24 Nisan 2016 Pazar

20. YY'ın Mimarı Wall Street; Komünizm, SSCB, Nazizm ve Hitlerin Yükselişi

Selam ahali, size SSCB’nin ve Nazi Almanya’sının Wall Street bankerleri, yani Amerikalılar tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini ve palazlandırıldığını söyleseler tepkiniz ne olurdu?




Dediğinizi duyar gibiyim.

Ancak o iş bal gibi de öyledir arkadaşım. Zaten Hitler’in Siyonizm’e nasıl hizmet ettiğini Dünya Savaşları, Milliyetçilik ve İsrail yazısında açıklamıştım. Bir daha işin amaç kısmına değinmeden direkt olarak olayları anlatacağım.

Peki ya Sovyet Rusya?

SSCB, Lenin, Stalin ve Troçki de, günümüz at ağızlı popüler sosyalist deyimiyle ‘’bu çarkın dişlileri’’dir.  Hatta şunu söyleyebilirim ki Komünizm Kapitalizmin gayrımeşru çocuğudur. Günümüzdeki liberalizm kapitalizmin, sosyalizm de komünizmin yumuşatılmış allanmış pullanmış ve kulak memesi kıvamına getirilmiş halidir.

Goerge Orwell’ın 1984 romanını okudunuz mu lan?

Kitabı okumamış olanlar ve ya okuyup da ‘’Orwell’ın ütopyası’’ gibi dangalakça yorumlarda bulunanlar için biraz açıklama yapayım.

Kitap 1948 yılında eski bir komünist olan George Orwell tarafından yazılmıştır. Yalnızca 36 yıl sonrasını öngörmekle kalmayıp günümüz dünyasının da gerçek bir tahlilini yapmıştır. Zaten bu kitaba ütopya diyenler de, benim bu blogda anlattıklarıma komplo teorisi diyenler ile aynı kafada, vasat, hiçbir halta derman olamamasına rağmen narsizmi doruklarda yaşayan, boş beleş insanlardır.

Neyse kitaptan devam edelim;

Kitapta karanlık bir gelecek tasvir edilir, herkesi gözetleyen kameralar, hipnoz edici dev televizyonlar, saçma sapan ve sürekli tekrar eden piyasa şarkıları(tanıdık geldi mi lan) ve bunun gibi insanlığı yozlaştıran birçok uygulama anlatılır. Ayrıca Orwell’ın tasvir ettiği bu dünya komünist olup sadece 3 ülkeden oluşmaktadır. Ülkeler; Amerika kıtasını sembolize eden Okyanusya, Avrupa ve Asya’nın bir kısmını sembolize eden Avrasya(KONAMI’nin Winning Eleven serilerinde yaptığı Europe A ve Europe B’nin birleşimi gibi düşün) ve Uzakdoğu’yu sembolize eden Doğu Asya’dır. Şimdi kitabı bir kenara bırakalım;

Trilateral Komisyon, 1973'te David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulmuştur. Rockefeller ailesi dünyada söz sahibi olan bir nevi ‘’baron’’ 5-6 aileden biridir, Brzezinski ise politikacı olarak bilinir, bu güruhun akıl hocasıdır, teknik direktörüdür, Arap Baharı, El Kaide ve IŞİD gibi eserleri vardır. Gerçek dünyaya hoş geldin kardeşim.




Trilateral Komisyon adından da anlaşılacağı üzere ‘’tri’’ yani üçayaklı bir oluşumdur, New York Borsası, Londra Borsası ve Tokyo Borsasından oluşur. Yani dünya 3 pazara bölünmüştür; New York(Kuzey ve Güney Amerika), Londra(Avrupa ve bir kısım Asya) ve Tokyo(Uzakdoğu). Tıpkı Orwell’ın kitabındaki gibi değil mi?

Amerika başkanı Bush’un 1990’da açıkladığı Yeni Dünya Düzeninin öngördüğü tek dünya devleti ne kapitalist ne de komünist olacak, ikisinin bir sentezinden oluşan karma bir düzen düşünülüyor. Ancak Orwell’in tasvirlerinden de anlaşılacağı üzere totaliter ve komünizm ağırlıklı bir sentez olacak bu. Orwell bizi yıllar önce uyarmış lütfen artık görün bazı şeyleri ya, lütfen.

Dünya kapitalizmi tanıyordu ancak komün düzeni henüz büyük bir ülkede hiç uygulanmamıştı. Tam da bu sebeple kapitalizme bir antitez olarak Rusya’da çarlık yıkıldı ve SSCB kuruldu. Mantık aynıydı; Kapitalizm=Tez, Komünizm=Antitez ve Yeni Dünya Düzeni dedikleri şey ise sentez. Tam da bu mantık temel alınarak kapitalist ABD’ye karşı suni bir düşman olarak komünist SSCB piyasaya sürüldü. Kızıl devrim Wall Street’ten tam destek görmüştür. Peki, tarihte Soğuk Savaş gibi bir olgu varken ABD’nin böyle bir şeye ön ayak olması nasıl mümkün olabilir? Sizlere bu güruhun vatanı milleti yoktur demiştim öyle değil mi?

Öncelikle Wall Street’in 20. Yüzyılı şekillendiren yegane oluşum olduğunu ve yedikleri tüm bokları devlet arşivlerini didik didik ederek çarşaf çarşaf ortaya seren isim Anthony Sutton’dur. ‘’Wall Street and the Bolshevik Revolution’’ ve ‘’Wall Street and the Rise of Hitler’’ isimli kitapları başta olmak üzere birçok önemli çalışması vardır.  Harvard profesörü Richard Pipes, Sutton ve çalışmaları hakkında şunları söylemiş mesela;

‘’Üç ciltlik Batı Teknolojisi'nin Sovyetlere satılması hakkındaki kitabında Sutton birçok ekonomist ve işadamına rahatsızlık verecek sonuçlara ulaşıyor. Bundan dolayı eserleri ya "sıradışı" denerek bir kenara itiliyor ya daha sık olduğu gibi görmezden geliniyor.’’

Neyse, şimdi Sutton’ı bir kenara bırakalım zira önce Sovyetler’e ardından da Hitler ve Nazi Almanyasına geçmemiz gerek.

Hemen başlıyorum;

Rusya’da ilk devrim(Şubat devrimi yani) 1. Dünya Savaşı devam ederken 8 Mart 1917’de başlamıştır. Ruslar Julyen takvimi kullandığından dolayı Mart değil de Şubat denmiştir. Olayın sebepleri kısaca Çarlık rejiminin 19. ve 20. yüzyıllarda sosyal, ekonomik ve siyasi yapısını modernleştirmeye çalışırken otokratik bir monarşide ısrarcı olunması yani diktatörleşmesi ve halkın çok yoksul kalması denebilir, e bir de üstüne herifler o halde Dünya Savaşındalar, isyan çıkmaması düşünülemezdi herhalde. Tüm bunların sonunda işçiler grev yapar, askerler çara isyan eder ve devrim yapılır. Bu ilk devrimle beraber Çar tahttan indirilir ve geçici bir hükümet kurulur. İşte o geçici hükümet;




Bu geçici hükümetin belli bir çizgisi yoktur. Komünisti de var içinde liberali de. Öyle karma bir topluluktur. Ekime kadar da bunlar bir süre böyle takılırlar. Peki, asıl Bolşevikler nerelerde? Şimdi şunu belirtmekte fayda var kendileri tüm bunlar olurken Rusya’da bile değillerdir. Başını Lenin ve Troçki’nin çektiği tayfa olaya daha sonra dahil olacaktır. Şubat devrimiyle uzaktan yakından alakaları olmamıştır yani.


Şimdi size ‘’Mühürlü Tren’’ diyeceğim.






Mühürlü Tren denen şey Lenin’i Petrograd’a götüren ve Ekim devrimini gerçekleştirmesine olanak sağlayan trendir. Lenin Almanlarla bir anlaşma yapar. Lenin’in isteği şudur; bindiği vagonun yabancı ülke statüsünde sayılması, böylece ileride Ruslar tarafından Almanlarla işbirliği yapmakla suçlanmayacaktı, yersen. Ancak görüldüğü üzere Lenin çatır çutur işbirliği yapmıştır Almanlarla. Ayrıca Almanya bununla da kalmayıp bir çok kredi imkanları sunmuştur Lenin ve ekibine.
Peki, İkinci Dünya Savaşında bunlar birbirini yememiş miydi? Adamlar aklın ve mantığın sınırlarını zorlayarak tarihin şirazesini kaydırmakla kalmayıp milyonlarca insanla dalga geçmişlerdir, tarihsel paradoksunu sevdiklerim.

Neyse.

Mühürlü Tren İsviçre-Almanya-İsveç-Finlandiya üzerinden geçerek Petrograd’a varır böylece başını Troçki ve Lenin’in çekmiş olduğu Bolşevik ekibi Rusya’dadır artık.

Lenin’in Rusya’ya gelişi pek tabi ki olaylı olmuştur ve gelir gelmez açıkladığı ‘’Nisan Tezleri’’ ile Bolşevikleri gazlamış ve nihayetinde meşhur Ekim devrimini yani Kızıl Devrim’i gerçekleştirirmiştir. Ancak devrim yapmak o kadar kolay bir iş değildir, trene atlayıp gelmekle bitmiyor iş. Bolşevikler iktidarı ele almıştır ancak sükûnet henüz sağlanamamıştır.

1917-1922 arasında Rusya’da iç savaş patlak verir. Çok aykırı bir şekilde girdiğimin farkındayım şimdi topu şık bir ara pasıyla resmi tarihe atıyorum.

Ne diyorduk? Hah iç savaş..

Rusya’daki iç savaşın tarafları Kızıl ve Beyaz ordulardır. Size lisede anlatılmış/anlatılacak olan resmi tarihe göre Beyaz ordu Batı ve ABD güdümlü bir yapılanmadır ki bu kısım doğru ancak iş Kızıl orduya gelince resmi tarih akıl sınırlarını zorlayan bir hikâyeyle çıkıyor karşımıza. Resmi tarihe göre Lenin’in Kızıl Ordusu içeride Beyaz orduyla, dışarıda da İngiltere, ABD ve Japonya ile tek başına mücadele veriyor. Hey Maşallah ne Kızıl Orduymuş be, Cüneyt Arkın filmi mi lan bu?  

Resmi tarih pasa yazık etti ve topu dağlara taşlara attı.

Bakın şimdi bu tarihi komediye gerçekten inanan varsa şu dakika mekanı terketsin. Kızıl Ordu da bal gibi destek görmüştür dışarıdan. Dışarı dediğim kısım da pek tabi ki canımız ciğerimiz Wall Street bankerleri olacak.

Peki, nasıl olacak?

Amerikan Kızılhaçı ile.

Bir sağlık ve yardım kuruluşu olan Kızılhaç bu pis işe paravan edilecek sevgili bankerlerimiz tarafından. 1900’lerin başında Wall Street’in kadırgalı ailesi Rockefeller  -ki hala öyleler-  sürekli olarak Kızılhaç’a bağışlarda bulunurlar. Örneğin 1910 yılında başını JP Morgan’ın çektiği bir grup banker 2 milyon dolar bağışlamıştır. Ancak 1917’ye gelindiğinde ise işin artık cılkı çıkıyor. JP Morgan bu tarihte Kızılhaç’a 100 milyon dolarlık bir bağış yapmıştır ama iş burada da bitmiyor. Bunun dışında 7 diğer banker de birleşerek 300 milyon dolarlık bir bağışta daha bulunur Kızılhaç’a.[1] Bu bağışlar kısa zamanda sonuç veriyor zira o dönemde Kızılhaç’ın başkanı Henry P. Davison’dır, kendisi pek tabi ki JP Morgan çalışanıdır. Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü?

Çaktınız mı şimdi davayı? Adamların derdi Kızılhaç’ı ele geçirmek.  Peki neden? Niye Kızılhaç gibi bir örgütü ele geçirmek istesinler ki? Şimdi anlatacaklarımın ardından cevabı vermeme gerek kalmaksızın anlayacaksınız olayı.

1917’nin yazında Amerikan Kızılhaç’ı Rusya’ya gitmeye karar verir. Evet o dönem Rusya berbat bir durumda yoksulluk, sefillik, açlık, savaş püüü rezillik. Bakıldığı zaman Kızılhaç’ın oraya gitmesi gayet normal gelebilir. Ancak sırf oraya giden kadroya bakıldığında bile bazı haltların karıştırıldığı anlaşabilir.

Zira şu tabloya[2] bir bakın Allah aşkına;





Ulan göt kadar Romanya’ya 16 tane doktor yolluyorsun koca Rusya’ya sadece 7 tane, Rusya’ya ‘’sosyal meseleleri çözmeleri için(!)’’ 15 tane avukat ve iş adamı yolluyorsun ama Romanya’ya gelince bu adamlardan sadece 4 tanesi yeterli oluyor.

Dalga mı geçiyorsunuz lan bizimle?

Rusya’ya giden Kızılhaç Ekibinin başı Raymond Robins’dir. Kendisi iktisatçı, avukat ve yazardır. Bakın Vikipedi’de bile bu adamın ABD-Rusya diplomatik ilişkilerini yürüttüğü yazar. Hem de insani yardım amacıyla oraya giden Kızılhaç çatısı altında.

Aralık 1917’de Raymond Robins St. Petersburg’a gelerek Troçki ile görüşür. St Petersburg Kızıl Devrimin yönetildiği karargah şehirdir diyebiliriz. Robins, Troçki’ye her türlü erzak yardımının yapılacağına dair söz verir.[3] Bakın şimdi burayı iyi okumakta fayda var, bu yardım halka değil Kızıl Orduyadır zira halka olsaydı böyle gizli kapaklı görüşmeler olmaksızın direkt olarak ülkenin bazı noktalarına Kızılhaç çadırları kurulur yardım yapılırdı. Resmi tarih işte tam da bu noktada sıçmıştır zira görüldüğü üzere Kızıl Ordu da Beyaz Ordu gibi Amerika’dan destek görmüştür. Yani burada net bir şekilde ‘’insani yardım’’ paravan edilmiştir, asıl amaç komünistlerle iletişime geçmektir.

Nisan 1918’de Rusya’dan ABD’ye bir telgraf çekilir[4];




İngilizcesi olanlar özellikle sarı ile vurguladığım yeri iyi okusun, İngilizcesi olmayanlar ve televizyonlarını yeni açanlar için ise özet geçiyorum;

Burada kısaca savaş malzemelerinin Moskova, Ural ve Sibirya’ya gönderiliyor oluşundan ve Rusya’nın ödemeyi nakit yerine ham maddeyle yapacağından bahsediliyor. Zaten ödeme planı ile ilgili bir değişiklik, beklenmeyen bir durum yahut aksaklık olmasaydı bu kadar açık bir şekilde telgraf çekilmezdi. Bir nevi bu tarz aksaklıkların yaşanması gerçeklerin ortaya çıkmasında bizlerin işine yarıyor da diyebiliriz.

Velhasıl kelam görüldüğü üzere ABD Sovyetlere erzak yardımı da yapmıştır, mühimmat yardımı da yapmıştır cephane yardımı da yapmıştır baya baya kendi elleriyle kurmuştur Komünizmi Rusya’da.

Şimdi size William Boyce Thompson diye bir heriften bahsedeceğim, kendisi JP Morgan ortaklarından biridir, FED(Federal Rezerve) New York şubesi müdürüdür. Ayrıca Kızılhaç’ın Rusya’ya gidişindeki en büyük finansördü. İşte bu Thompson İngiltere başbakanı Lloyd George ile görüşür.[5](YUH!) Thompson’ın amacı bellidir, İngiltere’yi komünistlere yardım etmeye ikna etmek…

Ve başarılı da olmuştur. Ocak 1918’de İngiltere Rusya’ya 14 motor sevkiyatıyla bazı yardım malzemeleri sağlamıştır.[6] Ancak pek tabi ki Komünizm propagandası İngiltere ile sınırlı kalmaz. Şubat 1918’de JP Morgan Thompson’a 1 milyon dolar para gönderip bunu Amerika ve Almanya’da komünizm propagandası yapmak için kullanmasını söyler.[7]

Şimdi evvela şunu belirtmekte fayda var ki Wall Street bankerlerinin hiçbiri komünist falan değil. Kimsede öyle bir algı oluşmasın. Bankerlerimizin amacı Bolşeviklerle ticaret yapmak, Rus pazarına hakim olmak ve Çar döneminden gelen hazineyi soyup Rus altın madenlerine çökmektir. Ne kadar pis bir tezgâh değil mi? Zaten bazı aklı başında Ruslar da bu durumun farkına varıp tepki göstermiştir. 

Kimdir onlar?

Anarşistler, Yeşil Ordu.

Yeşil Ordu Anarşistlerden oluşan 700.000 kişilik bir ordudur. Tarih kitaplarında pek geçmez isimleri, geçse de ‘’anarşiklerdi işte yeaa düzeni kabul etmediler’’ gibi uyduruk açıklamalarla geçiştirilir. Ancak olay çok farklıdır. Yeşil Ordu önceleri Kızıl Orduyla aynı safta Beyaz Orduya karşı savaşır ancak daha sonrasında Kızılhaç tezgâhını fark edip Wall Street bankerlerinin ortada fink atmasından ve Amerikalıların Lenin ve Troçki’yle içli dışlı olmasından rahatsız olarak rest çekerler Kızıl Orduya. Ancak bu Yeşil Ordunun karşısında adeta bir dünya vardır, bir başlarına tüm düşmanlarla savaşarak tarih sahnesinden silinirler.

Bu olay üzerine Robins ve diğer Wall Street bankerleri Amerikan hükümetine Kızıl Ordunun çok güçlü olduğunu ve artık Sovyetlerin resmen tanınması gerektiğini bildirirler ve bu yöndeki baskılarını arttırırlar zira SSCB resmen tanınırsa daha rahat ticaret yapabileceklerdi.

Her krizden bir fırsat çıkarmayı başarıyorlar.

Bakın şu hayatta asla etiketlere taam etmemek gerekir. Ceza sahasında yapılacak 9 kusurlu hareketin başında herhalde bu gelir. Zira gerek medya olsun gerek ders kitapları olsun toplumun ‘’doğru’’ kabul ettiği normlar sizleri yanlış yönlendirebilir. Olaylara biraz olsun televizyon ekranının dışından kitap sayfalarının üzerinden bakmak gerek çünkü tarih denen şeyi de son derece göreceli olan insan algısı ortaya koyuyor. Kabul ettiğiniz doğruları, hayat algınızı ve duygularınızı bu ‘’göreceli algıya’’ göre ayarlarsanız işiniz yaş ahali. Mesela Orhan Pamuk kendi içinden çıktığı toplumu aşağılayarak ve kendi milletine iftira atarak yani işin özü itibariyle karaktersiz bir duruş sergileyerek ‘’Nobel’’ ödülü aldı şimdi ‘’Nobel ödülü’’ apoletine biat edip kendisinin argümanlarını doğru mu kabul edeceğiz?

Bu tarih Tesla’nın hakkını yerken Thomas Edison'u ödüle boğmadı mı? Bunları mı doğru kabul edeceğiz? Tek taraflı beslenmek herhalde araştırırken yapılabilecek en büyük hatadır.

Konudan daha fazla sapmadan son bir şey daha söyleyeyim 1917 yılında Nobel Barış Ödülü sizce kime verilmiş ola ki?

Kızılhaç’a.

Hala gerçekleri tarihin yazdığını mı düşünüyorsun?

Velhasıl kelam Kızılhaç bir paravandı. Adamlar ‘’insani yardım’’ ayağına gidip orada yeni bir devlet kurdu. Wall Street bankerleri Kızılhaç’ı kullanarak girdikleri Rusya’yı hem maddi hem de manevi olarak sömürdü.

Biraz işin yönünü değiştirelim istiyorum şu ana kadar sadece Amerikalıların Rusya’daki faaliyetlerine göz gezdirdik biraz da Rusların Amerika’da yemiş olduğu haltlara odaklanacağız şimdi.

Ocak 1919’da Ruslar ABD’ye elçi atar. Ancak bizim elçide bir tuhaflık var. Normalde tüm elçi ve türevleri politik şahsiyetler Washington DC’de ikamet ederken. Bizim Rus elçinin mekânı neresi olsa beğenirsiniz?

New York - Wall Street…

Haa şunu da belirtmemde fayda var Sovyetler ABD’ye elçi atıyor ancak pek tabii ki bu elçiliğin bir resmiyeti yok zira ABD’nin SSCB’yi bir devlet olarak resmen tanıması 1933 yılına tekabül ediyor. Bu sebeple biz buna bir elçilikten ziyade ‘’Sovyet Bürosu’’ gözüyle bakabiliriz. Gerçi ‘’elçilik’’ ‘’Sovyet bürosu’’ gibi isimlerden ziyade baya baya bir ticarethane olmuştur bu mekân zira şu tabloya bir bakın Allah aşkına[8];




Şimdi sorarım size bu nasıl devrimcilik lan? Bu nasıl anti-emperyalist duruş olum? Ne ayaksınız lan siz? Bu mu lan Bolşeviklik? Amerika’ya satmışsınız ülkeyi!

Şimdi Komünist manifestoyu ezbere bilen arkadaşlara bir sorum olacak. Siz Komünist manifestoda Morgan’a, Rockefeller’a Rothschild'lere ve tüm emperyal bankerlere ve sömürüye meydan okuyordunuz, Bolşevikleriniz ne yapmış la öyle? Hani sömürüye karşıydınız? Hani özgürlük hani eşitlik hani marjinal bizdik ulan?

Şimdi komünist arkadaşlar, işin dalgasını bir kenara bırakıyorum. İnsanın inandığı değerlerden şüphe duyması kötü bir olay olmakla beraber hazmı zor bir durumdur ancak insan bilmediği, emin olmadığı şeyler hakkında hemen hüküm vermemelidir, hiçbir şeyi körü körüne savunmamalı. Size o sendikalarda ‘’yoldaşlarınız’’ tarafından Marx’ın romantik hikâyeleri anlatılıyor olsa bile gerçek aha da budur. Komünizm büyük bir aldatmacadır sadece 20. yy’ın değil belki de tüm zamanların en büyük tezgâhıdır, sahnelenen en inandırıcı oyundur. Tabi bu kimseyi masum yapmaz unutmayın altın kural; ‘’bilmediğiniz, emin olmadığınız şeyler hakkında hemen hüküm vermeyin.’’

‘’ Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.’’[9]

Şimdi altınlardan bahsedeceğim size, imparatorluğun altınları, Çar’ın altınları yani. Eee Wall Street bankerlerinin Sovyetlere hâlihazırda yapmış olduğu yardımı baba oğluna yapmaz, şimdi geri ödeme vakti. Ancak bir sorun var. Sizce ABD’nin Rus altını alması mümkün mü? Adamı tefe korlar tefe, hey yavrum heey. İşte tam da bu sebepten dolayı 1920’lerin başında Rusya; İsveç ve Norveç’e altın ihracına başlar. Altınlar buradan Hollanda, Almanya ve ABD’ye gidecektir.[10]

Ağustos 1920’de bir miktar Rus altını Norveç’teki Den Norske Handelsbank’e 3000 ton kömürün karşılığı olarak gönderilir.  Bu altınlar daha sonra ise Norges Bank’a sevkedilir. Altınlar incelenir, ölçülür, biçilir, tartılır ve 1914 öncesinde işlenmiş saf Çarlık üretimi olduğuna hükmedilir.[11] Daha sonra The Robert Dollar Company bu altın külçelerini Stockholm’deki hesabına alır ve altınlara 39 milyon İsveç kronası değer biçilir. Bu arada Robert Dollar adlı şahıs American International Company(AIC) yöneticilerinden biridir.[12]

Rus altınları İsveç’te eritilir ve üzerine de İsveç damgası basılıp piyasaya sürülür. Artık altınlar Rus değil İsveç altınıdır ve ABD’ye girişinde hiçbir sorun kalmamıştır. Görüyor musunuz tezgahı? Şerefsizlik de bir yere kadar be kardeşim, yaptıklarını açıklayacak kelime bulamıyorum anasını satayım. Yani buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir Bolşevikler Çarlık altınlarını har vurup harman savurmuştur bir başka deyişle hazineyi soymuş/soydurmuştur.

Şimdi biraz toparlayalım;

Wall Street bankerleri neden SSCB’ye ön ayak oldu amaç neydi?
- Çar’ın hazinesini soymak
- Tek dünya devletine giderken kapitalizme uygulamalı bir antitez sunmak
- Ticaret(yeni kurulmuş bir devletin ihtiyaçları, savaş ortamındaki silah ve mühimmat ticareti vs.)
- Dünyayı iki kutba ayırmak. Zira iki kutup olursa savaş olur, savaş demek silah demek, silah ticareti demek, para demek. Savaştan sonra devletler yeniden yapılanacak krediler çekecekler bu da daha fazla para demek, yıkılan yapılar yenilenecek ve bankerlerimiz yine parayı kıracak. Daha fazla paraya ve daha fazla güce sahip olacaklar.

Sizlere defalarca söylediğim gibi bu adamların kapitalizm ve ya komünizm gibi uyduruk davaları olamaz tek istedikleri güç ve daha fazla güçtür. Bu uğurda ne vatan ne millet ne ahlak ne etik tanırlar. Tanımadıklarını da görüyoruz zaten.

1922’de iç savaş sona erer ve Sovyetler yani SSCB kurulur. SSCB devlet politikası gereği en büyük önemi sanayileşmeye vermiştir aynı şekilde ne gariptir ki Hitler ve Nazi Almanya’sının da programı sanayileşme üzerine olmuştur. Aslında tek başına bu bile çok şey anlatıyor ama anlayana tabi. Zira bakıldığı zaman sanayileşmek büyük bir atılımdır ve pek tabii ki sermaye gerektirir. Bu sermayeyi de Wall Street bankerleri sağlamıştır çünkü kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.

Neyse, ne diyorduk? Hah SSCB kurulur ve JP Morgan hemen olay mahalline damlar. Moskova’daki ilk Amerikan bankası tam da SSCB’nin kurulduğu tarihte Morgan tarafından açılır.[13] Morgan’ın bankasından hemen sonra da ardılı irili ufaklı birçok şirket, kurum ve kuruluş peyda olur ve çatır çutur ticaret yaparlar Sovyetlerle. Yani öyle anlatıldığı gibi bir ambargo falan yoktur, o da hikâye. Bir kez daha aldatıldınız. 

Yüzleşin! 

Öğrendiklerinizi hazmetmeniz için bir dakikanız var.

Süreniz doldu devam ediyoruz;

Şimdi zaten halihazırda çirkin olan durum biraz daha çirkinleşecek. İki kutuplu dünya, soğuk savaş, komünizm gibi kavramlar tamamen sunidir içi boştur zira Komünizmi Rusya’da direkt olarak ABD kendi elleriyle kurmuştur. Yeni kurulan bu devlete de pek tabii ki mühimmat lazımdır, top lazımdır, tüfek lazımdır, tank lazımdır… Bu noktada da yine devreye pek tabii ki canımız ciğerimiz Wall Street bankerleri girecektir.

Sovyetler, döneminin en büyük traktör üreticisidir. İşte size Stalingraad Traktör Fabrikasında(adı daha sonra Volvograad oldu) üretilmiş olan bir traktör;








Böyle bir traktör pek tabi ki tanka da çevrilebilir ayrıca böyle bir traktörü üretebilen fabrika en alasından askeri materyalleri de üretebilir. Zira Renault bunu dünya savaşlarında yaptı, Ford da yaptı. Hatta şöyle söyleyeyim bugün Ford diye bir marka varsa bunu ABD ordusuna üretmiş olduğu tanklara borçludur.

Anthony Sutton ‘’Amerikan Teknolojisinin Sovyetlere Satılması’’ adlı eserinde tüm olayı açıklamıştır isteyenler kitabı okuyarak bu bilgilere ulaşabilirler ben sadece konu mankeni olarak Stalingraad(Volvograad) fabrikasını ele alacağım.

Stalingraad fabrikası 1930’da kurulmuştur ve Avrupa’nın en büyük traktör fabrikasıdır. Kuruluşuna ön ayak olan şirket ise Albert Kahn Inc. isimli Amerikan şirketidir. Biraz Albert Kahn’dan bahsedelim istiyorum. Kendisi Amerikan bir mimardır. Ancak tasarladığı yapılar ve çalıştığı firmalara bi’ göz atalım isterseniz;


Hey maşallah!

Gördüğünüz üzere Ford’lar, General Motor’lar fink atıyor.

Bakın bu bilgilere Vikipedi’den bile ulaşabiliyorsunuz. Komedi gerçekten komedi, ayakta uyutmuşlar dünyayı, insanlığı. Ulan sen düşünebiliyor musun bir İsrail’in Filistin devletine traktör fabrikası açabileceğini yahut Kurtuluş savaşı yıllarında Yunanistan’ın Türkiye’ye böyle bir kıyak geçebileceğini? Aklın almadı değil mi? İşte bu olayın da az önce verdiğim örneklerden hiçbir farkı yoktur. İnsanları bir kez daha ayakta uyutmuşlardır. Bakın aşağıda bu fabrikadan çıkmış olan T-34 model bir tank göreceksiniz.







Sovyetler bu tankları İkinci Dünya Savaşında kullandılar. Kime karşı kullandılar? Lenin’i trene bindirip Petrograad’a yollayan Almanya’ya karşı kullandılar. WW2 sonrası ABD'ye diklendirler. Vietnam’da, Kore’de ABD ile sidik yarışına girdiler milyonlarca insan öldü. Hem de boşu boşuna öldüler, ya artlarında bıraktıkları? Milyonlarca çocuk yetim kaldı, bir hiç uğruna! Sıfatına sıçtığımın bankerleri güç ve para peşinde koşarken dünyada bunlar oldu işte. Bunları kurgulayanların da alet olanların da tüm bu saçma sapan fikir akımlarını savunmaya çalışanların da Allah belasını versin, bu kadar net konuşuyorum.

Buna hakkınız yok!

Velhasıl kelam Wall Street çetesi yoğun çabaların ardından Komünist bir devlet kurmuştu ve bu ülke ileride pek tabi ki kapitalist Amerika’ya düşman olacaktı, bunu öngörmek için müneccim olmaya gerek yok, zaten kendileri de haberdardı durumda kaldı ki amaç da buydu. Zira ileride bir Komünizm-Kapitalizm savaşı çıkacaktı. O halde bu ülkenin gelişmesi, silahlanması ve iyice palazlanması gerekiyordu zira savaş demek para demekti ve tüm dünya bu tiyatroyu izledi yıllarca.

Bakın ben size sadece tanklardan bahsettim, o da sadece bir fabrika anasını satayım, onlarca fabrika var, donanma var, filo var, top var, tüfek var, kimyasal var, her türlü askeri sanayi yine pek muhterem Wall Street bankerleri tarafından sağlanmıştır ‘’anti-emperyalist, devrimci’’ kardeşlerimize.[14]

Kaldı ki ortada anti-emperyalizm falan da yoktur. Bakın şimdi sizlere İkinci Dünya Savaşından bir Sovyet posteri göstereceğim;





Bu çok meşhur bir resimdir ve meali ‘’Ya Kapitale ölüm ya da Kapital’in topukları altında ölüm’’dür. E ama şimdi adama sorarlar Kapitalizme karşı savaşmayıp, Kapitalist ve emperyalist olan İngiltere ve ABD’ye karşı savaşan Almanya ve Japonya'ya karşı savaş Alaska’yı neredeyse bedavaya Amerika’ya ver ve sonra da ‘’biz emperyalistlerle savaşiyürük’’ edebiyatı yap. Bu nasıl anti-emperyalist duruş?

Hadi oradan!

Şimdi Wall Street çetesinin taktiğini özetleyecek olursak orta sahayı kalabalıklaştırmak yerine direkt hücum odaklı oynamışlardır. Şöyle ki; önce Sovyetlere kredi verirler, sonra Sovyetler aldıkları bu borç para ile yine bankerlerimizin şirketlerinden askeri mühimmat ve teknoloji satın alırlar. Amerikalı bankerler ise hem sattıkları mühimmat ve teknolojiden hem de vermiş oldukları krediden parayı kırmıştır. That's the business.

Artık bazı şeyler yerine oturmuştur umarım. Gördünüz mü Wall Street neden Komünizmi kurdurmuş Rusya’da? Gördünüz mü bankerlerin tezgahını, gördünüz mü komünizmin nasıl bir aldatmaca olduğunu? Gördünüz mü ulan savunmaya kalktığınız uyduruk ideolojinizi? Adamlar hem emperyalizmin kölesi olmuşlar hem de anti-emperyalist geçiniyorlar.

Neyse tamam sakinim.

Aslında düzen mi dersin mantık mı dersin her zaman aynıdır. Bu Lenin olur, Stalin olur, Mao olur Hitler olur hiç farketmez. Bunların ortaya attıkları ideolojiler –ki temelde aynı kibrin göstergesidir- insanlar olmadan varlığını sürdüremez ve yine ne gariptir ki günümüz insanları da bu gibi ideolojilere bağlı olmadan ‘’birey’’ olamayacağını düşünmektedirler. Aslında burada derin bir paradoks yatmaktadır. Zira Marx dahil olmak üzere Lenin, Stalin ve Troçki –ille de Rusya da şart değil Hitler, Mussolini… bireye önem veren görüşler atmamışlardır ortaya, zira bakıldığı zaman Komünizmin kendisi de toplum adına bireyin kolayca feda edilebileceğini öngörür.  Lenin insanları ‘’kapitalist alışkanlıkları’’ terk ettirerek evrimleştirmeye çalışmıştır. Marx da aynı şeyi amaçlamıştır. –zaten Lenin Marxı en iyi anlayan kişiydi herhalde- Şöyle ki Marx’a göre ‘’sosyalist/komünist devlet’’ olması gereken bir şeydir, farzdır insanlar baskıcı bir komün düzeniyle terbiye edilecek bir süre sonra da devlete ihtiyaç kalmadan insanlar evrimleşmiş olacak yada durun en öz haliyle söyleyeyim; robotlaşacaktır. Marx da Lenin de insanları kendi elleriyle şekillendirme üzerine uğraşmışlardır ve Marxist Leninist düşünceye göre komünizmi reddeden insanlar kapitalist aşağılıklardır buna bir örnek de Kızıl Ordu’da geri çekilen askerlerin ölümle cezalandırılması olabilir. Peki şimdi sorarım size; Saf Ari ırkının dünyaya egemen olması gerektiğini düşünen ve bu uğurda ‘’yeni nizamı’’ kuran Hitler’den ne farkı var bu düşüncenin? İkisi de insanlar üzerinde kontrol sahibi olmak istiyor mu? Evet. Hitler kendisi gibi olmayanı öldürüyordu ve faşistti –ki bu doğrudur, Hitler gerçekten faşisttir- e aynı şeyi yapan Lenin faşist değil mi? Bu nasıl sakat bir düşüncedir yahu! Hitler’in faşizmi ırkçılığa bakıyordu, Lenin’in faşizmi ise ideolojiye. Bunlar aynı şey değil mi? Sadece yönleri farklı, matematikteki mutlak değer parantezine alsan aynı şey olarak çıkacaktır dışarı. Hitler faşist, sosyalistler faşizme karşı, he oldu paşam.

Peki SSCB denen el bebek gül bebek kurulan ve ABD tarafından kuş sütüyle beslenen bu devletin ABD’ye(bankerlere ve dünya üzerinde hakimiyet hedefleyen güruha yani) başka ne gibi yararları olmuştur? Yazının buraya kadar olan kısmında söylediklerimizi toparlayacak olursak;

SSCB sayesinde;
- İleride doğacak olan yeni dünya düzeni için kapitalizme bir antitez sunuldu.
- Komünizm ilk defa büyük bir devlette denendi.
- Rönesans ve reform sonrası Katolik kıta Avrupa’sı sekülerleşmişti, Ortodokslar da SSCB ile aradan çıkarılmış oldu.
- Ortadoğu’daki Müslümanlar ‘’Allahsız Gomünüstlere’’ karşı ABD’nin tarafına geçmiş ve Arap ülkelerinde kukla diktatörler ve terörün temelleri atılmıştır. El Kaide’yi Brzezinski kurmuştu hatırlarsanız.  Hedef düşman olarak ‘’kâfir komünistler’’ gösterilmişti. Dünya Komünizmin hemen ardından ‘’İslami terör’’ diye yeni bir düşmanla tanışmıştır. Bakın taktik hep aynıdır, kitleye göre bir ‘’kutsal dava’’ atılır ortaya, her türlü desteklenir ve ardından düşman ilan edilir, tukaka edilir. Çıkan savaş ve çatışmalardan elde edilen paralar da cabası.

Neyse, asıl bombayı sona sakladım. NATO kuruldu lan NATO!

NATO nedir? Hatırlayın tarih bilgilerinizi. Komünizm tehdidi altındaki dünyayı(!) bu tehditlerden korumak(??) amaçlı kurulan askeri oluşum. Peki şimdi sorarım size dünyada komünizm kaldı mı? E neden hala NATO var lan?

NATO, kurulacak olan ‘’tek dünya devletinin’’ ordusudur. İşte bu yüzden dağıtılmadı o oluşum ve sen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, senin devletin de üye NATO’ya, yani öyle ‘’bana ne Goralılar düşünsün’’ diye kestirip atamazsın.

Sempati duyduğunuz şeylere dikkat edin. Ayakta uyutuluyorsun evladım. Bir de Türkiye’deki SSCB sevdalılarının bir argümanı daha var ki ona da değinmeden Hitler’e geçmek istemiyorum. ‘’Lenin Kurtuluş savaşında bize silah yardımı yapmıştı yeaa’’

Şimdi bu olayın aslı da şudur;

Evet Rusya’dan gelen silahlar var ancak Lenin’in ‘’Türkler zor durumda ya emperyalistlerle savaşıyorlar şunlara bi’ destek çıkalım hacı’’ gibi bir düşüncesi olmamıştır.

Çarlık yıkıldıktan sonra oluşan boşlukta kurulan –ki daha sonra SSCB tarafından işgal edilecek- Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca Kurtuluş Savaşı için Türkiye’ye 80 milyon ruble altın para yollamak ister. Para Emir Timur zamanından kalan hazineden çıkmıştır. Bunu o dönem İran’dan yollaması imkansızdır, bu yüzden Rusya üzerinden gönderecektir. Lenin bu paranın 60 milyonuna yol ücreti olarak(transit ticaret) el koyar. 10 milyonunu Ankara’ya gönderir, geriye kalan 10 milyonunu silah olarak gönderir kaldı ki bu silahlar da zaten eski, bozuk, çürük çarık tüfeklerdir.[15] Osman Hoca İran’dan gönderse daha az vurgun yerdik herhalde. Gördünüz mü SSCB’den gelen yardım efsanesini?

Artık Sovyet Rusya ve Komünizm defterini burada kapatıyorum. Yazının sonlarına doğru ismini baya bi’ zikrettiğimiz Hitler’den bahsetmenin vakti geldi.

Bavulları toplayın, Nazi Almanya’sına gidiyoruz.

Başlık at evladım tam ortaya; 

Hitler

Şimdi evvela şunu belirtmekte fayda var ki Hitler öyle rastgele seçilmiş bir adam değildi hele diktatör oluşu ve ikinci dünya savaşını başlatışı hiç tesadüf değildi. 1919 yılında Versailles(Versay) Barış(!) konferansında bir araya gelen birinci dünya savaşının galip devletleri Almanya’yı ödenmesi mümkün olmayan tazminatlara mahkum etmiştir. Tabi bu karar doğal olarak Almanya’yı büyük bir ekonomik külfet altında bırakmakla kalmayıp çöküşe sürüklemiştir. Zaten amaç da buydu artık Hitler’in kurtarıcı olarak piyasaya sürülmesi için zemin müsaitti.

Hitler’in başa gelişi ve uyguladığı politikaların Siyonizm ile ilişkisini ve amaçlarını ‘’Dünya Savaşları Milliyetçilik ve İsrail’’ başlıklı yazımda açıklamıştım. Topu tekrar oralarda dolandırarak yazıyı uzatmaya lüzum görmüyorum. Bu sefer Hitler ve Wall Street desteğinin detaylı analizini yapacağız.

Bu notun ardından size Charles Dawes diye bir heriften bahsedeceğim. Kendisi Amerikalı politikacı ve maliyeci olup, 30. Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı, 1. Yönetim ve Bütçe Ofis Müdürü, 10. Hazine Denetçisi, 1929–1931 ABD Birleşik Krallık Büyükelçisi olarak görev yapmış[16] ve kariyerinin son yıllarında Real Madrid’de forma giymiştir. Geyik bir yana CV’si son derece parlak olan bu abimizin hikayemizdeki rolü Allied Committee of Experts’in başkanı oluşu[17] olacak.

Bu arada 1924 yılındaki Nobel barış ödülü Chrales Dawes’e verilmiştir.

Hayat işte.

Devam edelim, Almanya’nın yıllık 132 milyar Mark değerinde altın ödemesi kararlaştırılır. E haliyle Almanya’nın bu rakamı ödemesi mümkün değildi. Zira 132 milyar Mark Almanya’nın 1921’deki ihracat payının 1/4'ine tekabül ediyordu. 

Bunun üzerine arkasına Belçika’yı alan Fransa Ruhr’a girer. Yıl 1923 Ruhr işgal altındadır. Hemen ardından başını JP Morgan’ın çektiği bankerlerden oluşan Allied Committee of Experts 1924’te Dawes Planı isimli bir planın hayata geçirilmesine karar verir.[18] Dawes planı Almanya’nın Versay’da ödemek zorunda kaldığı borçları ödemesi için bir dizi kolaylığı(!) içerir.

Şimdi tarihi biraz ileri alalım, yıl 1929, artık Allied Committee of Experts’in başkanı Owen Young olur. Hemen Young’ı tanıyalım biraz. Kendisi eh pek tabi ki Morgan’ın desteklediği bir adaydı, Amerikan sanayici, iş adamı, avukat ve diplomattır. Ayrıca buraya dikkat 1922-1940 arasında General Electric’in başkanlığını da yapmıştır.[19] Velhasıl kelam Young da tıpkı Dawes gibi son derece kariyerli bir abimizdir.

1929’da Dawes planının devamı olarak Young Planı uygulamaya konur. Young planı Dawes planının ardılıdır. Her ikisinin de amacı ve sonuçları aynı olmuştur. 

Nedir bunlar;

Bu ödeme planları sayesinde Hitler piyasaya sürülecek, başa geçirilecek ve halka kabul ettirilecekti ayrıca yine bu sayede bono ve tahvilleri elinde bulunduracak olan Alman kartelleri de oluşacaktı. E yani Hitler de kendi ülkesini sömürüye açmış olacaktı. Tıpkı Lenin gibi.

1924-1931 yıllarında Dawes ve Young planları çerçevesinde Almanya 86 milyar Mark ödemiştir ancak yine ne tuhaftır ki öte yandan da Wall Street bankerlerine 138 milyar Mark borçlanmıştır.

Heh hayat ne garip değil mi? Vapurlar falan.

Şimdi biraz toparlayalım;
- Hitler’i Wall Street başa geçirdi, tıpkı Lenin gibi.
- Hiter buna karşılık olarak ülkesini sömürüye açtı, tıpkı Lenin gibi
- Hitler kısa zamanda ülkesini düzlüğe(??!!) çıkardı bir yandan da Wall Street bankerlerine borçlanarak tabi, yine tıpkı Lenin gibi.

Lenin ve Hitler arasında ne kadar çok benzerlik varmış öyle değil mi?  Peki sizce ben böyle tesadüfi(!) benzerlikleri sıralayarak altını boş mu bırakacağım?

Gelin benimle.

Yer Viyana, sene 1909 Hitler ve Lenin bir otel odasında satranç oynuyor;




Bakın bu hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Ayrıca gerek Hitler olsun gerekse de Lenin Wall Street bankerlerinin çevirdiği haltlardan haberdar olamayacak kadar aptal insanlar değillerdi. Gayet de bu işin içinde bilerek, isteyerek, kasten ve kendi iradeleriyle yer aldılar. Lenin’i savunan komünistler de Hitler’e sempati duyan embesiller de durumu iyice anlasın ve lütfen de kıvırmaya çalışmasın. Lafa gelince vicdanı en önemli ölçü kabul edersiniz. Şimdi de lütfen vicdanınıza kulak verin. Kimseyi ama kimseyi, hiçbir insanoğlunu körü körüne savunmayın ve unutmayın ki sizin onlara değil onların size ihtiyacı var zira arkana halk desteğini almadan devrim yapamazsın ancak sen, evet sen, bu tip insanlara yahut herhangi bir gruba ya da kalıp bir düşünce akımına mensup olmadan da gayet yaşamını devam ettirebilirsin. Şu an burada sonu ‘’–izm’’ ile biten tüm putlara lanet okuyabilirim ancak ille de bir ‘’-izm’’in olacaksa eğer bu realizm olsun, rasyonalizm olsun her daim gerçeği ve doğruyu savunursun, duruşun belli olur hiç değilse.

Neyse fazla kaynattık hemen kaldığımız yerden devam edelim;

Georgetown Üniversitesi profesörü Dr. Carrol Quigley(CFR ile ilişkileri sağlam bir dayıdır kendisi) Almanya’daki tüm bu faaliyetleri şöyle yorumlamış;

‘’Bu düzen bankerler tarafından kuruldu, Almanya’ya sürekli borç ve kredi imkanları sundular, Almanya bu bankerler için fazlasıyla karlıydı.’’[20]

Meali; Almanya yolunacak bir kazdır.

Haa bu arada malum komitenin Alman tarafı(gelin tarafı) da hayli ilginç, hatta ne ilginci bildiğin yıldızlar topluluğu, Los Galacticos;
- H. Schacht; Reichsbank(Almanya merkez bankası) başkanı.
- A. Voegler; Stahlwerke Vereinigle isimli Alman çelik kartelinin sahibi. [21]

Öte yandan Hitler’in en büyük finansörleri ise yine H.Schacht ile Fritz Thyssen’dir. F.Thyssen Alman sanayicidir, çok büyük bir çelik şirketi vardır. Zaten Almanya’nın –Nazi Almanyası yani- olayı çelik ve kimyasala dayanır. Neyse geleceğiz oralara ama önce sözü F.Tyhssen’e verelim;

‘’Almanya’nın çöküşünü önlemek adına Young planına karşı direnmeyi bırakmaya ikna olur olmaz Nasyonal Sosyalist Partisine katıldım’’
F.Thyssen 1933 [22]

Şimdi nasıl bir küfür etsem bilemedim. Ulan Dawes-Young planlarıyla senin ülkenin içinden geçildi bu nasıl ‘’Almanya’nın çöküşünü önlemek’’? Kaldı ki hala Almanya dünyada en çok dış borca sahip 3. ülkedir. [23]

Allah rızası için şu tabloya bir bakın;





Görüldüğü üzere en çok borca sahip ülkeler; ABD, Britanya ve Almanya’dır. Meraklısına hemen söyleyeyim Türkiye 26. sırada. Dünyada borcu olmayan ülke ise hemen hemen yok gibidir, işte Brunei,  Lihtenştayn, Faroe Adaları, Virjinya gibi saçma sapan ülkelerin borcu yoktur sadece. Peki sizce koskoca dünya Brunei’ye mi borçlu? Tabi ki hayır. Bu borçlar devletlere değil, kişileredir. Wall Street bankerlerinedir, Warburg’a, Rockefeller’a, Rothschild’a anlıyor musunuz ahali? Tüm dünya 3-5 bankere borçludure. Yemin ederim çıldırmamak elde değil.

İşte bu F.Thyssen gibi halkın gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen şerefsiz evlatları yüzünden dünya bu haldedir. Allah da belanızı versin.

Bak yine ateşim çıktı ya.

Neyse biz kaldığımız yerden, yani Owen Young’ın karıştırdığı haltlardan devam edelim;

Owen Young 1925’de dönemin ABD başkanı Franklin D. Roosevelt’i Almanya’nın hiperenflasyon sürecinde ‘’United European Venture’’ çerçevesinde Wall Street bankerlerine fırsat kollaması için finanse etmiştir.[24]*  Az önce ismini zikretmiş olduğum ‘’United European Venture’’ dış ilişkilerde piyasada manipülasyon yaratmak amacıyla kurulmuş paravan bir kuruluştur. CFR ile paralel çalışmalar yürütmüştür. Zaten tarih boyu bu insanları farklı kılan şey hiçbir etik değeri tanımaksızın -aksine etik değerler arkasına sığınarak- çeşitli manipülasyonlar yapmalarından çok örgütlenme becerileridir.  Örgütlenmek önemli, bunu bir yerlere not düşün ileride lazım olabilir. Neyse, şimdi sözü tekrar Fritz Thyssen’e verelim.

Dr. Fritz Thyssen’in 1945 tarihli raporu;

‘’Young planının kabulü ve planın finansal yaptırımları işsizlik oranını çok ama çok yüksek derecede arttırdı, bir milyon kadar insan işsiz. İnsanlar çaresiz. Hitler işsizliği ortadan kaldıracağını söylemişti. İktidardaki hükümet çok kötüydü ve insanların durumu da gittikçe kötüye gidiyordu. Bu da Hitler’in elde ettiği inanılmaz seçim başarısının asıl sebebiydi. Son seçimlerde Hitler’in oy oranı %40’tı.’’ [25]

İtiraflar, itiraflar… Şimdi ahali tarihe bir kez daha dikkat çekmek istiyorum; 1945! Yani artık İkinci Dünya Savaşı neticelenme evresinde. E haliyle ufaktan itiraflar ve satışlar da başlıyor. Tarih de zaten böyle bir şeydir paşam. Şimdi 1933’de Young planının Almanya’nın çöküşünü önlediğini beyan eden F.Thyssen 1945’e gelindiğinde bu planların işsizliği arttırdığını ve halkı sefalete sürüklediğini söyleyerek saat yönünde 180 derece dönmüştür, yüz yılın kıvırmasına imza atmıştır.

B.I.S yani ‘’Bank of International Settlement’’ Meali; Uluslarası Ödeme Bankası.

Young planı kapsamında finansal ilişkileri denetleme amacıyla kurulmuştur. CFR’nin ekonomik versiyonu olarak düşünebilirsiniz. Bir nevi ekonomik kontrol zirvesi diyelim.
Daha önce yukarıda saymış olduğumuz Hitler’in kadrosunda yer alan Schachtz İkinci Dünya Savaşı sonrası devletlere kredi veren ‘’uluslarası yeniden inşa bankası’’nın fikir babasıdır. Olum sen kimin tarafındansın lan?

Schachtz’ın sözleriyle devam edelim;
‘’Bir banka düşünün ki finansal işbirliği talep edecek, mağlup ve galip devletler bir faiz komitesinde buluşacak, karşılıklı güvence ve anlaşmalar ile barışı sağlayacak’’

BDP'den HDP'ye geçişteki makyajlama çalışmaları sürecindeki Selahattin Demirtaşvari konuşmalarıyla kelebekler saçan Schachtz son derece masum görünen şeker gibi bir fikir atmıştır ortaya.

 Hello Kitty seni!

Böylesine müthiş bir fikri duyan Owen Young da ‘’çayırda buldum seni, ellere vermem seni’’ diyerek olaya atlamıştır;

‘’Dr. Schachtz, bana mükemmel bir fikir verdiniz, ben bunu dünyaya satarım!’’ [26]

B.I.S’in kurucu kadrosu pek tabi ki; Hjalmar Schachtz, Owen Young ve JP. Morgan’dır. Şimdi araya bir reklam alacağım, sözü Carrol Quigley’e verelim;

‘’Bu sistem yeni bir dünya düzeni yaratmaktan farksız, özel teşebbüslere ekonomik bağımlılık yaratarak tüm dünya ülkeleri üzerindeki politik sistemleri domine edebilirsiniz.’’ [27]

Carrol Quigley yedikleri haltı çok güzel özetlemiştir. Kendisine teşekkğr ediyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz;

Bu sistem 1920’lerde başlamış olup günümüzde de varlığını sürdürmektedir. 1920-1930 arası dönemde Federal Rezerv, Bank of England, Reichsbank(Alman Merkez Bankası), Banque de France(Fransa Merkez Bankası) gibi bir çok merkez bankası bu ağa katılmıştır. Hatırlayın üstlerde bir tablo vermiştim dünyada en çok borcu bulunan devletleri gösteriyordu sıralamayı hatırlayın; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa… hepsinin de merkez bankası B.I.S ağında…

Her zaman dediğim gibi hayat gerçekten çok garip.

B.I.S oluşumu siyasetçileri finanse etmek gibi çok ulvi görevleri de yerine getirebilir. Mesela ABD’de Roosevelt bu sayede başa geçmiştir. Herbert C. Hoover başkanken ABD’de kriz patlak verir ve borsa çöker. Hatırlayın lan şu meşhur 1930 Ekonomik Krizi işte nam-ı diğer Büyük Buhran! Okuyanlar bilir 1930 Ekonomik Krizi, Rockefeller ve Keynes başlıklı bir yazım vardı ona da bi’ ara göz gezdirmeniz bu noktada faydalı olabilir.

Reklamların ardından hemen devam ediyoruz. Malum kriz üzerine Hoover sonraki seçimleri büyük bir farkla Roosevelt’e kaybeder. Hoover her ne kadar bu işin arkasında Wall Street’in olduğunu dile getirmiş olsa da kimse tarafından iplenmemiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘’faiz lobisi’’ söylemi gibi ayağa indirilmiş bir beyanat olarak kalmıştır Hoover’ın sözleri.

Şimdi biraz da Wall Street’in emperyal/sömürücü karakterini ortaya koymak adına Alman kartellerine göz atalım istiyorum.

1920’lerden itibaren Hitler’i finanse etmek amacıyla Wall Street’li bankerlerce Alman şirketlerine ciddi manada fonlar aktarılmıştır.[27]

 Misal;





Araya bir reklam alıyorum. James Stewart Martin, kendisi araştırmacı yazardır ve nispeten de olsa gerçeği görebilmiş zeki bir abimizdir ve Almanya’nın Birinci Dünya Savaşından sonra Wall Street çetesi tarafından el bebek gül bebek ayağa kaldırılması hakkında şunları söylemiştir;

‘’Bu borçlar Birinci Dünya Savaşının yaralarını sarmaktan çok ikinciyi çıkarmak için verildi.’’[28]

Bakın, gördünüz mü algılarını biraz açan ve bazı komplekslerden sıyrılan insanlar sadece ‘’gözlem yaparak’’ doğruları görebiliyor. Ama bazı insanlar da elinin altında yığınla kaynak olmasına rağmen hatta kafalarına vura vura anlatan insanlar olmasına rağmen ve kendilerinin hiçbir halta derman olamamış boş beleş insanlar olmalarına rağmen ve bilgisizliğine ve cahilliğine aldırış etmeksizin inandığı şeylerde –bakın bildiği değil özellikle inandığı diyorum- diretiyor. Bazı insanlara anlatamazsın ahali, 2x2=4 dersin, o sırf sana muhalefet etmek için sana 2x2’nin 4 etmediğini ispatlamaya çalışır. Bazı insanlar insan değil sığırdır.

Neyse ben algıları açık, gözünün önüne perde çekmemiş, gerçeği gören ve bu arayışta olan insanların da varlığını biliyorum, biz devam edelim.



[29]

1920’lerin ortalarında itibaren iki ana Alman şirketi IG Farben ve Verenigite Stahlwerke Wall Street çetesinden aldığı destek ile kimyasal ve çelik sanayilerin domine etmeye başlamıştır ve yaptıkları üretimler de açık bir şekilde bir savaş hazırlığı olduğunu ortaya koyuyordu;




[30]



Şimdi adama sorarlar arkadaşım. Sen potansiyel bir düşmanının çelik ve kimyasal sanayiini geliştirirken ileride sana savaş açacağını ön göremiyor musun? Pek tabii ki böyle bir şey mümkün değildir, bunu ön görebilmek için Prometheus olmaya lüzum yok zira hâlihazırda amaç da tam olarak budur; İkinci Dünya Savaşını başlatmak!

Savaş=Para!

Kimse de bana bu fonların normal olduğunu savunmasın, hümanistlik de bir yere kadar ulan milyonlarca insan öldü ve yine milyonlarca çocuk yetim kaldı bu öyle basit bir şey değil. Tek bir canın bile hesabını vermezsiniz kimse ahkâm kesmeye kalkmasın bu anasını sattığımın yerinde.

Devam edecek olursak bu iki şirketin beraber ürettiği ‘’kömür katranı’’ ve ‘’kimyasal nitrojen’’ patlayıcı yapımında kullanılan en önemli iki bileşendir. Dünya savaşında kullanılan Alman patlayıcılarının %95’ini bu iki firma üretmiştir ve Amerikan teknolojisi kullanarak üretmiştir. Tarih diye de savaş diye de tüm dünyayı yemişlerdir. İkinci Dünya Savaşı büyük bir aldatmacadır. Bir avuç eli kanlı bankeri zengin etmek dışında hiçbir halta yaramamıştır.

Yine aynı I.G Farben, Rockefeller’in şirketi olan Standard Oil ile kurduğu bir ortaklıkla kömürden sentetik petrol üretmiştir. Aynı zamanda bu ortaklıkla I.G Farben Almanya’da benzin ve gazolin tekeli olmuştur. İkinci Dünya Savaşına gelindiğinde ise Alman yüksek oktanlı benzin sektörünün yarısı I.G Farben’in hakimiyeti altına girmiştir.[31] Alın size taş gibi sanayisi olan Almanya, alın size Alman kartelleri! Rockefeller gururla sunar! Yahudi katliamı yaptığı iddia edilen Almanya’nın arkasında yine Yahudi kökenli bankerler.

Hayat ne garip değil mi?

Motoru soğutmadan ‘’epic facts’’ kıvamında devam ediyorum;

Hitler’in iki büyük tank üreticisi Opel ve Ford A.G idi. Ford A.G zaten Ford’un yan kuruluşu yani Henry Ford’a ait. Nerede emperyal bir faaliyet orada Henry Ford... Opel ise General Motors isimli şirketin ağında yer almaktadır. General Motors’un sahibi de JP Morgan’dır. Bu bilgilere şirketlerin kendi web siteleri de dahil olmak üzere hemen hemen her kaynaktan ulaşabileceğiniz için kaynakçaya not olarak düşmüyorum. Devam etmek gerekirse;

Naziler 1936’da Opel’e imtiyazlı vergi muafiyeti vermiştir.[32] Bu sayede General Motors’un üretim ağı genişlemiş ve yine kazanan Morgan olmuştur.

Henry Ford ise Nazizm’e olan hizmetlerinden(??) ötürü ödüllendirilmiştir(???)[33] Alman otomotiv sektörünün bu denli gelişmiş olması? 

Hey yavrum heey…

Alcoa ve Dow isimli Amerikan kimya şirketleri Nazilerle ortak çalışmalar yaparak teknolojik destekte bulunmuşlardır. [34]

Benddix Aviation isimli JP Morgan’ın(bir taşın altından da çıkmayın ya yeter artık) sermaye yatırımcısı olduğu şirket de Siemens ve Halske A.G’ye otomatik pilot yazılımı ve uçak parçaları sağlamıştır. [35] Öeh be kardeşim! Bakın şimdi bu nokta öyle dalga geçilecek ve ya ‘’normal karşılanabilecek’’ bir şey değil. Sen direkt olarak düşmanın olan bir devlete askeri manada önemli bilgiler sağlıyorsun bunun adı danışıklı dövüştür.

Yine aynı Bendix Aviation 1940 yılında Robert Bosch’a uçak ve dizel motor konulu teknik bilgi sağlamıştır.[36]

Bir de Nazi Almanya’sında pek tabi ki I.G Farben gerçeği vardı. İkinci Dünya Savaşının arefesinde I.G Farben dünyanın Kimya devi olmuştur.(Sovyet traktör fabrikalarına selam çakalım burada) Aynı zamanda Farben’in politik gücü de hayli fazlaydı günümüz popüler deyimiyle bir paralel devlet söz konusuydu hatta.

Şimdi biraz I.G Farben’i tanıyalım.







I.G Farben 1925 yılında Hermann Schmitz’in; Bandische Anilin, Bayer, Agfa, Hoechst, Weiler – ter – Merr ve Griesheim – Elektron isimli 6 kimya şirketini birleştirerek ‘’Super-giant Chemichal Enterprise’’ı kurmasıyla oluşmuştur. 

Araya bir reklam alıyorum, Schmitz’i tanıyalım biraz;

Hermann Schmitz 1881’de Hessen’de doğ… o kadar da değil tabi ki. H. Schmitz Alman sanayicidir, 1935-1945 arasında I.G Farben CEO’luğu yapmış ve Nazi savaş suçluları arasında yer almıştır. Versay’da bulunmuş Carl Bosch’un yakın dostu Rockefeller’in Standard Oil şirketiyle de dirsek teması olan bir abimizdir kendisi. Şimdi olaya biraz daha hakim olduğunuzu düşünüyorum, devam edelim;

I.G Farben’in finansörlerinden biri de Hamburglu banker Max Warburg’dur.(Bir sen eksiktin, şimdi kadro tamam) Max Warburg’un kardeşi Paul Warburg ise FEDERAL RESERVE kurucularından biridir.[37] Aileye bak be. Bu bankerlerin dini, vatanı, milleti yoktur diyordum bakın bu bilgi de argümanımı destekler nitelikte. Kardeşlerden biri Almanya’yı finanse ederek sömürürken diğeri de ABD’deki sömürü sisteminin mimarlarından biri çıkabiliyor. Bakın bu öyle Boateng kardeşlerden birinin Almanya diğerinin Gana milli takımında futbol oynaması gibi basit bir mevzu değil, bu düpedüz orospu çocukluğudur. Bu yapılanı hiçbir akli ve ya insani temele oturtamazsınız ne etikle ne de pragmatizmle açıklamak mümkün değildir. Milyonlarca insanın hayatı güç ve daha fazla güç elde etme hırsına bu sömürü sofrasına meze edilmiştir. Bunun hesabını kimse vermez, Allah belanızı versin.

Yine ağzımı bozdum ama fazla kaynatmadan devam ediyorum, Hermann Schmitz aynı zamanda Wehrmacht ve SS’lerin de kurucularındandır. Peki nedir bu Wehrmacht ve SS?

Wehrmacht;




Meali; Savunma gücü.


1935 ile 1945 arasında "Waffenträger der Nation" (Ulusun Silahtarları) mottosunu kullanan Nazi Almanya’sının silahlı kuvvetleridir. Ayrıca döneminin hem Avrupa’daki hem de dünyadaki en güçlü silahlı birliklerdir.

Şimdi sizlere Wermacht ile I.G Farben arasındaki ilşkiyi en güzel yansıtan tablolardan birini vereceğim. Alman ordusunun I.G Farben'a ne kadar bağımlı olduğunu bu tablo ile yedi düvele gösterebilirsiniz;











SS(Schutzstaffel);







Meali; Koruma timi.

1925 ile 1945 yılları arasında faaliyet göstermişlerdi. İlk zamanlarda Hitler’in özel korumaları gibi düşünebileceğimiz silahlı parti militanlarından oluşuyordu daha sonrasında genişleyerek Nazi hükümetinin en önemli silahlı birliklerinden biri olmuşlardır.






Bu genişlemeden dolayı daha sonraları, Waffen SS ve Allgemeine SS olarak ikiye bölünürler. Faaliyet alanları açısından bir iş bölümü yapmışlardır. Soykırım iddialarıyla suçlanan kısmı da zaten Allgemeine SS’lerdi. Daha fazla ayrıntı vererek kafa şişirmeye lüzum görmüyorum. Bizim ilgilendiğimiz bölüm orası değil. 

I.G Farben’dan devam edecek olursak, I.G Farben’ın İkinci Dünya Savaşı öncesi geçmişi, 1945 yılında Alman arşivleri müttefikler tarafından yağmalandığı için net olarak bilinmemektedir. Bakın sadece arşivlerin talan edilmesi bile zaten bir şeyleri saklama çabasının delili olarak değerlendirilebilir, anlayana tabi. Ancak bazıları ise dümdüz okumaya, önlerine ne konursa ona inanmaya ve olaylar arasında hiçbir bağlantı kurma gereği duymamaya devam eder. İşte ‘’insan olma’’ olgusu tam olarak da burada şekilleniyor kanımca. O kadar donanımla yeryüzüne gönderilen insan bu denli boş yaşamamalı, olmaz lan öyle şey. Hayat denen olgu bir süre sonra ‘’anlam’’ diye haykırmaya başlar, tüm bu olanların bir anlamı olmalı. İnsan bu dünyaya ayakkabı ve kemer arasındaki renk uyumunu yapmaya gönderilmedi, sizin o içi boş materyalizminizi 2006 Dünya Kupası finalinde Materazzi’ye kafa atan Zidane hırsıyla başınıza yıkarım ulan akıllı olun.

Anthony Sutton I.G Farben’ı ‘’The Farben Empire’’ yani ‘’Farben İmparatorluğu’’ olarak tanımlamaktadır. Zira Farben kendi kömür yataklarına, kendi elektrik ve enerji tesislerine, çelik ünitelerine, bankalarına, araştırma ünitelerine ve bunun gibi çeşitli ticari teşebbüslere sahipti. Ayrıca Standard Oil, DuPont, Alcoa ve Dow Chemichal gibi 2000’e yakın şirketle kartel anlaşmaları vardı. E baktığınız zaman imparatorluk lafı az kalır anasını satayım zira tek başına savaşa girse(ki giriyorlar da zaten) ortalığı dağıtabilecek güce sahiplerdi. Tüm bu bilgilere Anthony Sutton’ın ‘’Wall Street and The Rise of Hitler’’ isimli kitabından ulaşabilirsiniz, burada tüm şirketlerin ve uzantılarının şeceresini dökerek laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Ben hepsine tek tek bakacağım diyen psikopat arkadaşlar ise kitabı okuyabilir.

Okumak güzel şey

Ne demiştik en başlarda; ‘’Hitler Farben’di, Farben Hitler’di’’ işte bu yüzden Farben çok önemli, şimdi Farben’i biraz daha kurcalamakta fayda var.

I.G Farben’in denetim kurulu başkanı, nam-ı diğer ‘’süpervizörü’’(zaten kıl kaparım böyle çakma kelimelere de) Dr. van Schnitzler 1943’de;

‘’Alman kimya endüstrisi 4 yıllık plana göre şekillenmiş olmasaydı modern savaş imkansız olurdu demekte hiçbir abartı görmüyorum’’ demiştir. [38]

Görmezsin tabi devlet içinde devlet olmuşsunuz ulan.

Bu işin asıl pislik ve korkunç olan yönlerinden biri de I.G Farben’in ‘’Zyklon B’’ isimli bir gazı bulmuş, üretmiş ve pazarlamış olmasıdır. Zyklon B saf prüsik asittir. Hani şu Nazilerin toplama kamplarında kullanılan gaz var ya, hah o işte. Bu gaz Leverkusen’deki Bayer ofisinde satılmıştır. Evet, şu an ilaç sanayiinde 1 numara olan Bayer. Her ne kadar Farben savaş suçu vs. gibi sebeplerden dağıtılmış ve kadrolarında bulunanlar da yargılanmış olsalar dahi uzantıları hala aktif durumda. İşte dünya düzeni dediğim şey de tam olarak bu ahali. İşte ben bundan rahatsızım. Neyse şimdi Bayer’i bir kenara bırakalım.

Zyklon gazının satışları Degesch’in ticaret hacminin 3/4’üne tekabül ediyordu. Yani 200 milyon insanın ölümüne yetebilecek kadar gaz!

Savaş suçlularını ortaya çıkarmak(!) amacıyla toplanan Kilgore komitesi 1942’de tüm bu kimyasalların Nazi kamplarında kullanılıyor oluşunun I.G Farben’in bilgisi dahilinde olduğunu rapor etmiştir. Zaten az önce belirttiğim gibi İkinci Dünya Savaşının sonunda I.G Farben suçlu bulunmuştur.

Şimdi sizlere 1945’deki I.G Farben yöneticisi Schnitzler’in sorgusunu vereyim;

Soru; Kimyasallarınızın insanları öldürmek üzere kullanıldığını öğrendiğinde ne yaptın?
Cevap; Dehşete düştüm…
S; Peki bunun üzerine ne yaptın?
C; Öncelikle bu bilgiyi kimseyle paylaşmayıp sakladım çünkü bu çok korkunçtu. Daha sonrasında ise Müller-Cundradi’ye gidip kendisinin, Ambros’un ve Auschwitz’deki diğer Farben direktörlerinin durumdan haberdar olup olmadıklarını sordum.
S; Ne dedi?
C; Evet, herkes bundan haberdarmış…  [39]

Ancak durumun farkedilmesine(!) rağmen üretim durmamıştır. Belki de başından beri haberdar olunduğu içindir kim bilir? Her zaman dediğim gibi hayat çok garip lan.(Biliyorum ağzıma kürekle vurmak istiyorsunuz ama bu lafı söylemekten vazgeçmeyeceğim)

Neyse bırakın şimdi makarayı;

I.G Farben’in Berlin N.W 7 ofisi Nazilerin ‘’Denizaşırı Ülkeler Casusluk Merkezi’’ idi. Tabi ortada casusluk falan yok, ABD zaten kendi elleriyle istemedikleri kadar bilgiyi, teçhizatı, her türlü desteği sağlıyordu. Neyse biz işi kitabına uydurarak devam edelim;

Bu merkez Hermann Schmitz’in yeğeni olan I.G Farben yöneticilerinden Max Ilgner’in kontrolü altındaydı. Max Ilgner ve Hermann Schmitz American I.G toplantılarına katılan şirket içindeki önemli hissedarlardandı ve pek tabi ki Henry Ford, Paul Warburg ve Chrales E. İle birlikte… [40]
Şimdi burada sadece Charles E.’yi tanımıyorsunuz. Onun da Federal Reserve çalışanlarından biri olduğunu söyleyeyim de tanımış olun. 

Şimdi burada önemli olan bir nokta daha var. Savaş döneminde Almanlar ile Amerikalılar nasıl bu denli içli dışlı olabilir? Bu son derece anormal bir durum olduğu gibi iki ülke vatandaşları için de kabul edilemez bir durum. E o zaman bunun biraz ‘’normalleştirilmesi’’ gerekiyor. Malum güruh bu noktadan itibaren I.G Farben’in Amerika’daki imajını düzeltmek için bir takım faaliyetlere başlar. Bu iş için Ivy Lee ve T. J. Ross seçilir. Ivy Lee Rockefeller ailesinin bir dönem halkla ilişkiler danışmanlığını yapmıştır. Aynı Ivy Lee daha önce de SSCB’yi paklamak adına bir kitap yazmıştı. Tezgahın aynı olması yetmiyormuş gibi kadro bile aynı, yüzsüzlük be kardeşim!

1929’da Ivy Lee I.G Farben’in halkla ilişkiler danışmanı olur. Bunun üzerine 1934’de Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’ne ifade vermek zorunda kalır. (Adamın aklını alırlar öyle işte)
Lee I.G Farben’in American I.G’ye bağlı olduğunu ve Edsel Ford, Walter Teayle(City Bank’de memur) gibi yöneticilerden oluşan bir kadrodan oluştuğunu ifade etmiştir. Lee, Max Ilgner ile yapılan bir sözleşme gereği yıllık 25.000 dolar aldığını da açıklamıştır. [41]

İlk ödeme 4.500 dolardı ve Hermann Schmitz tarafından yapılmıştı. 4.500 dolar böylesine milyonların döndüğü bir işte hayli komik bir rakam, zaten asıl ödeme de bu değil bunu bir kaparo olarak düşünebilirsiniz. İkinci yani asıl ödeme olan 14.450 dolar ise William von Rath tarafından yapıldı. Ve bu ödeme geldiği gibi Ivy Lee tarafından New York’taki Trust Company’den William von Rath’ın kişisel hesabına yatırılır. Şirket hesabı ise Chase Bank’dedir. Yazi Nazilere aktarılan fonlar Alman değil, Amerikan kaynaklıdır. Tarihsel paradoksunuzu yesinler.

Bu fonlar nedeniyle Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi Le Komitesie’yi tekrar sorguya çeker. Sorguyu Mr. Dickstein yürütecektir.


Mr. Dickstein; Anladığım kadarıyla hiçbir propaganda(Nazi Propagandası) yapmadığınızı ve bu propagandanın yayılmasıyla hiç alakanız olmadığını beyan ediyorsunuz, doğru mu?
Mr. Lee; Böyle bir beyanım yok Mr. Dickstein.
Mr. Dickstein; Sorunun bu kısmını şimdilik geçiyorum, sonra?
Mr. Lee; Şahitlik ederim ki hiçbir şey yapmadım.
Mr. Dickstein; Siz ve ya firmanız Almanlardan hiç propaganda metni aldı mı?
Mr. Lee; Evet.
Mr. Dickstein; Ne zaman?
Mr. Lee; Ehm ohm kem küm…(Ivy Lee burada İlyas Salman’ı kandırmaya çalışan Şener Şen’e bağlıyor)  Evet aldık da asıl soru şu propagandadan kastınız nedir, zira muazzam miktarda yazılı metin aldık.
Mr. Dickstein; Kağıtların ne içerdiğini bilmiyor musun?
Mr. Lee; Kitaplar, broşürler, gazete kupürleri ve resmi belgeler gibi dünya kadar şey aldık.
Mr. Dickstein; Farz edelim ki sizin ofiste biri bu belgeleri en ince ayrıntısına kadar inceledi ve ne olduğunu gördü…
Mr. Lee; Evet efendim,
Mr. Dickstein; Ve sen bunların ne olduğunu buldun, bir kopyasını saklayacağını düşünüyorum.
Mr. Lee; Bir bakıma evet, bir bakıma hayır. Pek çoğu tabi ki Alman’dı. Oğlumun bana gönderdikleri bende. Bana bunların ilginç ve kayda değer olduğunu söyledi. [42]
Mr. Dickstein; Yani sen tüm bunları inceleyip resmi Hitler yazınları olduklarını görmene rağmen bir şey yapmaya gerek duymadın mı?
Mr. Lee; Eee, yazınların birçoğu resmi değildi. (Tarihin en kötü savunması anasını satayım)
Mr. Dickstein; I.G belgeleri değil miydi?
Mr. Lee; Hayır, sadece I.G tarafından gönderilmişlerdi.
Mr. Dickstein; Bize bir numune gönderebilir misin? Bakalım I.G ile ilgili yapılacak bir şey var mıymış, yok muymuş?
Mr. Lee; Evet, zaten epey bir kısmını yayınladılar. Bu durumda benim çok sayıda resmi ve ya gayrı resmi kaynaktan belgeler almış olmamda hiçbir sorun yok.
Mr. Dickstein; Kesinlikle. Bir başka deyişle, I.G. tarafından buraya gönderilen belgeler karışık. Ancak yaptığımız analizlere göre belgeler direkt Alman hükümeti tarafından değil, I.G. kanalıyla size gönderildi.
Mr. Lee; Doğru.
Mr. Dickstein; Yani iş ilişkileriyle bir ilişkisi yok.
Mr. Lee; Doğru.


Bakın şimdi, savaş halinde olan iki devletin birbirleriyle bu denli içli dışlı olmaları kabul edilir cinsten bir durum değildir. Aklı başında olan insanlar ve bir takım milliyetçiler de duruma tepki gösterir ve göstermişlerdir de zaten. Hatta bu sorguya bakıldığında bile I.G Farben’in Amerikalılar tarafından beslenip büyütüldüğü rahatlıkla anlaşılabilir. Ancak bu kadar net bir sorgunun ardından benim kafamda Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi adlı oluşumun da tam manasıyla bağımsız olmadığına dair bir kanı oluştu. Tabi bu bir yorumdur, doğru olduğunu dayatmayı bir kenara bırakın iddia dahi etmiyorum. Neyse, şimdi Farben’i bir kenara bırakıp Nazilerin bir başka önemli destekçisi olan General Electric’e bakalım biraz.

Yer Amerika, tarih 16 Haziran 1933. Ulusal Sanayiyi İyileştirme Kanunu(National Industrial Recovery Act) kabul edilir. Bu yasa ile dönemin ABD başkanı Roosevelt’e sanayiyi düzeltmek amaçlı içinde deflasyonu, fiyat artışlarını, zamları ve ekonomik teşvikleri de bulunduran geniş yetkiler veriliyor.[43] Zaten bu yasa çıktığında da başını George Armstrong’un çektiği bazı ekonomist ve yazarlar topa tutuyor Roosevelt’i. Ancak işin ilginç yanı ise bu yasanın fikir babasının Gerard Swope olmasıdır. Gerard Swope dönemin General Electric başkanıdır.[44] Çok uluslu dev bir şirket olan General Electric  20. yy’da patlak vermiş olan bir çok olayın içinde yer almış ve günümüz dünyasının şekillenmesinde en önemli pay sahibi olan küresel sermaye şirketlerinden biridir. Kurucusu da Thomas Edison’dur. Mesela 1920-1930 yılları arasında SSCB’nin tüm elektrik hatlarını General Electric kurmuştur. Lenin’in şu çok meşhur ‘’Sosyalizm elektriklenmedir.’’ sözü de buradan gelir.[45] Lenin bir vefa göstergesi olarak Wall Street’teki abilerine selam çakmıştır.

Swope Planı pek tabii ki General Electric başkanı Gerrad Swope tarafından oluşturulmuştur. Roosevelt’in ‘’New Deal’’ını takiben ortaya atılmış bir plan olup daha önce yukarılarda bir yerde bahsetmiş olduğum Franklin Roosevelt’in selefi Herbert Hoover’ın da şiddetli muhalefetine maruz kalmıştır. Swope Planı’nı kısaca özetlemek gerekirse Federal Ticaret Komisyonu isimli bir organizasyonun her endüstri alanına özel olarak kurulacak olan ticaret federasyonlarını denetim altına almasını öngörüyor diyebiliriz. Yani özetle amaç yine bir takım alanlara hakimiyet kurmak, güç elde etmek. Tabi böyle bir şeyi maskelemek adına pakete işçiler için işverenler tarafından kısmen ödenen hayat sigortası, emeklilik ve işsizlik sigortası gibi bir takım zaten önceden var olması gereken haklar da dahil edilmiştir.

General Electric’den Swope ile Roosevelt ailesinden Young arasında uzun yıllara dayanan yakın bir ilişki vardır, tıpkı General Electric ile SSCB arasındaki gibi. Bunu bir yere not alın ileride lazım olacak çünkü.

Ayrıca bu plana sadece Herbert Hoover değil aynı zamanda önceleri bir Roosevelt destekçisi olan Missouri eyaletinden senatör James A. Reed de şiddetle karşı çıkmış ve New Deal’ı ‘’acımasız önlemler’’ olarak tanımlamıştır. Hatta Senatör Reed senatoya Roosevelt’in Wall Street çetesi tarafından ‘’ekonomik asiller(kodaman) için işe alınmış biri’’ olduğunu söylemiş ve Roosevelt’lerin General Electric’de büyük hissedarlar olduklarını da açıklamıştır.[46] Alkışlar bu sefer de James A. Reed abimize gidiyor, Sezar’ın hakkı Sezar’a, dik durmak güzel bir şey.







Neyse bırakın şimdi makarayı da asıl varmak istediğin noktaya geliyorum. Şöylece bir baktığınız zaman gerek Hitler’in yükselişinde olsun gerekse de Nazi kadroları içinde olsun hem Owen D. Young’ın hem de Gerrard Swope’un çabaları aşikar dolayısı ile General Electric’in de. Zira bu münferit bir eylem olamayacak derecede büyük bir iş. Aynı şekilde Wall Street’ten gelen destek de yadsınamaz. Ee peki biz bu filmi Sovyetlerde de görmemiş miydik?

Bakın kişileri bir kenara bırakın, şu yazının başından bu yana onlarca isim saydım sizlere. Bu, dün Lenin’di, Hitler’di bugün başka biri olur uyanık olun. Fikir akımlarına  ‘’destekçi’’ olun ‘’taraftar’’ olmayın. Öncelikle bazı şeylerin akıl süzgecinden iyi geçirilmesi gerek. İnsan hayatının her anında ‘’bir saniye ya, ben ne yapıyorum burada?’’ diyebilmeli. 10 okuyun 658 sorgulayın 1246 düşünün ama 1 inanın. Hatta inanmayın, bilin, kanaat getirin. Bilmek ve inanmak çok farklı şeylerdir ve unutmayın ki bu hayatta kimse size asla salt gerçekleri katıksız olarak aktarmayacaktır. Sizi bir yalana inandırmak için 38 doğru anlatmaktan da çekinmeyeceklerdir. İşte bu yüzden araştırmak ve sorgulamak çok önemli. Neyse şimdi bırakıyorum 55 yaş üstü amca nasihatlerini. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. General Electric’in Almanya’da neler yapmış olduğuna göz gezdireceğiz.

Şimdi mevzuya bu noktada A.E.G(Allgemeine Elekrizitats Gesellschaft) ve Walter Rathenau girecektir. Rathenau Romanyalı defansif orta saha futbolcusu gibi ismi olmasına rağmen A.E.G genel müdürüdür. A.E.G General Electric’in Almanya’daki uzantısıdır. W. Rathenau’yu ilginç kılan yanı ise ateşli bir kolektif sosyalizm savunucusu olmasıdır. Gelin W. Rathenau'yu biraz daha yakından tanıyalım. Kendisi Yahudi’dir. Birinci Dünya Savaşı esnasında Alman ekonomisini perde arkasından yöneten adam da diyebiliriz kendisine. Savaşın ardından da İmar ve Dış İşleri Bakanlıklarında görev yapmış son derece kariyerli bir abimizdir. Rathenau Ocak 1922'de dışişleri bakanı olduktan sonra Almanya'yı Cenova Konferansı'nda temsil etmiş ve Georgiy Çiçerin ile, SSCB'yle Almanya arasında yeniden diplomatik ilişki kurulmasını sağlayan ve ekonomik ilişkileri güçlendiren Rapallo Antlaşması'nı 16 Nisan 1922’de imzalamıştır. Tüm bunların üzerine bir de Yahudiliğini ve Komünistliğini ekleyecek olursak sağcıların hedefi olmaması düşünülemezdi ve nitekim aynı yıl bir suikasta kurban gitmiştir. Ancak dediğim gibi bize lazım olan kısmı A.E.G olacak.

Walter Rathenau ve A.E.G’den bahsetmeden hemen önce Walter Rathenau’nun şu sözünü nakletmek istiyorum;

‘’Yeni ekonomi, sizlerin de gördüğü gibi,  bir devlet ya da hükümet ekonomisi olmayacak ama serbest piyasa ekonomisini karara bağlayan komisyonu idame eden sivil güç muhakkak devletle iş birliği için organik sağlamlaştırmaya(köprü kuracak bir aracıdan bahsediyor Rathenau abimiz) iç ihtilafa ve sürekliliğe ihtiyaç duyacaktır.’’[47]

Şimdi açık konuşacağım. Walter Rathenau’nun bu sözünü çevirmek için hayli uğraştım. Yetmedi, yardım aldım. Kızcağız da sağolsun hayli uğraştı, aldığım çevirinin üzerinden son kez de ben geçtim ama tüm bunlara rağmen Rathenau’nun sözlerini hiçbir mantığa oturtamadım anasını satayım. Çevirinin ana hatlarıyla doğruluğunu teyit ettikten sonra ise şunu farkettim ki; Walter Rathenau laf kalabalığı yaparak yine bir şeyleri insanlara lüzumlu göstermeye çalışmış.

Organik sağlamlaştırma gibi uyduruk bir argümanı öne sürerek bir komisyon yapılanması dayatmıştır. Yani özetleyecek olursak Walter Rathenau, ekonomiyi ne devletin eline verelim ne de tamamen serbest bırakalım diyerek güvenli liman(!) olarak Wall Street bankerlerini göstermiş ve ekonominin bu bankerlere teslim edilmesi gerektiğini savunmuştur, maalesef ki başarılı da olmuştur. Yazının geçtiğimiz bölümlerinde bahsetmiştim sanırım şu borç mevzuundan, 2014 yılı verileriyle bir tablo vermiştim hani, hah o tablo da W.Rathenau’nun başarısının yegane kanıtıdır. Neyse, tekrar o topa girmek istemiyorum. Zaten bunları da sırf Rathenau’nun da sömürücü karaktere sahip bir herif olduğunu görmeniz için anlattım. Şimdi işin akışına uygun olarak devam edebiliriz.

Şimdi sizlere ‘’epic fail’’ bir bilgi daha vereyim mi? Owen D. Young 1923 Dawes planı çerçevesinde Alman tazminat programını oluşturan üç Amerikan delegesinden biriydi. Hem Dawes hem de Young planlarında bazı özel firmaların bu olaydan nasıl karlar elde ettiğini gördük değil mi? Wall Street’in Almanya’ya verdiği en geniş tekil krediler 1920’lerde verilen tazminat kredileriydi. Yani özetle Wall Street çetesinin taktiği her zamanki gibi diplomatik alanda en ağır tazminatlara mahkum etmek daha sonra da kredi vererek sömürmek üzerine gelişmiştir. Alman elektrik endüstrisinin A.E.G altında kartelizasyonu işte bu kredilerle mümkün olmuştur. Hangi kredilerle?


Aha da bu kredilerle;






[48]

1928 Young planı tazminat toplantılarında, General Electric başkanı Owen D. Young aynı zamanda Amerikan delegelerinin de şefi konumundadır. Yani bu ne demektir biliyor musunuz? Wall Street ve Amerikan hükümeti bu operasyonu dirsek temasını falan geç direkt olarak kol kola yürütmüştür. Biraz daha açmak gerekirse Almanya’nın ne kadar para ödeyeceğine de, nasıl ödeyeceğine de beraber karar vermişlerdir. Almanya’nın yeniden inşasında Wall Street’in verdiği kredilerden de bilimum destekten de Amerikan hükümeti haberdardı. Velhasıl kelam ABD tıpkı Sovyetler’de olduğu gibi yine savaşmak için kendi düşmanını kendi yaratmıştı.



General Electric'in uluslarası diğer yöneticileri ise Morgan'ın şirket üzerindeki kontrolünü yansıtan elemanlardı ve hem Young hem Swope çoğunlukla JP Morgan firmasının diğer ortağı olan Thomas Cochran'ın da bulunduğu G.E genel kurulundaki Morgan'ın temsilcileri olarak biliniyorlar. E biliniyorlar değil zaten de öylelerdi.

General Electric’in diğer bir yöneticisinin adı Clark Haynes Minor’dur. Bu herif 1920’lerde Uluslarası General Electric’in(Bunu TRT int. gibi düşünebilirsiniz; General Electric International) başkanıdır. Biliyorum fazlasıyla isim geçti ancak bunları belirtmek zorundayım. Siz sadece şirket isimlerini yüzeysel olarak hatırlasanız yeter. Zira anlatmaya çalıştığım şey Rus ve Alman devrimlerinde küresel sermayenin rolü ve Wall Street’in çevirdiği dolaplar. Tansiyonu düşürmeden devam ediyorum.

General Electric’in bir diğer yöneticisi(bölünerek çoğalıyorlar galiba) Victor M. Cutter ise aynı zamanda First National Bank of Boston’da görevli ve Orta Amerika’daki ‘’Muz Devrimi’’nin önemli figürlerindendi.

Şimdi yeri de gelmişken Muz Devrimi nedir ona da bi’ bakalım.

Bazı tarihçiler buna Muz Savaşları demişler.[49] Muz Savaşları ABD ile Orta ve Latin Amerika ülkeleri ve Karayipler arasındaki sürtüşmeleri -ki sürtüşme biraz hafif kalır, zira birçok katliam ve işgal söz konusu- nitelemek için ortaya atılmış bir kavramdır. 1898 İspanyol-Amerikan savaşına kadar dayanan son derece köklü bir mevzu olup Roosevelt dönemindeki ‘’İyi komşuluk politikası’’na da ilham kaynağı olmuştur.

Şimdi aynen Vikipedi’den kopyalıyorum;

‘’ 19. yy ile 20. yy başları boyunca Amerika Birleşik Devletleri, Amerikan iş çevrelerinin yatırımlarını korumak amacıyla pek çok kez Latin Amerika ülkelerine askeri müdahalede bulundu. İşte bu nedenle Latin Amerika ülkeleri ABD'ye karşı geleneksel bir gıpta, kuşku ve yabancılık duymaktadırlar. Başkan Roosevelt'in 1932 sonrasında izlediği "İyi Komşuluk Politikası", Latin Amerika halklarının bu duygularını törpülemek amacını güdüyordu.’’

Ne kadar yanlı bir anlatım olduğunu gördünüz mü? Ulan sen yıllarca adamlara kan kustur sonra da ‘’kıskanıyorlar yeaa’’ demeye getir. He oldu paşam.

Aralık 1933’te ABD ile malum devletler arasında yapılan anlaşmayla ABD’nin bu devletlerin içişlerine karışma hakkı kaldırılmıştır. Zaten 1934’te de ABD gemileri Haiti’yi terk etmiştir.

Haa bu arada Roosevelt’in buradaki mantığı ‘’Dünya Savaşlarının ortasında bir de sizinle uğraşmayalım ’’ gibi bir şeydir. Yoksa Haitilinin, Kübalının yıllarca çekmiş olduğu sıkıntı Roosevelt’in zerre umurunda olmamıştır.

Neyse Amerikan tarihini merak eden gitsin okusun bir yerden, biz tekrar konumuza dönüyoruz;

1920’lerin sonlarında General Electric’in muhteşem üçlüsü Young, Swope ve Minor Alman elektrik endüstrisine hakim olmak için Almanya’ya gider. Hedeflenen gibi bir kontrol elde edemeseler bile en azından A.E.G ve Osram şirketleri içinde önemli söz sahipleri olmak hedefindeydiler. Temmuz 1929’da ise General Electric’in A.E.G’yi satın alacağı dedikoduları dönmeye başlıyor.[50]  Ağustos ayında ise 14 milyon Mark değerindeki A.E.G. stokuna General Electric’in ortak olduğu teyit edildi. Bu ortaklık General Electric’e A.E.G’nin %25’ini ve yeni bir pazara açılma imkanı sağlarken A.E.G’ye de bazı Amerikan teknolojileri ve patentlerine sahip olma imkanı sağlamıştır. Ayrıca General Electric bununla da kalmayıp A.E.G’nin Almanya’daki sermaye arttırımını finanse etmiştir. Öte yandan bu anlaşmanın ardından G.E içinde hiçbir A.E.G temsilcisi olmamasına rağmen A.E.G’de 5 Amerikalı temsilci bulunuyordu.[51] Ee durup dururken kimse kimsenin büyümesine ön ayak olmaz. Young, Swope ve Minor elektrik endüstrisine hakim olmaya gittikleri Almanya’da başarılı olmuşlardır.  The Vossische Zeitung bu olayı şöyle değerlendirmiş;

‘’Amerikan elektrik endüstrisi içeriyi kemiren bir solucan(bunu bir çeşit Truva atı gibi düşünün, kültür farkı işte adam the worm demiş ancak bunun en güzel karşılığı Truva atıdır) elde etti yalnızca kale burçları kuvvetli olan birkaç rakibin saldırıya dayanması mümkün olmuştur.’’[52]

1930’larda aynı kadro Siemens’i falan da katıyor işin içine ancak ben artık bunları anlatmaktan gerçekten sıkılmaya başladım. Özetle General Electric vasıtasıyla koskoca bir ülkenin elektrik dağıtımını kontrol altına alınması söz konusu.

Şimdi biraz toparlayalım istiyorum;

-  Savaş tazminatları ve borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması bahanesiyle bir ülkenin merkez bankasını ele geçiriyorsun.
-  I.G Farben kanalıyla yine o ülkeyi kimya endüstrisini şaha kaldırarak geliştirip palazlandırıyorsun.
-  General Motors vasıtasıyla yine aynı ülkeyi otomotiv sektörü aktarmalı askeri olarak kalkındırıyorsun.
-  General Electric ile koskoca ülkenin elektrifikasyonunu kontrol altına alıyorsun.

Ve bu ülke öyle sıradan bir ülke de değil yakın, çok yakın bir tarihte daha sonraları ittifaklarına katıldığın grubun karşısında ağır bir mağlubiyet almış ve itibarı yerle bir edilmiş yani hala düşmanın olan bir ülke. Sen bu ülkeyi yani Almanya’yı el bebek gül bebek palazlandırıyorsun sonra gidip bir de üstüne savaşa girişiyorsun. Bunun adı danışıklı dövüştür, tiyatrodur. En nihayetinde söyleyeceğim o ki;

 YE-MEZ-LER!

Kimse kalkıp da bana ABD’nin(Wall Street’i de dahil ederek söylüyorum) bu kadar destek verdiği kendi eliyle yücelttiği SSCB ile Almanya’nın bir gün kendilerine kafa tutacağını ön göremediklerinden bahsetmeye kalkmasın. Böyle bir şey mümkün değil, evde oturup çamaşır makinesi seyreden otistik çocukları bile inandıramazsınız buna. Asırlık Siyonizm felsefesi ve küresel sermaye kendi idealleri uğruna, sırf daha fazla güç elde etmek adına, hedefledikleri mutlak hakimiyet için iki tane dünya savaşı çıkarmış, irili ufaklı birçok ihtilale ön ayak olmuş, ruh hastası psikopatları finanse etmiş ve milyonlarca insanın canına kastetmiştir. 

Yazıyı yavaş yavaş bitirirken şunları söylemek istiyorum bu dünyada hiç kimse için mutlak hakimiyet yok her zaman bir şeyleri değiştirmek adına bir iradeniz vardır. Bu iradenizi kullanın, bu tip şeyleri okuyun belli bir farkındalık düzeyiniz olsun ve bu farkındalık düzeyinin gerektirdiği şekilde elinizden geldiğince gücünüz yettiğince tepkiniz ortaya koyun. Mesela bu tip şeyleri okuyun demiştim sadece okumakla kalmayın lan çevrenize de anlatın anana babana kardeşine arkadaşına sevgiline çay sohbetinde laf arasında anlat bunları ya da en basitinden ihtiyacın olmayan şeyleri satın alma, alma kardeşim ne kaybedeceksin çok zor şeyler değil bunlar. Bir yerlerden başlamak lazım ve iddia ediyorum ki bu dediğim minvalde bir çaba içinde olmak yani doğru, faydalı icraatler içinde olmak sizleri çok daha huzurlu hissettirecek. Artık yazıyı daha fazla uzatmadan bitirmek istiyorum sonuçta insan okuyacak bunu.

Hadi selametle… 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1 - Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, 5. Bölüm



2- age

3- http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0375



4 - http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0278&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M

5- Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution 6. Bölüm

6- http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0157&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M&q1=red%20cross&q2=trotsky

7- New York Tribune

8- Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution 9. Bölüm

9- Isra suresi 36. Ayet

10- age

11- U.S. State Dept. Decimal File, 861.51/815

12- age 861.51/836.

13- http://www.jpmorganchase.com/corporate/About-JPMC/document/shorthistory.pdf  13-Global Banking

14- Anthony Sutton - National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, Western Technology and Soviet Economic Development

15- Prof. Dr. Timur Kocaoğlu

16- http://bioguide.congress.gov/scripts/biodisplay.pl?index=d000147

17- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1

18- age

19 - http://www.ge.com/about-us/leadership/profiles/owen-d-young

20- Carroll Quigley, op. cit.

21- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1

22- Fritz Thyssen, I Paid Hitler, (New York: Farrar & Rinehart, Inc., n.d.), syf. 88

23- . http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_external_debt

24- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1 *Ancak bu bilgiyi Sutton dışında başka bir kaynaktan teyit edemedim, altına kalıbımı basarım diyemeyeceğim)

25- U.S. Group Control Council (Germany), Office of the Director of Intelligence, Intelligence Report No. EF/ME/1, 4 September 1945.

26- Hjalmar Schacht, op cit., syf 282

27- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1

28- James Stewart Martin op cit. syf 70

29- Robert R. Kuczynski, Bankers Profits from German Lands Washington DC: Brookings Instution, 1932 syf. 127

30 Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 1

31 Age Bölüm 2;  The Empire of I.G. Farben

32 Age - Syf 31

33 Age - syf 93

34,35,36 – Age

37- Der Farben-Kanzern, 1928 Hoppemstedt

38- Elimination of German Resources syf. 947

39- Age

40 Washington: Government Printing Office Arşivleri

41- US Congress. House of Representatives, Special Committee on Un American Activities, Investigation of Nazi Propaganda Activities.

42- Age – syf 183

43- Pub. L. 73-67 48 USA Large 195

44- http://www.ge.com/about-us/leadership/profiles/gerard-swope

45- Western Technology and Soviet Eceonomic Development Hoover Instution press 1968

46- New York Times Arşivleri Ekim 1936

47- Mimeographed Translation in Hoover Institution Library, p. 67

48- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 3

49- Lester D. Langley (1986), Mark T. Gilderhusrt, The Second Century: U.S.--Latin American Relations Since 1889, Rowman & Littlefield, 2000, syf. 49.



50- 28 Temmuz 1929 tarihli New York Times Gazetesi

51- Anthony Sutton – Wall Street and the rise of Hitler Bölüm 3

52- 6 Ağustos tarihli New York Times Gazetesi



Not; Komünizm ve SSCB ile ilgili olarak düzenli bir içerik ve hatırı sayılır Türkçe kaynak oluşturan Michael Sikkofield'a teşekkürler.



6 yorum:

  1. Helal dostum. cCc Sikkofield cCc ehehhehe

    YanıtlaSil
  2. Gecenin 4 ü wall street bolşevik ihtilali kitabının pdf sini ararken bu yazınıza denl geldim ve tek solukta okudum.Bilgiler için çok teşekkürler

    YanıtlaSil
  3. Araştırmacı arkadaşlara sonsuz saygılarımla yıllar önce Erbakan hocanın sayesinde siyonizmi tanıdıktan sonra içimden bir ses bana sscb nin siyonistler tarafından oluşturulduğunu söyledi ben ise azeri kayınbabama bu konuyu dillendirdiğimde böyle birşeyin akılla bağdaşır tarafı olamaz dedi o zamanlar konuyla ilgili belgem yoktu artık elle tutulur belgelerim var ve bu konu benim yüksek lisans tezim olacak.

    YanıtlaSil
  4. Sana katılıyorum dostum

    YanıtlaSil
  5. *% 3 faizli kredi oranı sunar
    * Nakitsiz Girişimci İçin Sigorta
    * Para garantisi
    * 10,000 TL'den 100,000,000 TL'ye kadar kredi teklifi

    İyi kredi puanıyla, Credit Financier Home, bireysel veya şirket veya kooperatif derneklerine, endüstriyel ve kişisel çıkarlar için teminatlı krediler ve teminatsız krediler sunar.

    İletişim Adresi:
    WhatsApp: +15184181390
    Doğrudan posta:
    creditfinancierhome@gmail.com

    YanıtlaSil
  6. Kardeşim SSCB kapitalizmin ürünü amerikanin ürünü diyorsan o zaman o kadar fake olmalıydı SSCB ama değildi evet belki devlet kapitalizmin amerikanın diğer yanı idi diyebilirsin belki bu yaklaşım doğru olabilir,ama burda çok ama çok eksik bilgiler var ve yanlış bilgiler.Ve kaldiki burda belirtiğim gibi SSCB asla kommunizm bir tabakaya tam dönüşemedi bolşevikler yaptıysa biraz anca ama olamadı yani ikiside kapitalist ülkeydi bu doğru.Kaldi ki Kömunizm de para varsa bu kömunizm değildir.

    YanıtlaSil