6 Kasım 2018 Salı

Politika Yapabilmek İçin Bilinmesi Gerekenler III; Ekonomi

Selam ahali, hazır herkes para meselelerine bu kadar ilgiliyken ekonomiyle ilgili anlatmam gerekenleri anlatayım istiyorum. Gün o gündür ahali. Öncelikle şunu belirtmem lazım ki, konsept olarak bu ve bu yazıların devamı niteliğinde bir yazı olacak. O yüzden önce bunları okuyun ondan sonra gelin.


Daha önce de söylediğim gibi oy verme işlemi yeterliliğe, ehliyete bağlanması gereken çok büyük bir sorumluluktur. Bir Ortadoğu ülkesinde politika yapacak iseniz -hele de bu ülke Türkiye ise- bilinmesi gereken çok şey vardır. Evanjelizm’i ve Siyonizm’i iyi bilmeniz gerekir, Hegel diyalektiğini bilmeniz gerekir. ABD ve AB tarihini -özellikle de Reform hareketleri sonrasını- genel hatlarıyla bilmeniz gerekir. Almanya’da Nazizim’in Rusya’da Komünizm’in Wall Street bankerlerince kurulduğunu ve palazlandırıldığını bilmeniz gerekir. CFR’ı, Bilderberg’i, Trilateral Comission’u, Bones & Skulls’u bilmeniz gerekir. Sermaye sahibi uluslarüstü hanedanları bilmeniz gerekir. Morton Abramowitz’i, Paul Wolfowitz’i, Graham Fuller’i iyi tanımanız gerekir. RAND ve Stratfor gibi think-thank’leri çok iyi bellemeniz gerekir. Sosyoloji ve ekonomi gibi disiplinlere de temel seviyede dahi olsa hakim olmak gerekir.


Ekonomiden anlamak için rakamlarla aranızın çok iyi olmasına gerek yok, sorgulayan bir zihin yapısına sahip olmanız yeterlidir. Basit mantık kaidelerini işletebiliyorsanız anlaşılmayacak hiçbir şey yok. Ortaya ‘’net’’ ve ‘’brüt’’ diye kavramlar attılar. Bugün işçilerin maaşı vergiler düşülmeden, net değil de brüt olarak verilse ve bu vergiler daha sonra talep edilse isyan çıkar isyan. Hem de bu isyan o kadar büyük olur ki, koskoca Fransız İhtilali bu isyanın yanında meslek lisesi kavgası gibi kalır. Zira bir insanı ne kadar siktiğinden ziyade nasıl siktiğin daha önemli olur bazen. Misal bugün bir de Gayri Safi Milli Hâsıla diye bir kavram var. GSMH koca bir palavradır. Bugün Koç gibi Boyner gibi büyük oluşumlardan yalnızca biri kârını arttırsın, ticari hacmini genişletsin ülke ekonomisi büyüyor, GSMH artıyor. Kişi Başına Düşen Milli Gelirmiş(!) benim cebime 1 lira daha fazla girmiyor ki, ekmeğin fiyatı düşmüyor ki, bunun vatandaşa bir faydası yok ki. GSMH züğürt tesellisidir ahali. Tiyatrodur. Bir taraftan alım gücü 15 yılda %68 düşen bir halk diğer taraftan ekonomisi büyüyen bir ülke. İki istatistik de kağıt üzerinde doğru. Ancak refah böyle bir şey değil ahali. Bir bilim olarak ekonomide bu ve bunun gibi zibilyon tane uyduruk içi boş kavram vardır. Tüm bunların amacı bir algı operasyonu yapmaktır. Şöyle ki; ‘’Siz avamsınız, sizin kafanız böyle işlere basmaz para-finansman işlerini bu işin profesyonellerine bırakın’’ Ancak, öyle bir dünya yok ahali. İnsanlar kendi kaderlerini kendileri tayin edebilmelidir. Belki ‘’birilerinin’’ tanrıcılık oynama hayallerini baltalayacağız ama herkes bu işlerden asgari düzeyde de olsa anlamak mecburiyetindedir. Arka taraf dinle burayı.


Dünyada satın alınabilecek her şeyi düşünün, işte tüm bu malı metayı 10 defa satın alabilecek kadar para bankalar tarafından BORÇ olarak üretilmiştir. Evet, tarafından. Peki, nasıl? Şöyle ki; T.C anayasasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri maddesi altında, para basma ifadesi de yer alır.





Ancak bu yetki 1930 yılında Merkez Bankasına devredilmiştir. [1] Bu noktadan itibaren ise ekonomik sistem adım adım bozulmaya başlamıştır. Merkez Bankası Kanunu'nda 21 Nisan 1994 tarih ve 3985 sayılı değişiklikle Merkez Bankası banknot ihracı yetkisine sınırlama tamamen kaldırılmıştır. [2]





Yani, anayasada TBMM'ye verilen para basma yetkisi, kanunla süresiz olarak Merkez Bankası'na devredilmiştir. Şimdi bu noktadan sonra sorulması gereken asıl soru şudur; para basma yetkisi artık devlete ait olmayan bir kuruluşta, devlet bu paraya nasıl erişecek? Bu sorunun da, Kemal Derviş’ten önce ve Kemal Derviş’ten sonra olmak üzere iki cevabı vardır. Sömürge valisi Kemal Derviş IMF tarafından gökten zembille indirilmeden evvel Türkiye’deki sistem de tıpkı ABD ve FED arasında işleyen sistem gibiydi. Yani, devlet lüzumu hasıl olduğunda merkez bankasından borç alıyordu.


Şimdi araya bir reklam alıyorum. 1801-1809 tarihleri arasında ABD başkanlığı yapmış olan Thomas Jefferson, ‘’Eğer ABD halkı özel bankaların kendi paraları üzerinde basma haklarının kontrolüne müsaade ederse önce enflasyon gelecek, sonra para arzı düşürülecek, kamu harcamaları kısılacak, vergiler artacak, deflasyon olacak. Bu esnada şirketler büyürken halk ellerindeki mülklerden olur ve çocuklar evsiz ve barksız olarak uyanır. Ben banka kurumlarının hürriyetimiz açısından ordulardan daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum’’ demiştir.[3] Tabi ki vergilerin artması, şirketler zenginleşirken halkın fakirleşmesi falan bunlar Türkiye’de olacak şeyler değildir ahali bunlar ABD’ye özgü şeylerdir(!) ABD’de 5 Nisan 1933 tarihinde çıkan başkanlık kararnamesi tüm Amerikan vatandaşlarının ellerindeki altınları Amerikan hazinesine teslim etmeleri gerektiğini buyurmuş aksi halde davrananların da hapis cezasına çarptırılacaklarını bildirmişti. Roosevelt aynı zamanda altın ihracatını da yasaklamıştı.[4] Bugün, Türkiye’de vatandaştan ‘’enflasyonla topyekün mücadele’’ ve ‘’boz doları boz oyunu’’ diyerek altın ve dolarlarını bozdurmasını “rica edenler” yarın işler daha kötüye giderse yalnızca rica etmekle yetinmeyebilir deyip reklamların ardından devam ediyorum.


Kemal Derviş Türkiye’ye tepeden yıldırım gibi düşmüş ve 15 günde 15 ayrı yasa çıkarmıştı. Bu yasalardan biri de Merkez Bankası Yasası 56. Maddedir [5];







Yani, devlet, merkez bankası tarafından basılan paraya hiçbir şekilde erişemez. IMF’nin, Atatürk’ün devletçilik ilkesiyle taban tabana zıt, devletin piyasa üzerindeki rolünü tamamen kısıtlayan politikalarının özeti bir kanun değişikliğiyle karşı karşıyayız ahali. Özel bankaların tiranlığına hoşgeldiniz. Bankalar insanlara kafalarına göre krediler verecek, piyasada kredilerin ve faizlerinin tahsilini karşılayacak yeteri miktarda para bulunmayınca bankalar, Merkez Bankasına diyecek ki; ‘’para bas’’ Merkez Bankası para basacak, ülkede Merkez Bankasının bastığı parayı karşılayacak bir üretim, maddi bir varlık olmadığı için de aradaki fark vatandaşın sırtına yüklenecek. Enflasyon yükselecek, fakirleşeceğiz, Ne güzel İstanbul be! Anayasada TBMM'nin olan para basma yetkisini Merkez Bankasına devretmek sonra da Merkez Bankası devlete hiçbir şekilde borç veremez diye yasak çıkarmak. Affedersiniz ama böyle iş[:)] olur mu?


Bankadan kredi çekmek işte tam da bu mantıki kaideler gereği çok büyük bir ahlaksızlık, sorumsuzluk ve en nihayetinde enayilik ve hırsızlıktır hem de başkaları adına yapılmış bir hırsızlık. Taşeron hırsızlar! Kur’an’da faizin ‘’O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, "Alış-veriş de riba gibidir." demişlerdir. Oysaki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. … Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada. … Ey iman sahipleri, Allah'tan korkun. Ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, biliniz ki Allah'a ve Peygamberine savaş açmış olursunuz…’’ [6] gibi oldukça net ve sert ifadelerle yasaklanması da yine bu yüzdendir.


Gazali, benim teolojik açıdan onaylamadığım bir kişiliktir zira kendisi tasavvufçudur, akılcı hareketlerin karşısındadır. Ancak bu yönünün zıttı bir biçiminde bazı konulara yaklaşımıyla da büyük bir felsefecidir. Gazali, ‘’Dirhem ve dinarlar belli bir amaç için yaratılmamışlardır, kendi başlarına hiçbir işe yaramazlar; tıpkı taş gibidirler. Elden ele dolaşmak, alışverişi yönetmek ve kolaylaştırmak için yaratılmışlardır. Malların değerini ve derecesini gösteren SEMBOLLERDİR.’’ … ‘’Tam da bu yararsızlıkları sebebiyle ancak ölçüm birimi olabilirler.’’ … ‘’Bir şey ancak kendine özgü özel bir formu ya da niteliği olmadığı takdirde diğer şeylerle tam olarak ilişkilendirilebilir –örneğin yalnızca renksiz bir ayna tüm renkleri yansıtabilir aynı şey para için de geçerlidir– kendi başına bir amacı yoktur. Ama malların değiş tokuşu için aracılık hizmeti yaparlar.’’ … ‘’Başka mallarla ilişkili olan dirhemler cümledeki edatlar gibidir’’ diyerek çok doğru tespitler yapmıştır. Zira para,  bir sembol olmaktan çıkıp yatırım aracına dönüştüğü an vahşi kapitalizm başlar.

İyi bilinen farkların altında benzerlikler gizlidir ahali. Bugün birbiriyle taban tabana zıt görünen kapitalizm ile komünizmin ikiz kardeş olduğunu çok az kişi dile getirebilmektedir. Kapitalizmin temel doktrini kâr ve faizdir. Kapitalizmde küresel şirketler faiz ile insanları ezer. Komünizm ise bu ikisini, kâr ve faizi, ortadan kaldırır. Böylece komünizmde de, kâr etme imkanı olmadığı için, insanlar bu kez de devlet tarafından ezilir. Hegel diyalektiğine yerleştirelim; kapitalizm(tez)+komünizm(antitez) = ‘’ooo kardeşim eziliyorsun bugün’’(sentez) Bu durumda lazım olan şey kârın ve özel mülkiyetin olduğu ancak faizin olmadığı, paranın ise yalnızca malı, metayı sembolize eden bir kavram olarak varolduğu bir sistemdir.


Geçenlerde ‘’Trump tweet attı, dolar fırladı: borsa sert düştü’’ başlıklı bir haber metnine denk gelmiştim. Eskiden Bahçeli hapşırdı diye yükselen dolar artık Trump tweet attı diye yükseliyormuş. Şayet siz kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi inşa edemezseniz suyun üzerinde sürüklenen bir yapraktan farkınız kalmaz. Ortamlarda ‘’yerli ve milli’’ edebiyatı yapmayla olacak işler değildir bunlar. Atatürk’ün konuyla ilgili çok güzel bir sözü vardır; ‘’Siyasi ve askeri zaferler ne kadar parlak olurlarsa olsunlar iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa bu zaferler sürekli olmaz hemen sönüverir’’ [7] Mustafa Kemal Paşa burada nokta atışı yapmıştır. Biz Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Lozan’da kazandıklarımızı daha sonrasında ABD ile imzalanan ikili anlaşmalarla bir bir kaybettik. Kemal Derviş de zaten ölmüş bitmiş olan ekonominin üzerine 2001’de tüyü dikti. Türkiye’yi IMF ile tanıştıran Recep Peker’i Toplumsal Çürüme ve Okyanus Ötesinden Gelen Tipolojiler başlıklı yazıda anlatmıştım, önce onu daha sonra da ABD ile imzaladığımız ikili anlaşmaları çarşaf çarşaf ortaya serdiğim Bağımsızlığı İpotek Ettirmek; İkili Anlaşmalar! Başlıklı yazıyı okuyup burada anlattıklarımla birleştirin. 2018 yılı itibariyle Türkiye’nin en değerli 100 firmasının toplam değeri 27,5 Milyar dolardır, ki buna THY de dâhil, öte yandan yalnızca Toyota’nın değeri ise 44 Milyar dolardır. [8] Sosyal devlet anlayışını, gelir adaletini sağlayamadığımız gibi son vagonuna bindirildiğimiz neo-liberalizmin, kapitalizmin bile hakkını veremiyoruz. 


CIA, İran’da Musaddık rejiminin devrilmesiyle sonuçlanan darbeyi organize eden ve resmen CIA personeli olan Kermit Roosevelt’in, meşhur FDR’nin de uzak akrabasıdır, kimliğinin açığa çıkmasından sonra yabancı ülkelerde yürütülen operasyonlarda doğrudan kendi ismiyle çalışma işine son vermiş, kendini gizleme yoluna gitmiştir. Bu amaçla bir diğer Amerikan istihbaratı olan NSA’in bünyesinde MAIN isimli özel bir teşebbüs kurmuştur. MAIN’in amacı yabancı ülkelerdeki ekonomik manipülasyonları yürütmektir. John Perkins de burada görev almış, kendi deyimiyle, eski bir ekonomik tetikçidir.  Perkins, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere aslında halkın ihtiyacı olmayan projeler ve yatırımlar için kredi verdiklerini, verilen kredileri de yine kendi şirketler grubundan hizmet ve malzeme alımı için kullandıklarını, proje bitiminde kurulan tesisin gelirlerini de kendilerinin aldıklarını aktarır. [9] Böylece kredi faizi, mal veya hizmet satışı ve kurulan teşebbüsten elde edilen gelir olmak üzere ayrı ayrı kalemlerden milyonlarca dolar gelir elde edilir. Ülkenin bu yatırımlarla kalkınması imkansızdır. Somut konuşalım bu modelin adı; YAP-İŞLET DEVRET modelidir. Bugün Türkiye’de yapılan tüm otoyol, köprü ve inşaatlar hem borç para ile yapılmış hem de üretime katkısı olmayan yatırımlardır. Şu an Türkiye’nin dış borcu trilyonlarla ifade edilecek seviyelerdedir. 15 yılda özelleştirmelerden 60-70 milyar dolar gelir elde edildi. Ancak yine bu 15 yıllık süre zarfında faiz lobisi olarak tarif edilen güruha ödenen para; 216 milyar dolardır Yani elde edilen gelirin 3,5 katı! . Hazine müsteşarlığının sitesi halka açık girin kontrol edin. Delik o kadar büyük ki, ne vergi zamlarıyla ne de özelleştirmelerle kapanacak gibi değildir.


Türk Lirasının yaşadığı değer kaybı da bu yüzdendir. Ülkenin içi boşalıyor ahali. Bazı denyolar da çıkıp ‘’TL’ye operasyon çekiliyor, reise sahip çıkalım’’ gibi yaklaşımlar türetiyor. Ancak böyle bir tavır içine girebilmek için ülke menfaati adına çekilmiş bir rest görmek gerekir. Mesela Kıbrıs Barış Harekatı sonucunda ülke ciddi yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmış, köşeye sıkıştırılmıştı. İnsanlar, yağ kuyruklarına Kıbrıs uğruna katlandı. Ancak bugün ise küresel sermayenin ‘’iki dediğini bir etmeyen’’ ‘’ne istedilerse veren’’ hatta o yağ kuyruklarından da ağır demagoji içeren propagandalar çıkararak iktidara gelmiş bir ekip var. Yani, ne uğruna bedel ödenecek bir dik duruş ne de sahip çıkılacak bir reis vardır ortada. Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik durumun sebebini, ‘’dış güçlerin Erdoğan karşıtlığı’’ yahut Rahip Brunson’un tutuklanması olarak ilan etmek en hafif tabirle alıklıktır. Ülkemiz üretmiyor, üretmediği gibi de sürekli tüketiyor. Dışarıya sattığın herhangi bir şey yok. Yaptığın ihracat bir metayı iki parça halinde İTHAL edip montajını yapıp satmaktan ibaret. Yani ihracat yapmak için bile ithalat yapmak zorundasın. E dünyaya herhangi bir değer sunamayan bir ülkenin de parasını kim neden kullanmak istesin ki? Dışarıya ürün satamadığın, ülkene de ziyaretçi veya yatırımcı da çekemediğin için döviz stokların eridi. Aylık cari açığın 3 MİLYAR DOLAR!


Neyse benim yine ateşim çıkmaya başladı. Yazıyı burada bitiriyorum. Şimdi siktirin gidin azıcık kitap mitap okuyun.


Hadi selametle…


---------------------------------------------------


[3] Ralph Keyes, Rules of Misqutation – 1992
[4] James Rickards, Çöküşe Giden Yol, 2017
[6] Bakara - 275,278 ve 279
[7] Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Seçmeler - http://www.ata.tsk.tr/content/media/01/soylev_ve_demecleri.pdf
[8] BrandFinance Brand Value by Country 2018 Global 500 2018
[9] John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder