Selam ahali, bu serinin en son yayınladığım yazısı olan ‘’PolitikaYapabilmek İçin Bilinmesi Gerekenler III; Ekonomi’’ başlıklı yazı blogun en çok
okunan yazılarından biri olmuş. Teveccühlerinize teşekkür ederim.
Bu yazıda ise dünyadaki politik gelişmeleri okurken temel
teşkil edecek bir disiplinden bahsedeceğim. Jeopolitik, mevzubahis; politika,
ekonomi veya uluslararası ilişkilerse ortaya önemli bir düşünce yöntemi
koyar.
Politika yapıcılar, politika yaparken bir taraflarına tarihi
bir taraflarına ise coğrafyayı koymak zorundadırlar. Zira tarih referans,
coğrafya ise kaderdir. Bizi bu noktada daha çok ilgilendirecek kısım ise
coğrafya olacak. Zira dış politika veya uluslararası ilişkiler konusunda hiçbir
şey bilmiyorsanız bile önce elinize bir harita alıp bakarsınız. Mesela şayet
1950’lerde birileri eline bir harita alıp ‘’benim Kore’de ne işim var?’ deseydi
o kadar insanımız oralarda telef olmayacak bugün ‘’Kore gazileri’’ diye bir
şeyden hiç bahsetmiyor olacaktık.
‘’Ne telefi onlar şehit oldu. Saygısızlık ediyorsun’’ diye
bana çıkışacak arkadaşıma da bir şeyler söylemek istiyorum. Evet, ‘’Allah
yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Tam aksine, onlar dirilerdir ama
siz farkında olamazsınız’’[1] ayetinden haberdarım ancak Allah aynı kitabın bir
başka yerinde ‘’Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır’’[2] da
demektedir. Bunun da farkında olunması gerekir. Zira Kore’de sırf NATO’ya kabul
edilmek için 892 kişiyi telef etmek[3] pek de ‘’Allah yolunda öldürülmek’’
olmasa gerek. Bilahare aynı NATO’nun, Kore Savaşından yıllar sonra ortaya çıkan
belgelerde, olası bir komünist tehdidi durumunda savunma hattını
Sofya-Belgrad’a çekmiş olduğunu da öğrenmiştik. Yani ne Stalin’in hak iddia
ettiği Kars ve Ardahan savunulacaktı ne de Anadolu, bırakın İstanbul’u Atina
bile terkedilecekti. Türkiye ve NATO ilişkilerini tartışmak yazının kapsamı
dışında kalacağı için bu kısmı uzatmayacağım ama hazır NATO ve Sovyetlerin lafı
açılmışken bir soru sorayım.
SSCB Soğuk Savaşı neden kaybetti?
SSCB’nin daha adından bile ideolojiyi net bir şekilde
görüyoruz. Sovyet ‘’Sosyalist’’ Cumhuriyetler Birliği derken bu topluluğun
ortak paydasının ‘’sosyalizm’’ olduğunu alenen haykırıyor bu isim. Öte yandan
SSCB’nin karşısında konumlanan NATO’da, North Atlantic Treaty Organization (Kuzey
Atlantik Antlaşması Örgütü) derken ortak paydanın Kuzey Atlantik ‘’coğrafyası’’
olarak belirlendiğini görüyoruz. Batı, jeopolitik yasaları ön plana çıkardığı
için bu savaşı kazanırken Sovyetler, ideolojiyi merkeze koyduğu için bu sürecin
sonunda çöküşü yaşadı.
Ruslar geçmişten önemli dersler çıkararak bugünlerde
Atlantik düzeninin yeminli düşmanı İran ve yine Atlantik düzeninin dışladığı
Çin ile birlikte en doğal jeopolitik yasaları işleterek Avrasya çağının
fitilini ateşledi. Bu bahsettiğim jeopolitik yasalar Türkiye’yi de er ya da geç
bu kampa doğru sürükleyecektir. Gelinen noktada esas mesele, Türkiye’nin hangi
kampta yer alacağı değil yer aldığı kampın içerisinde hangi statüde olacağıdır.
Türkiye’nin doğrudan Rusya veya Çin’e yaklaşmak yerine izlemesi gereken
strateji, zamanında Atatürk’ün kurmuş olduğu Sadabat Paktı gibi bölgesel
anlaşma zeminleri bulmak şeklinde olmalıdır. Komşu ülkeler; İran, Irak ve
Suriye ile güçlü ilişkiler geliştirdikten sonra Rusya ve Çin ile muhatap olmak
daha doğru olacaktır. Aksi takdirde tıpkı ABD gibi emperyalist ülkeler olan
Rusya ve Çin karşısında ülke kendi çıkarlarını savunacak duruşu ortaya koyamaz.
Yine tıpkı ABD ile olan ilişkilerde olduğu gibi müttefik değil ancak müstemleke
olunabilir!
Darwin’in doğal seçilim kuramı devletler için de geçerlidir.
Güçlü olan değil coğrafi koşullara ve bu koşulların tertip ettiği konjonktüre
en iyi uyum sağlayan hayatta kalacaktır. Atlantik kapısı Türkiye için
kapanmıştır. Gerçi geçmişte de ne kadar açık olduğu tartışılır. Zira 1838’de
İngilizler ile imzalanan Balta Limanı Anlaşması ile başlayıp, Tanzimat Fermanı
ile devam edip oradan da bugünlere uzanan içimizdeki İrlandalılar(NATO’cu
Amerikancı Batı Kulübü) ‘’Batı ile bütünleşmek Türkiye için jeopolitik bir
zorunluluktur’’ diye bik bik öterken biz bu ‘’müttefikliğin’’ hiçbir faydasını
göremedik. Aksine hep komploların hedefi olduk. Zeytinyağı tüketen Türkiye’ye
önce ‘’yardım’’ diyerek soya yağı gönderdiler, zeytinyağı üretimi baltalanıp
vatandaş soya yağına alıştığı zaman ise aynı soya yağı ücrete tabii oldu. [4] Kore’ye
Libya’ya yapılan NATO müdahaleleri için Türkiye’den asker talep edildi ancak
aynı Türkiye güney ve doğu sınırlarında terör ile mücadele ederken müttefiklik
unutuldu. Hatta YPG müttefik ilan edildi. [5] Örnekleri çoğaltabilirim tarih bu
tarz şeyler ile dolu! [6] Tüm bu saydıklarımı göremeyen Batıcı pembe götlü
liberaller ‘’tarihin sonu geldi’’ diyen Fukuyama’cı söylemlerin duvara
tosladığını da göremiyorlar. Türkiye er ya da geç Avrasya bloğu ile önemli
ilişkiler geliştirecektir.
Ancak Türkiye’de jeopolitik zerre önemsenmediği için bu
noktada ülkemiz iç hat(sıkışan) konumda bir ülke haline geldi. Şöyle etrafımıza
bir baktığımızda Türkiye’nin Şam’da, Kahire’de ve Tel Aviv’de büyükelçisi
bulunmamaktadır. Hadi bunlardan İsrail’i bir nebze olsun anlarım. Siyonizm’in
içerdiği Arz-ı Mevud(vaat edilmiş topraklar) doktrini Türkiye’den de toprak
talebi bulunan bir ideal. Bu noktada Türkiye jeopolitiği ile İsrail
jeopolitiğinin çatışması çok da sürpriz değil. Ancak senin Suriye ve Mısır ile
alıp veremediğin nedir?
Sahi ya bu kadar şey söyledim de jeopolitik denince aklınıza
ne geliyor? Okullarda ezberletilen bir şey vardı nasıldı o? Hah hatırladım; ‘’Türkiye’nin
jeopolitik konumu çok önem taşımaktadır.’’
‘’Nedir bu önem?’’ diye sorduğunda da ‘’eee üç tarafı
denizlerle çevirilidir’’, ‘’İstanbul ve Çanakkale Boğazları’’ ‘’medeniyetler
beşiği Anadolumuz Avrupa ve Asya arasında köprüdür’’ gibi cevaplar verilirdi.
Eğer sen kendi jeopolitiğini ‘’köprüye’’ indirgersen o
köprünün üzerine basıp da geçen çok olur. Jeopolitik de böyle bir şey değildir
zaten. Evet, Türkiye’nin konumu gerçekten çok büyük nimet, üç tarafının
denizlerle çevrili oluşu, enerji kaynakları, doğal zenginlikler vs. Dünya
yeniden dağıtılsa bu coğrafyayı almak yine akıllılıktır ancak bugünlerde Doğu
Akdeniz’de birtakım enerji sahalarının paylaşımı yapılıyor ve sen bundan
dışlanıyorsun. Neden? Zira dış politikamıza jeopolitik yasalar yön vermiyor.
Mezhepçi ve gerçeklikten uzak birtakım fantastik saplantıların yön verdiği dış
politika seni her şartta tehlikeli bir biçimde yalnızlaştırır. Suriye’de kalkıp
da sırf sünni diye ÖSO ile iş tutmaya kalkarsan bu iş olmaz. Zira Özgür Suriye
Ordusu(ÖSO);
1- Özgür değildir
2- Suriyeli değildir
3- Ordu değildir
İhvancılık yaparak garip gayrimeşru örgütlerle müttefik
olmak Türkiye’ye Mısır’da kaybettirmişken aynı şeyleri Suriye’de de yapıp
farklı sonuçlar ummak her şeyden evvel akla aykırıdır. Ahmet Davutoğlu
Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, "1911 ile 1923 yılları arasında nereleri
kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 yılları arasında o
topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız" [7] şeklinde bir açıklama
yapmıştı bilmem hatırlar mısınız. Bakın bu gerçeklikten uzak yayılmacı ve
saplantılı tavırlar dışarıdan hiç öyle hoş algılanmıyor. Dış politikasını bu
temel motivasyonlar üzerine kuran bir Türkiye hakkında tüm bölge ülkeleri, ‘’bunlar
acaba bizde de bir darbe örgütlemeye, suni bir muhalefet yaratmaya kalkar mı?’’
gibi endişeler taşır. Bunun sonucunda ise yalnızlaşırsınız. 2x2=4! Libya’da
ülke topraklarının büyük bir bölümünün kontrolünü ele alan Halife Hafter,
Türkiye’den nefret ediyor. Olur da yönetimi devralmayı başarırsa Türkiye’nin
Sarraç yönetimiyle imzaladığı Akdeniz’deki deniz yetki anlaşmasını yırtıp çöpe
atacaktır. Ee Hafter’i mi destekleyelim? Yine meşru hükümete karşı muhalefet
pozisyonunda olmayacak mıyız? Hayır, Türkiye’nin Libya’daki pozisyonu Sarraç vs
Hafter gibi sığ bir ayrımın üzerinde halkçı ve bölgenin refahını önceler tarzda
kapsayıcı olmalıdır. Libya’daki varlığımız temellendirilmeye çalışılırken sık
sık Atatürk referans verilmeye çalışılıyor ancak şunu hatırlatmamda fayda var
Mustafa Kemal orada şu veya bu grubu desteklemeye gitmemişti. Yaptığı şey ayrık
vaziyette bulunan Arap aşiretlerini İtalyanlar’a karşı birleştirip
anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaktı. [8] Bugün Türkiye de gönül bağı da bulunan
bu coğrafyada hakeza aynı arabulucu tavrı takınabilirdi ancak bugünün devlet
aklı böylesi bir tavrı göstermekten hayli uzak.
Son verdiğim örnek tarih referanslı bir dış politika
hamlesiydi. Ancak sırf jeopolitik yasalar öncelense dahi bölgede barış ve
istikrarın, meşru devlet yöneticileri ile diplomatik ilişkileri en iyi şekilde
yürütmenin en akılcı ve çıkar yol olduğu ortadadır. Hiçbir şey bilmiyorsanız
elinize bir harita alın ve bakın; tüm bölge ülkeleri ile problemler yaşayarak
bir yere varılabilir mi? ‘’Komşularla sıfır sorun’’ diyerek çıkılan yolda sıfır
sorun, sırf soruna dönüştü. Yazının başlarında verdiğim NATO ve SSCB örneğinde
olduğu gibi ırk, din, mezhep veya ideoloji değil tek gerçek coğrafyadır ahali.
Coğrafya kaderdir, politika ise kaderi değiştirme uğraşı. Bu
ikisi arasındaki dengeyi kuran da jeopolitiktir.
Hadi selametle…
-----------------------------------------------------------------------------------
[1] Kur'an - Bakara, 154
[2] Kur'an - Yunus, 100
[3] https://www.koresavasiveizleri.com/sehitlerimiz/
[4] Sessiz Savaş, Osman Nuri Koçtürk, 1969, Ararat Yayınevi
[5] https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiye-ile-nato-aras%C4%B1nda-ypg-gerginli%C4%9Fi/a-51484972
[6] https://selamahali.blogspot.com/2018/05/bagmszlg-ipotek-ettirmek-ikili.html
[7] https://www.haberturk.com/gundem/haber/708252-kaybettigimiz-topraklarda-bulusacagiz
[8] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder