Selam ahali, hazır herkes para meselelerine bu kadar
ilgiliyken ekonomiyle ilgili anlatmam gerekenleri anlatayım istiyorum. Gün o
gündür ahali. Öncelikle şunu belirtmem lazım ki, konsept olarak bu ve bu
yazıların devamı niteliğinde bir yazı olacak. O yüzden önce bunları okuyun
ondan sonra gelin.
Daha önce de söylediğim gibi oy verme işlemi yeterliliğe,
ehliyete bağlanması gereken çok büyük bir sorumluluktur. Bir Ortadoğu ülkesinde
politika yapacak iseniz -hele de bu ülke Türkiye ise- bilinmesi gereken çok şey
vardır. Evanjelizm’i ve Siyonizm’i iyi bilmeniz gerekir, Hegel diyalektiğini
bilmeniz gerekir. ABD ve AB tarihini -özellikle de Reform hareketleri
sonrasını- genel hatlarıyla bilmeniz gerekir. Almanya’da Nazizim’in Rusya’da
Komünizm’in Wall Street bankerlerince kurulduğunu ve palazlandırıldığını
bilmeniz gerekir. CFR’ı, Bilderberg’i, Trilateral Comission’u, Bones &
Skulls’u bilmeniz gerekir. Sermaye sahibi uluslarüstü hanedanları bilmeniz
gerekir. Morton Abramowitz’i, Paul Wolfowitz’i, Graham Fuller’i iyi tanımanız
gerekir. RAND ve Stratfor gibi think-thank’leri çok iyi bellemeniz gerekir. Sosyoloji
ve ekonomi gibi disiplinlere de temel seviyede dahi olsa hakim olmak gerekir.
Ekonomiden anlamak için rakamlarla aranızın çok iyi olmasına
gerek yok, sorgulayan bir zihin yapısına sahip olmanız yeterlidir. Basit mantık
kaidelerini işletebiliyorsanız anlaşılmayacak hiçbir şey yok. Ortaya ‘’net’’ ve
‘’brüt’’ diye kavramlar attılar. Bugün işçilerin maaşı vergiler düşülmeden, net
değil de brüt olarak verilse ve bu vergiler daha sonra talep edilse isyan çıkar
isyan. Hem de bu isyan o kadar büyük olur ki, koskoca Fransız İhtilali bu
isyanın yanında meslek lisesi kavgası gibi kalır. Zira bir insanı ne kadar
siktiğinden ziyade nasıl siktiğin daha önemli olur bazen. Misal bugün bir de
Gayri Safi Milli Hâsıla diye bir kavram var. GSMH koca bir palavradır. Bugün
Koç gibi Boyner gibi büyük oluşumlardan yalnızca biri kârını arttırsın, ticari
hacmini genişletsin ülke ekonomisi büyüyor, GSMH artıyor. Kişi Başına Düşen
Milli Gelirmiş(!) benim cebime 1 lira daha fazla girmiyor ki, ekmeğin fiyatı
düşmüyor ki, bunun vatandaşa bir faydası yok ki. GSMH züğürt tesellisidir
ahali. Tiyatrodur. Bir taraftan alım gücü 15 yılda %68 düşen bir halk diğer
taraftan ekonomisi büyüyen bir ülke. İki istatistik de kağıt üzerinde doğru.
Ancak refah böyle bir şey değil ahali. Bir bilim olarak ekonomide bu ve bunun
gibi zibilyon tane uyduruk içi boş kavram vardır. Tüm bunların amacı bir algı
operasyonu yapmaktır. Şöyle ki; ‘’Siz avamsınız, sizin kafanız böyle işlere
basmaz para-finansman işlerini bu işin profesyonellerine bırakın’’ Ancak, öyle
bir dünya yok ahali. İnsanlar kendi kaderlerini kendileri tayin edebilmelidir.
Belki ‘’birilerinin’’ tanrıcılık oynama hayallerini baltalayacağız ama herkes
bu işlerden asgari düzeyde de olsa anlamak mecburiyetindedir. Arka taraf dinle
burayı.
Dünyada satın alınabilecek her şeyi düşünün, işte tüm bu
malı metayı 10 defa satın alabilecek kadar para bankalar tarafından BORÇ olarak
üretilmiştir. Evet, tarafından. Peki, nasıl? Şöyle ki; T.C anayasasında Türkiye
Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri maddesi altında, para basma ifadesi
de yer alır.
Ancak bu yetki 1930 yılında Merkez Bankasına devredilmiştir.
[1] Bu noktadan itibaren ise ekonomik sistem adım adım bozulmaya başlamıştır. Merkez
Bankası Kanunu'nda 21 Nisan 1994 tarih ve 3985 sayılı değişiklikle Merkez Bankası
banknot ihracı yetkisine sınırlama tamamen kaldırılmıştır. [2]
Yani, anayasada TBMM'ye verilen para basma yetkisi, kanunla
süresiz olarak Merkez Bankası'na devredilmiştir. Şimdi bu noktadan sonra
sorulması gereken asıl soru şudur; para basma yetkisi artık devlete ait olmayan
bir kuruluşta, devlet bu paraya nasıl erişecek? Bu sorunun da, Kemal Derviş’ten
önce ve Kemal Derviş’ten sonra olmak üzere iki cevabı vardır. Sömürge valisi
Kemal Derviş IMF tarafından gökten zembille indirilmeden evvel Türkiye’deki
sistem de tıpkı ABD ve FED arasında işleyen sistem gibiydi. Yani, devlet lüzumu
hasıl olduğunda merkez bankasından borç alıyordu.
Şimdi araya bir reklam alıyorum. 1801-1809 tarihleri
arasında ABD başkanlığı yapmış olan Thomas Jefferson, ‘’Eğer ABD halkı özel
bankaların kendi paraları üzerinde basma haklarının kontrolüne müsaade ederse
önce enflasyon gelecek, sonra para arzı düşürülecek, kamu harcamaları
kısılacak, vergiler artacak, deflasyon olacak. Bu esnada şirketler büyürken
halk ellerindeki mülklerden olur ve çocuklar evsiz ve barksız olarak uyanır.
Ben banka kurumlarının hürriyetimiz açısından ordulardan daha tehlikeli
olduğunu düşünüyorum’’ demiştir.[3] Tabi ki vergilerin artması, şirketler
zenginleşirken halkın fakirleşmesi falan bunlar Türkiye’de olacak şeyler
değildir ahali bunlar ABD’ye özgü şeylerdir(!) ABD’de 5 Nisan 1933 tarihinde
çıkan başkanlık kararnamesi tüm Amerikan vatandaşlarının ellerindeki altınları
Amerikan hazinesine teslim etmeleri gerektiğini buyurmuş aksi halde
davrananların da hapis cezasına çarptırılacaklarını bildirmişti. Roosevelt aynı
zamanda altın ihracatını da yasaklamıştı.[4] Bugün, Türkiye’de vatandaştan ‘’enflasyonla
topyekün mücadele’’ ve ‘’boz doları boz oyunu’’ diyerek altın ve dolarlarını
bozdurmasını “rica edenler” yarın işler daha kötüye giderse yalnızca rica
etmekle yetinmeyebilir deyip reklamların ardından devam ediyorum.
Kemal Derviş Türkiye’ye tepeden yıldırım gibi düşmüş ve 15
günde 15 ayrı yasa çıkarmıştı. Bu yasalardan biri de Merkez Bankası Yasası 56.
Maddedir [5];
Yani, devlet, merkez bankası tarafından basılan paraya
hiçbir şekilde erişemez. IMF’nin, Atatürk’ün devletçilik ilkesiyle taban tabana
zıt, devletin piyasa üzerindeki rolünü tamamen kısıtlayan politikalarının özeti
bir kanun değişikliğiyle karşı karşıyayız ahali. Özel bankaların tiranlığına
hoşgeldiniz. Bankalar insanlara kafalarına göre krediler verecek, piyasada
kredilerin ve faizlerinin tahsilini karşılayacak yeteri miktarda para
bulunmayınca bankalar, Merkez Bankasına diyecek ki; ‘’para bas’’ Merkez Bankası
para basacak, ülkede Merkez Bankasının bastığı parayı karşılayacak bir üretim,
maddi bir varlık olmadığı için de aradaki fark vatandaşın sırtına yüklenecek.
Enflasyon yükselecek, fakirleşeceğiz, Ne güzel İstanbul be! Anayasada TBMM'nin
olan para basma yetkisini Merkez Bankasına devretmek sonra da Merkez Bankası
devlete hiçbir şekilde borç veremez diye yasak çıkarmak. Affedersiniz ama böyle iş[:)] olur mu?
Bankadan kredi çekmek işte tam da bu mantıki kaideler gereği
çok büyük bir ahlaksızlık, sorumsuzluk ve en nihayetinde enayilik ve
hırsızlıktır hem de başkaları adına yapılmış bir hırsızlık. Taşeron hırsızlar!
Kur’an’da faizin ‘’O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin
kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, "Alış-veriş
de riba gibidir." demişlerdir. Oysaki Allah, alış-verişi helal, ribayı
haram kılmıştır. … Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır.
Sürekli kalacaklardır orada. … Ey iman sahipleri, Allah'tan korkun. Ve eğer
inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, biliniz ki
Allah'a ve Peygamberine savaş açmış olursunuz…’’ [6] gibi oldukça net ve sert
ifadelerle yasaklanması da yine bu yüzdendir.
Gazali, benim teolojik açıdan onaylamadığım bir kişiliktir
zira kendisi tasavvufçudur, akılcı hareketlerin karşısındadır. Ancak bu yönünün
zıttı bir biçiminde bazı konulara yaklaşımıyla da büyük bir felsefecidir.
Gazali, ‘’Dirhem ve dinarlar belli bir amaç için yaratılmamışlardır, kendi
başlarına hiçbir işe yaramazlar; tıpkı taş gibidirler. Elden ele dolaşmak,
alışverişi yönetmek ve kolaylaştırmak için yaratılmışlardır. Malların değerini
ve derecesini gösteren SEMBOLLERDİR.’’ … ‘’Tam da bu yararsızlıkları sebebiyle
ancak ölçüm birimi olabilirler.’’ … ‘’Bir şey ancak kendine özgü özel bir formu
ya da niteliği olmadığı takdirde diğer şeylerle tam olarak ilişkilendirilebilir
–örneğin yalnızca renksiz bir ayna tüm renkleri yansıtabilir aynı şey para için
de geçerlidir– kendi başına bir amacı yoktur. Ama malların değiş tokuşu için
aracılık hizmeti yaparlar.’’ … ‘’Başka mallarla ilişkili olan dirhemler
cümledeki edatlar gibidir’’ diyerek çok doğru tespitler yapmıştır. Zira
para, bir sembol olmaktan çıkıp yatırım
aracına dönüştüğü an vahşi kapitalizm başlar.
İyi bilinen farkların altında benzerlikler gizlidir ahali.
Bugün birbiriyle taban tabana zıt görünen kapitalizm ile komünizmin ikiz kardeş
olduğunu çok az kişi dile getirebilmektedir. Kapitalizmin temel doktrini kâr ve
faizdir. Kapitalizmde küresel şirketler faiz ile insanları ezer. Komünizm ise
bu ikisini, kâr ve faizi, ortadan kaldırır. Böylece komünizmde de, kâr etme
imkanı olmadığı için, insanlar bu kez de devlet tarafından ezilir. Hegel
diyalektiğine yerleştirelim; kapitalizm(tez)+komünizm(antitez) = ‘’ooo kardeşim
eziliyorsun bugün’’(sentez) Bu durumda lazım olan şey kârın ve özel mülkiyetin
olduğu ancak faizin olmadığı, paranın ise yalnızca malı, metayı sembolize eden
bir kavram olarak varolduğu bir sistemdir.
Geçenlerde ‘’Trump tweet attı, dolar fırladı: borsa sert
düştü’’ başlıklı bir haber metnine denk gelmiştim. Eskiden Bahçeli hapşırdı
diye yükselen dolar artık Trump tweet attı diye yükseliyormuş. Şayet siz kendi
ayakları üzerinde duran bir ekonomi inşa edemezseniz suyun üzerinde sürüklenen
bir yapraktan farkınız kalmaz. Ortamlarda ‘’yerli ve milli’’ edebiyatı yapmayla
olacak işler değildir bunlar. Atatürk’ün konuyla ilgili çok güzel bir sözü
vardır; ‘’Siyasi ve askeri zaferler ne kadar parlak olurlarsa olsunlar iktisadi
zaferlerle taçlandırılmazlarsa bu zaferler sürekli olmaz hemen sönüverir’’ [7]
Mustafa Kemal Paşa burada nokta atışı yapmıştır. Biz Çanakkale’de,
Dumlupınar’da, Lozan’da kazandıklarımızı daha sonrasında ABD ile imzalanan
ikili anlaşmalarla bir bir kaybettik. Kemal Derviş de zaten ölmüş bitmiş olan
ekonominin üzerine 2001’de tüyü dikti. Türkiye’yi IMF ile tanıştıran Recep
Peker’i Toplumsal Çürüme ve Okyanus Ötesinden Gelen Tipolojiler başlıklı yazıda
anlatmıştım, önce onu daha sonra da ABD ile imzaladığımız ikili anlaşmaları
çarşaf çarşaf ortaya serdiğim Bağımsızlığı İpotek Ettirmek; İkili Anlaşmalar!
Başlıklı yazıyı okuyup burada anlattıklarımla birleştirin. 2018 yılı itibariyle
Türkiye’nin en değerli 100 firmasının toplam değeri 27,5 Milyar dolardır, ki
buna THY de dâhil, öte yandan yalnızca Toyota’nın değeri ise 44 Milyar
dolardır. [8] Sosyal devlet anlayışını, gelir adaletini sağlayamadığımız gibi
son vagonuna bindirildiğimiz neo-liberalizmin, kapitalizmin bile hakkını
veremiyoruz.
CIA, İran’da Musaddık rejiminin devrilmesiyle sonuçlanan
darbeyi organize eden ve resmen CIA personeli olan Kermit Roosevelt’in, meşhur
FDR’nin de uzak akrabasıdır, kimliğinin açığa çıkmasından sonra yabancı
ülkelerde yürütülen operasyonlarda doğrudan kendi ismiyle çalışma işine son
vermiş, kendini gizleme yoluna gitmiştir. Bu amaçla bir diğer Amerikan
istihbaratı olan NSA’in bünyesinde MAIN isimli özel bir teşebbüs kurmuştur. MAIN’in
amacı yabancı ülkelerdeki ekonomik manipülasyonları yürütmektir. John Perkins
de burada görev almış, kendi deyimiyle, eski bir ekonomik tetikçidir. Perkins, gelişmemiş ve gelişmekte olan
ülkelere aslında halkın ihtiyacı olmayan projeler ve yatırımlar için kredi
verdiklerini, verilen kredileri de yine kendi şirketler grubundan hizmet ve malzeme
alımı için kullandıklarını, proje bitiminde kurulan tesisin gelirlerini de
kendilerinin aldıklarını aktarır. [9] Böylece kredi faizi, mal veya hizmet
satışı ve kurulan teşebbüsten elde edilen gelir olmak üzere ayrı ayrı
kalemlerden milyonlarca dolar gelir elde edilir. Ülkenin bu yatırımlarla
kalkınması imkansızdır. Somut konuşalım bu modelin adı; YAP-İŞLET DEVRET
modelidir. Bugün Türkiye’de yapılan tüm otoyol, köprü ve inşaatlar hem borç
para ile yapılmış hem de üretime katkısı olmayan yatırımlardır. Şu an
Türkiye’nin dış borcu trilyonlarla ifade edilecek seviyelerdedir. 15 yılda
özelleştirmelerden 60-70 milyar dolar gelir elde edildi. Ancak yine bu 15
yıllık süre zarfında faiz lobisi olarak tarif edilen güruha ödenen para; 216
milyar dolardır Yani elde edilen gelirin 3,5 katı! . Hazine müsteşarlığının
sitesi halka açık girin kontrol edin. Delik o kadar büyük ki, ne vergi
zamlarıyla ne de özelleştirmelerle kapanacak gibi değildir.
Türk Lirasının yaşadığı değer kaybı da bu yüzdendir. Ülkenin
içi boşalıyor ahali. Bazı denyolar da çıkıp ‘’TL’ye operasyon çekiliyor, reise sahip
çıkalım’’ gibi yaklaşımlar türetiyor. Ancak böyle bir tavır içine girebilmek
için ülke menfaati adına çekilmiş bir rest görmek gerekir. Mesela Kıbrıs Barış
Harekatı sonucunda ülke ciddi yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmış, köşeye
sıkıştırılmıştı. İnsanlar, yağ kuyruklarına Kıbrıs uğruna katlandı. Ancak
bugün ise küresel sermayenin ‘’iki dediğini bir etmeyen’’ ‘’ne istedilerse
veren’’ hatta o yağ kuyruklarından da ağır demagoji içeren propagandalar çıkararak
iktidara gelmiş bir ekip var. Yani, ne uğruna bedel ödenecek bir dik duruş ne
de sahip çıkılacak bir reis vardır ortada. Ülkenin içerisinde bulunduğu
ekonomik durumun sebebini, ‘’dış güçlerin Erdoğan karşıtlığı’’ yahut Rahip
Brunson’un tutuklanması olarak ilan etmek en hafif tabirle alıklıktır. Ülkemiz
üretmiyor, üretmediği gibi de sürekli tüketiyor. Dışarıya sattığın herhangi bir
şey yok. Yaptığın ihracat bir metayı iki parça halinde İTHAL edip montajını
yapıp satmaktan ibaret. Yani ihracat yapmak için bile ithalat yapmak
zorundasın. E dünyaya herhangi bir değer sunamayan bir ülkenin de parasını kim
neden kullanmak istesin ki? Dışarıya ürün satamadığın, ülkene de ziyaretçi veya
yatırımcı da çekemediğin için döviz stokların eridi. Aylık cari açığın 3 MİLYAR
DOLAR!
Neyse benim yine ateşim çıkmaya başladı. Yazıyı burada
bitiriyorum. Şimdi siktirin gidin azıcık kitap mitap okuyun.
Hadi selametle…
---------------------------------------------------
[3] Ralph Keyes, Rules of Misqutation – 1992
[4] James Rickards, Çöküşe Giden Yol, 2017
[6] Bakara - 275,278 ve 279
[7] Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Seçmeler - http://www.ata.tsk.tr/content/media/01/soylev_ve_demecleri.pdf
[8] BrandFinance Brand Value by Country 2018 Global 500 2018
[9] John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder