerine bu bağlamda kesinlikle hak veriyorum. Ha insanları aşağılamak adına
“çoban” kelimesini kullanmak tabi ki yanlıştır, sırf bu sebeple ise kendisini
linç edebilirsiniz ancak oy kullanmak için yani ülke yönetiminde söz sahibi
olmak için kesinlikle yalnızca vatandaş olmak yetmemelidir.
Alternatif bir seçim sistemi öneriyorum. Oy pusulalarını
herkese koşulsuz şartsız teslim etmek yerine sandık başına, bankalarda ve
postahanelerde olduğu gibi dokunmatik ekranlı bir banko yerleştirelim. Genel
politika, ekonominin temel kavramları ve yakın tarih konulu 100.000 adet soru
barındıran bir havuzdan rastgele gelecek şekilde 10 soruluk mini bir test
yapalım. Seçmen adayları TC kimlik numaralarıyla testi çözsün, testi başarıyla
bitirenlere de banko bir oy pusulası yazdırsın. Testi geçemeyenlere de oy
pusulası verilmesin hatta boş akbil sesi gibi rencide edici bir ses de çıkarsın
bankomuz hehehe.
İnsan haklarına aykırı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır
güzel kardeşim, içinde bulunduğun toplum paradigmasında biraz sıyrılıp bağımsız
düşünebilirsen göreceksin ki olması gereken de, adil olan da budur. Liyakati
başka türlü devreye sokma imkanı yoktur.
Düşün, bir şirket sahibisin, bir yönetim kurulu
oluşturacaksın ve bu yönetim kurulu da şirketin CEO’sunu yani şirketi yönetecek
adamı seçecek. Bu oluşturacağın kurula alacağın kişilerin donamımlarını
sınamayacak mısın? Kaldı ki burada bir şirket değil içinde yaşadığımız koca bir
ülke söz konusu. İnsan haklarını da adaleti de refahı da yalnızca bilgili,
donanımlı ve konu üzerinde uzmanlığı olan kişiler tesis edebilir.
“Halka rağmen halk için” hareketleri çoğulcu demokrasilerin
en büyük çıkmazıdır. Kendi iyiliği, faydası, çıkarı, refahı için yapılması
gerekenleri dahi bilmekten aciz bir çoğunluğun iradesindense liyakat sahibi bir
avuç insanın iradesi evladır. Bu hususta içi boş hümanistlik yapmayın, insan
hakları diye bir kavrama gerçekten inanıyorsan olması gereken budur.
Hadi selametle...
------------------------------------------------------------------
4- https://www.instagram.com/sorgulayanmusluman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder