Selam ahali, bu blogda tasavvufla ilgili çok yazı yazdım. Bu
zamana dek anlattıklarım genel itibariyle;
- Tasavvufun İslam inancıyla taban tabana zıt olduğu
- İslam’da tanrının tasavvufta ise varlığın tek olduğu
- Tasavvufun İslam’a Doğu’dan yani Hint ve İran kültürlerinin torna tezgâhlarından geçerek geldiği
- En nihayetinde ‘’İslam’ın altın çağı’’ olarak tanımlanan 8 ve 13. yüzyıllar arası hüküm sürmüş olan üretken, bilimsel faaliyetler yürüten akılcı geleneği yok ettiği
gibi şeylerdi. Ancak bu ‘’altın
çağın’’ nasıl bittiğini anlatmamıştım. Şimdi işin detayına ineceğiz. Topumla
tüfeğimle geliyorum.
İslam, Arap coğrafyasında daha
önce sağlanamamış ‘’siyasi birliği’’ sağladığı için Araplar, İslam’la beraber
bir çıkış yakalamışlardır ancak esas ‘’altın çağ’’ olarak tanımlanan dönem 8.
yy’da akılcı Mutezile akımının İslam medeniyetinde güç kazanmasıyla başlar. Mutezile
öncesi İslam döneminde de birçok fetih olmuştur ancak yeni kazanılan
topraklarda karşılaşılan kültürlere mesafeli bir tutum sergilenmiş, kitaplar da
‘’siz Kur’an’a alternatif mi çıkarıyorsunuz lan’’ diyerek yakılmıştır. [1]
Arapların yeni coğrafyalardaki temel stratejileri Kur’an’ı benimsetmek
üzerineydi. Bu çalışmalar esnasında Hıristiyanların, İsa peygamberin tanrı ya
da tanrı oğlu olmadığı, Meryem’in de tanrısal özellikler barındırmayan yalnızca
saygıdeğer inançlı bir kadın olduğu gibi görüşlere sahip oldukları için
ötekileştirdikleri Nesturiler ile karşılaşılmış ve bazı ortak noktalarda
buluşulduğu için de en baştaki katı tutum yumuşamaya başlamıştır. Bu yumuşama
beraberinde bilgi alışverişi ve kültür etkileşimini getirmiş dolayısıyla
bilimsel gelişmeler için iklim ve zemin müsait hale gelmiştir. Nesturiler,
Bizans’tan dışlandıkça Müslümanlarla yakınlaşmış ve gruplar halinde Müslüman
olmalar başlamıştı ancak bu geçişler Sabetaycıların yaptıkları gibi yüzeysel
geçişlerdi. Araplar da bu ‘’tam Müslüman olmamış’’ Nesturilerin durumundan
rahatsızlık duymuşlar ve Nesturilerle giriştikleri tartışmalarda üstünlük elde
edebilmek için Aristo mantığından başlayarak Yunan literatürünü öğrenmeye
girişmişlerdir. İslam’da akılcı Mutezile hareketi işte bu şekilde ortaya
çıkmıştır ahali. Bu hareketin öncüsü de Vasıl bin Ata’dır, kendisi yenilikçi ve
isyankar bir kişiliktir hakkında okumalar yapmanızı tavsiye ederim. Ben yazının
konu bütünlüğü gereği oraya giremeyeceğim.
Ortaokul tarih bilgilerinizi
hatırlayın, Emeviler Arap milliyetçisi baskıcı bir yönetim sergilemiş, onlardan
sonra gelen Abbasiler ise hoşgörülü bir politika benimsemişti hani. İşte o
baskıcı Emevi dönemi politikalarının sonucu olarak İslam dünyasında iki önemli
akım ortaya çıkmıştır ahali, birincisi boyun eğen, silik, pasif Sufi(Tasavvuf)
akımı diğeri ise akılcı ve isyankâr Mutezile akımı. Emeviler, Mutezile’yi
ezmeye yönelmiş ve sürekli baskı uygulamıştı daha sonra Abbasilerin
hâkimiyetinde ise Mutezile’nin akılcı yöntemlerinin Hıristiyanlarla girişilen
tartışmalarda etkili bir teknik olduğu anlaşıldığı için Mutezile akımı güç
kazanmaya başlar. 7. Abbasi Halifesi Me’mun döneminde akılcı Mutezile’nin devletin
resmi ideolojisi olarak benimsenmesi İslam medeniyetinde 400-500 yıl sürecek önemli
bir akılcı, bilimsel üretim geleneği ortaya çıkarmıştır.[2]
Paki nükleer fizikçi Pervez
Hoodbhoy bu süreci şöyle anlatır;
‘’Araplar, fetihler sonucu
kendilerini antik uygarlıkların muhteşem entelektüel hazinelerine sahip olmuş
bir durumda buldular. ‘’Ulum-el-avail’’(İslam öncesi bilimler) olarak
isimlendirdikleri bilimleri dini tartışmalarda kullanmaya başladılar. Basra ve
Bağdat sokaklarında özgür iradecilerle kaderciler arasındaki kanlı
çatışmalardan Mutezile diye bilinen akılcı bir akım ortaya çıktı. Bu felsefenin
Müslüman düşünce ve toplumu üzerindeki etkisi yüzyıllar boyu yankılanacaktı.
Halifelerden Me’mun ve Mutaasım bunu bir devlet ideolojisi haline getirdi.
Mutezile inançla akılı bağdaştırmayı amaçlıyordu. Müslüman teolojisi ile Yunan
mantığı ile oluşturulan sentez İmparatorluk aracılığıyla İspanya’ya ve oradan
da Endülüs’e yayıldı. Akılcılık cami ve medreselerde vaaz edildi. Toplumun
nüfuzlu sınıfları(şehzadeler, saray mensupları, kadılar…) Mutezile’yi kendi
inançları olarak kabul ettiler. Pozitif bilimlerde olağanüstü ilerlemeler
Mutezileci yöneticiler zamanında gerçekleşirken, büyük İslam hocalarının ve bilim
adamlarının çoğu ya akılcılığa olan bağlılıklarını açıkça ilan ettiler ya da
büyük ölçüde bu akımın etkisi altında kaldılar. Mutezileciliğin İslam’ın
dışında veya karşısında değil içinde gerçekleştirilen büyük bir devrimci
hareket olduğunu anlamak önemlidir. [3]
Hatırlarsanız ben de ‘’İslam’ın Pasifize Edilmesi ve Tasavvuf’’ başlıklı yazıda başta Biruni olmak üzere İslam
medeniyetinin altın çağını yaşatan akılcı hareketin temsilcilerinden örnekler
vermiştim. Ancak Selçuklu dönemi Anadolu’sunun da herkesin huzur içerisinde
bilim ile uğraştığı bir ‘’yitirilmiş cennet’’ ortamı olmadığını söylemek
gerekir. Anadolu’da akılcı hareket ile tasavvuf hareketi bir savaş halindeydi,
akılcılığın başını Ahi Evren, tasavvufun başını ise Celaleddin Rumi
çekmekteydi.
Son yazdığım yazılardan ‘’Ego,Bencillik, Kibir, Önyargı’’da ‘’egonun yüksek olanı makbuldür’’ gibi bir laf
etmiştim hatırlarsanız. Ahi Evren de esasında hemen hemen bu çizgide olan
özgüveni ve benlik duygusu yüksek olan bir kişiliktir. Şöyle ki, Letaif-i
Giyasiyye isimli eserinde maddenin başlangıcı olmayan(ezeli) bir şey
olmadığından bahsederken; ‘’Eski ilim adamlarından hiç kimse bu delile muttali
olamamışlardır.’’ [4] Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad’a sunduğu Yezdan
Şinaht isimli eserinde ise yine; ‘’İlahi ve tabii ilimlerin meselelerinden
hikmet sırlarını bu eserde derç ettim. Yunanlılardan bugüne dek muhakkik hükema
ve ilimlerde rasih olanlardan hiç kimse bu sırları böylesine ifşa etmeği reva
görmemişler ve bunu tehlikeli bulmuşlardır. Aristoteles bu yüksek sırların
ancak isti’dad sahibi olanlara açılabileceğini söylemiştir. Cahillere,
kabiliyetsizlere fitnecilere ve ehil olmayanlara açmak caiz değildir. Fakat ben
Sultan Alâeddin’de isti’dad gördüğümden bu özlü risaleyi tasnif edip bu yüksek
hediyeyi huzura göndermeyi vacip gördüm. … Vasiyetim şudur ki, bu eserin
nüshasını kabiliyetsizlere vermesin.’’ [5] gibi ifadeler kullanmıştır.
Celaleddin Rumi ise Hoca Ahi Evren’in bu özelliğinden dolayı kendisine
‘’iblis’’ demiştir. [6] Ayrıca Selçuklulara en parlak dönemini yaşatan Alâeddin
Keykubad da Ahi Evren’i desteklediği için Celaleddin Rumi ve Şems tarafından
topa tutulmuştur; ‘’O hiçbir işe yaramaz, cimrinin biriydi. İki hüneri vardı.
İyi ok atar ve satranç oynardı.’’ [7]
Ahi Evren’in bilgiye ulaşma
metodu yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzerine bol bol okuma,
araştırma, deney ve gözlem yapmaktır. Ancak Rumi’nin tasavvufunda bilgiye
ulaşmanın tek yolu doğrudan Allah’tan vahiy almak ya da durun Sufi jargonuyla
söyleyelim; ‘’ilham ve keşiftir’’. Rumi, Mesnevisinin ön sözünde gayet de vahiy
aldığını iddia etmektedir; ‘’Bu Mesnevi kitabıdır. O Allah’a kavuşma ve onun
hakkında kesin bilgiye ulaşma sırlarını açan dinin aslının aslının aslıdır. O
yüce Allah’a dair bilgi veren ve Allah’ın yolunu aydınlatan ve onun varlığının
en açık belgesidir. Mesnevinin nuru içinde kandil bulunan bir oyuktan yayılan
ışığa benzer. Sabah aydınlıklarından daha aydınlatıcıdır. Bu kitap,
yeşillikleri ve pınarları bulunan cennetlerin cennetidir. … Bu Kitap Mısır’daki
Nil nehri gibidir. … Cenab-ı Allah’ın Kuran-ı Kerim hakkında buyurduğu gibi
Mesnevi ile niceleri sapıklığa sapar, niceleri hidayete erer. Çünkü o kalplere
şifa, üzüntülere cila, Kur’an’ı açıklayan, rızkı bollaştıran, ahlakı
güzelleştirendir. Melekler ona yalnızca temiz olanların dokunmasını sağlar. Âlemlerin
rabbinden indirilmiştir. Önünden ve arkasından batıl ona yaklaşamaz. Çünkü
Allah tarafından korunmaya alınmıştır.’’ [8]
Bu önsözde yer alan ‘’ içinde
kandil bulunan bir oyuktan yayılan ışığa benzer’’ cümlesi Nur suresinden, ‘’Âlemlerin
rabbinden indirilmiştir’’ cümlesi Vakıa suresinden, ‘’Allah tarafından
korunmaya alınmıştır’’ kısmı ise Fussilet suresinden Kur’an’ı tanımlayan
ayetlerdir. Rumi’nin oğlu olan Sultan Veled’in aktardığı bir olaya göre ise bir
gün Rumi’nin bir dostunun Rumi’ye gelerek neden Mesnevi’ye Kur’an dediğini
sormuş ve Rumi’den ‘’Ey köpek neye Kur’an olmasın? Ey eşek neye Kur’an olmasın?
Ey bacısı kahpe neye Kur’an olmasın? Söz ve mana olarak peygamberlerin ve
evliyanın ilahi sırlarının nurlarını ihtiva etmiyor mu?’’ cevabını almıştır.
[9]
Celaleddin Rumi’nin akılcılık
düşmanlığını en iyi yansıtan örneklerden biri de Mesnevi’deki ‘’Kel Papağan
Hikayesi’’dir. [10] Rumi akılcılara şu beyitlerle yüklenir;
Dönemin ünlü tasavvufçularından
Sadreddin Konevi, Ahi Evren’in de ilginç bir şekilde saygı duyduğu bir
kişiliktir ahali. Sadreddin Konevi bir gün Tacüd-din Şehristani isimli bir
Sufi’nin ‘’el Musaraa’’ adlı eserinde İbn-i Sina’ya salladığını ifade eden bir
mektup yazar. El Musaraa, ‘’güreş tutmak’’ anlamına gelir ahali. Hoca Ahi Evren
de bunun üzerine ‘’güreşenle güreş tutan’’ anlamına gelecek şekilde ‘’El
Musaraatü’l-musaari’’ eser yazarak İbn-i Sina’ya sahip çıkmış ve Şehristani’ye
de reddiye çekmiş olur.[11] Bu tartışmanın konusu ise en özet tabirle ilmi
meselelerde aşkın yeridir ahali. Konu aşk olur da Rumi olaya müdahil olmaz mı
sizce? Rumi de yine her zamanki gibi Hoca Ahi Evren’e giydirmiştir; ‘’Ey Hace
sen şaşkına döndün. Âşıkları alaya aldın. Kendi sersemliğinle Allah’la
güreşmeye kalktın.’’ [12] Mevlana yine bildiğimiz gibi ahali. 100 metre engelli
şirk koşma dalında altın madalyaya uzanıyor, kendisini tebrik ediyoruz. Hazır
Rumi’nin Divan-ı Kebirine el atmışken oradan devam etmek istiyorum. Rumi, Ahi
Evren’in yanında yer alan kendi oğlu Alaeddin Çelebi’ye eşek, Hoca Ahi Evren’e
ise öküz demektedir [13];
‘’Eşeğim öldü’’ kısmından zaten çıkarmış olabileceğiniz gibi
bu beyitler A. Çelebi’nin ölümünden sonra yazılmıştır. A. Çelebi ve Hoca Ahi
Evren’in öldürülmelerine, eğer unutmazsam geri döneceğiz ahali. O kısım işin
siyasi boyutuna kaçıyor biraz. Önce şu soğuk savaş ortamını bi’ halledelim
istiyorum. Ardından kronolojiye uygun bir biçimde oraya kadar geleceğiz.
Rumi’nin oğlu A. Çelebi, Şems ve Rumi arasında geçen ve
önemli gördüğüm bir mesele de Kimya Hatun meselesidir ahali. Şems-i Tebrizi
1244’de Konya’ya gelince Celaleddin Rumi henüz 15 yaşında olan cariyesi Kimya
Hatun’u Şems’e nikâhlar. Şems bu esnada 65 yaşındadır! Öte yandan Rumi’nin oğlu
A. Çelebi ve Kimya Hatun da birbirlerini sevmekte ve hatta evlenmeyi
düşünmekteydi. Aşiret dizisi senaryosu gibi gelişen bu olaylar elbette birçok
probleme de sebep olmuştu. Şems ve Kimya Hatun Mevlana medreselerinin bir
hücresinde kalmaktaydı. A. Çelebi de babasını görme bahanesiyle buraya sık sık
gelip Kimya Hatun ile görüşmekte, Şems de bu durumdan rahatsızlık duymaktaydı. Şems’in
bir gün A. Çelebi’nin önünü kesip ‘’Hey delikanlı bir daha buradan geçersen
ayağını kırarım’’ dediği nakledilir. [14] Şems, Kimya Hatun’a çok düşkünken
Kimya Hatun doğal olarak dedesi yaşındaki bu adamla beraber olmaktan mutlu
değildi ve sık sık yanından kaçmaktaydı. Ancak Rumi, adamları vasıtasıyla her
seferinde kızı bulup geri getirmeyi başarmıştı. [15] Ancak bu kaçışların
sonuncusunun ardından Şems bu küçük kızı boynunu kırarak öldürmüş ve olayın
ardından Konya’yı terk etmiştir. [16] Ancak Mevlana daha sonrasında diğer oğlu
Sultan Veled’i, Şems’in ardından gönderip onu geri getirmesini istemiş ve
Şems’in geri dönüşüyle de şu beyitleri yazmıştır;
Evet ahali, Celaleddin Rumi gerçekten çok çok iyi bir
şairdir ancak ne insanlık anlamında ne de teolojik olarak onaylanacak bir
kişilik değildir. Yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildir. Hele bazılarının
anlattığı gibi ‘’hazreti’’ hiç değildir. Hele ki Mevlana hiç hiç değildir. Hem ‘’Vağfu annâ, vağfir lenâ, verhamnâ. Ente mevlânâ fensurnâ
alel kavmil kâfirîn’’ diye ayet okuyacaksın [17], ki Türkçesi ‘’Bizi affet,
bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize
yardım et" demektir, sonra da Allah’ın yarattığına ‘’Mevlana’’ diyeceksin!
Siz şaka mısınız Allah aşkına? Böyle bir şey olabilir mi ya? Çıldırdım yine. Ne
diyorduk lan? Heh Şems tekrar Konya’ya dönmüştü en son.
Şems-i Tebrizi, Konya’ya bu ikinci gelişinden bir yıl sonra
öldürülür ahali. Önemli bir Sufi olan Eflaki’nin anlatımına göre Alaeddin
Çelebi, Kimya Hatun meselesinden dolayı bazı kötü niyetli kişilere uyarak ve
onlarla ittifak ederek Şems’i katletmiş ve evlatlıktan reddedilmiştir. [18]
Zaten Hoca Ahi Evren’in yanına, yani Kırşehir’e, geçişi de böyle olmuştur.
Bu arada, hani Nasreddin Hoca diye bir fıkra karakterimiz
vardır ya. İşte o kişi aslında Ahi Evren’dir ahali. Ahi Evren’in kullandığı
anlatım tekniklerinden biri de mizahtır. Ancak Rumi ve taraftarlarının Anadolu
topraklarında ve İslam âleminde gücü eline geçirmeleriyle yürüttükleri algı ve
itibarsızlaştırma operasyonları neticesinde Nasreddin Hoca gülünç ve saçma
sapan bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten Ahi Evren’in tam adı
Hace Nasirüd-din Mahmud’dur. [19] Hace zaten bildiğin Hocadır, Nasirüd-din
Selçuklular döneminde isimlerin önüne alınan lakaplardan biridir ve ‘’dine
yardımı dokunan’’ anlamına gelir. Selçuklu dönemi lakaplarının mantığını
anlamak adına Nizamülmülk’ün Siyasetname’sini okumanızı tavsiye edebilirim
ahali. Oldukça eğlenceli bir kitaptır. Reklamların ardından devam ediyorum.
Yani adamın adı bildiğin Mahmut’tur ahali. Ahi ve Evren de aslında ayrı ayrı
lakaplardır. Ahi lakabı esnaflığına ve deri ustalığına, yılan anlamına gelen
Evren kelimesi de doktorluğuna atıf yapmak için verilmiştir. [20] Bu kadar çok
yönlü bir kişilik ne yazık ki ‘’birileri’’ tarafından sansürlenmiş ve
itibarsızlaştırılmıştır. Aslında bu bilge kişiliğe itibarını geri kazandırmak
hepimizin boynunun borcudur. Bu iade-i itibar işine girişen Sosyal ve Siyasi
Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi kitabının(şiddetle tavsiyedir) yazarı
sayın Prof. Dr. Mikail Bayram’ı da kutlarım. Şimdi gelin bu itibarsızlaştırma
sürecini oluşturan siyasi konjonktürün nasıl geliştiğine göz atalım.
Son yayınladığım yazı olan ‘’Politika Yapabilmek İçinBilinmesi Gerekenler III; Ekonomi’’de Gazali’den bahsetmiş ve tasavvufçudur
ancak bazı konulara yaklaşımıyla büyük felsefecidir demiştim. Esasında o
Gazali, İslam’da akılcılığı bitiren adamlardan biridir ve bunu yapmak için
devlet tarafından görevlendirilmiştir! Sonda söyleyeceğimi başta söylemiş oldum
ancak şimdi işin siyasi kısmını ele alıyoruz ahali.
Öncelikle Gazali’nin zihin yapısını anlayabilmeniz için şu
alıntıyı koyuyorum buraya[21];
Gazali’nin bu fikirlerinin Anadolu’da ve İslam medeniyetinde
kabul görmesine sebep olan iki önemli gelişme vardır ahali;
- Haçlı Seferleri
- Moğol İşgali
Hatırlayın, Nevrotik Bir Vaka Olarak Türk Toplumu; Tasavvuf
ve Çilecilik başlıklı yazımda tasavvufun toplumumuzda travmatik bazı
alışkanlıklara yol açtığını söylemiştim. İşte Gazali’nin de felsefeci kimliğini,
akılcılığı bırakıp Sufiliğe geçişi de İslam toplumlarında tasavvufun akılcılığa
baskın gelmeye başlaması da aynı ölçüde travmatik olmuştur ahali. Şöyle ki, bu
dönüşümün yaşandığı 1100’lü yıllar Haçlı ordularının Gazali’nin yaşadığı yer
olan Bağdat’ın yakınlarına kadar geldikleri dönemdir (bknz. 1096 I. Haçlı
Seferi). Gazali’nin kendi hatıratında yaptığı anlatı[22] dönemin psikolojisini
anlamak için önemli ahali, göz ucuyla da olsa lütfen okuyunuz;
Şimdi süreci neden travmatik olarak tanımladığımı daha iyi
anlamış olduğunuzu düşünüyorum. Ya aslında bu, duygusal anlamda kötü
hissettiğinde MFÖ’nün depresif şarkılarını dinlemek gibidir. Hatta MFÖ’nün de ‘’Adımız
Miskindir Bizim’’ ve ‘’Allah Allah’’ gibi pantesit-tasavvufi şarkıları da
vardır. İnsanlar karşılaştıkları güçlükler karşısında teselliyi arabeskte bulma
eğilimi gösterebilirler ve hâlihazırda tasavvuf da zaten çileci-arabesk bir
kültürdür. Bunun bir örneği de aslında yakın Cumhuriyet tarihinde de
görülmüştür. Türkiye 1961-1979 arası birçok atılım yapmış ve her anlamda
üretken bir gelenek edinmişti, Devrim otomobilleri, Kıbrıs barış harekâtı ve
ASELSAN da bu dönemde gerçekleşen hadiselerdi. O dönemin müzik kültürü bile bir
başkadır aslında. Anadolu Rock olarak tanımlanan bu tarz, hem müzikal anlamda
çok kaliteli işlere imza atmış hem de şarkıları genel olarak toplumsal
meseleleri konu edinen sözler içermekteydi. Ancak 1980 darbesiyle bu üretim bir
anda ‘’pat’’ diye kesilmiştir. 80 darbesinin ardından arabesk kültürü toplum
üzerinde daha baskın hale gelmiştir. Yani demem odur ki 1980 darbesinin Türkiye’den
ne çok şey götürdüğünü sırf 70’lerin Anadolu Rock şarkılarını dinleyerek bile
anlayabilirsiniz. Hatta adres de vereyim youtube’da Anatolian Rock Revival
Project isimli bir kanal var takip etmenizi tavsiye ederim deyip bir Presidente
Kültür&Sanat’ın daha sonuna gelmiş olalım. Neyse fazla kaynatmayın nerede kalmıştık?
Gazali’nin akılcılığı terk edip daha soyut bir inanç olan
tasavvufa yönelmesi işte bu ortamda gerçekleşmiştir. Haçlılar Bağdat’ın
kapılarına dayanmış, Suriye’de, Filistin’de, Kudüs’te Haçlı flamaları
dalgalanıyor, Müslümanlar ise Haçlı ordusuna karşı bir ordu toplayamıyordu. Peki,
dünyada bilimsel faaliyetlerin öncüsü olan, her anlamda Batı’dan üstün
Müslümanlar nasıl oluyor da bu gerici yobaz bilim ve akıl düşmanı Haçlılara
karşı koyamıyordu? Bunun aslında çok basit bir cevabı vardır ahali. Papazlar
kafası çalışmayan yobaz Hıristiyanları iki tane dini nutukla kolaylıkla savaş
meydanlarına sürebilirken öte tarafta Aristo mantığını hatmetmiş Müslümanlar
savaşmak için kendilerini motive edemiyorlardı. Bir tarafta ölümü bir kurtuluş
olarak gören oldukça güçlü körlemesine bir iman diğer tarafta ise erişilmiş
entelektüelite ve refah düzeyinin gözü kapalı ölüme koşmaktan alı koyduğu Müslümanlar…
İhtiyaç çok açıktır ahali; Haçlı askerleri gibi coşkuyla
savaş alanına koşacak gözü kapalı ölüme gidecek, sorgulamayan Müslüman askerler…
Haçlı askerleri, Töton şövalyeleri gibi tarikatlarla beyinleri yıkanarak savaş
alanlarına akın etmekteydi, bu durumda Müslümanlık içinde de ‘’beyin yıkayan’’
tarikatlara ihtiyaç vardı. İşte bu ihtiyaca binaen İslam dünyasındaki iktidar
sahipleri haçın karşısına hilali dikmek uğruna İslam dünyasında akılcılığa
karşı gericiliği diriltmeye karar verdiler. Bu iş için de Gazali
görevlendirilmiştir. Gazali ilk iş olarak ‘’İhya-i Ulum Ud Din’’ yani Dini
İlimlerin İhyası(diriltilmesi) anlamına gelen kitabını yazar. Devlet desteğini
de arkasına alan Gazali çeşitli muhalefetlere rağmen 300 yılda zor inşa edilen
akılcı geleneği yerle bir etmeyi başarır. Gazali doktrinini Antik Yunan ve
felsefe düşmanlığı üzerine inşa etmiş ve tıpkı daha sonraları Celaleddin Rumi’nin
çevresinin de yapacağı gibi İbn-i Sina’ya kafir diye saldırmıştır. İşin ilginç
yanı felsefe ve Aristo mantığı karşıtlığı Gazali ile Haçlıların ortak payesidir
ve Haçlılar bu sebeple Gazali’yi onore de etmişlerdir. Miguel Asin Palacios’un ‘’Gazali’de
Hıristiyan Tesiri’’ isimli tuğla gibi kitabı vardır. [23] Gericilik her yerde
gericiliktir ahali. Bu dayanışma her ne kadar tezatmış gibi görünse de aslında
gayet doğaldır.
1105’de Selçuklular da resmen Mutezileciliği terk edip
Gazaliciliği devlet politikası haline getirmiştir. [24] Selçuklu devleti bu
dönemde yoğun Moğol baskısı altındadır ahali. Moğolların fethettikleri
ülkelerdeki genel taktikleri aslında bir kaos stratejisidir. Bu strateji, farklı
etnik ve dini grupları, zayıf olanı destekleyerek, birbirine çarpıştırmak ve
sürekli bir kaos ortamı yaratmak olarak özetlenebilir. Bu strateji gereği
Anadolu’da da Ahileri kendilerine tehdit olarak görüp Celaleddin Rumi’nin
Sufilerini desteklemişlerdir. [25] Hatta Moğollar Celaleddin Rumi’ye Pir-i
Rum(Anadolu’nun Şeyhi) unvanını vermişlerdir. [26] Daha önceleri Anadolu’da
Abbasi Halifeleri tarafından atanan Fütuvvet Teşkilatının ‘’Şeyhu’ş-şuyuhi’r
Rum’’u (Anadolu’daki şeyhlerin şeyhi) bulunuyordu. Moğollar bu makamı da Rumi’ye
teslim edip Sultandan Rumi’ye bağlanma ve Mevlevi tarikatına girme zorunluluğu
getiren bir ferman da yayınlamışlardır. [27] Bu fermanla başka gruplara ait
olan tekkeler, medreseler tüm mal mülk, sahiplerinin ellerinden alınıp Rumi ve
çevresine veriliyordu. [28] Anadolu’da böylece farklı sesler zor kullanılarak
baskıyla, hukuksuzlukla kesilmiş oluyordu. Tüm bu olaylar Moğol desteğiyle, II.
İzzettin Keykavus’un yerine, iktidara gelen IV. Rükniddin Kılıç Arslan
döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönem II. Keykavus ve Ahi Evren yanlılarının
yoğun baskı ve katliamlara tutulduğu bir dönem olmuştur, malları ellerinden
zorla alınıyor, attıkları adımlar sürekli takip ediliyor ve birçok katliam
yaşanıyordu. Ahi Evren Kırşehir’de bir katliama tabi tutulmuş ve katliam öncesi
de malları yağmalanmıştır. Ahi Evren bu olayları şöyle anlatır; ‘’Zamanımızın
kurt tiynetli padişahları, kişilerin varisleri olsa bile mallarına el
koymaktadırlar. Şeriatın hükümleri bütünüyle ortadan kalktı. İslam’dan sadece
bir ad kaldı.’’ [29]
Şu son alıntıyı sırf Ahi Evren’in tüm yaşadıklarına rağmen
ağzını bozmayışını göstermek için ekledim. Bir de Rumi’nin başından geçen bir
miras davası var. Ona da bir göz atalım fark zaten ortada. Hatırlarsanız Rumi,
oğlu A. Çelebi’yi evlatlıktan reddetmişti. Bu yüzden de yasal olarak miras
talebinde bulunamazdı. Kadı Mecdüd-din-i Merendi de A. Çelebi’nin mirasından
Rumi’ye pay vermemiştir. Rumi de bunun üzerine Mesnevisinin 6. beyitinde Kadıyı,
Ahi Evren’in karısıyla yasak bir aşk yaşayan biriymiş gibi gösterdiği bir hikâye
yazar. [30]
Rumi attığı bu iftirayla epey çirkinleşmiştir. Hani tarih
nasıl bir olgu ki böyle bir adam geniş kitlelerce ‘’saygı değer’’ hazret olarak
anılıyor gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum.
En nihayetinde Ahi Evren Kırşehir isyanları esnasında 90
yaşındayken katledilmiştir.[31] Hoşgörü timsali olarak pazarlanan Celaleddin
Rumi bitmek tükenmek bilmeyen bir kine sahiptir. Yüzleşin. Hem Ahi Evren’i hem de kendi
oğlunu öldürtmüştür. Rumi’nin Ahi Evren ve Türkmen çevrelere olan kini
inanılmaz boyutlardadır. Yine Eflaki’nin anlatımına göre Sultan IV. Rükniddin
Kılıç Arslan başlangıçta Rumi’ye mürid olup onu baba edinmişken daha sonra Baba
Merendi isimli bir Türkmen şeyhi ile tanışmış ve Rumi’nin de bulunduğu bir
toplantıda Merendi’ye övgüler yağdırınca Rumi sinirlenerek ‘’Öyle ise biz de
başka birini kendimize oğul ediniriz’’ deyip toplantıyı terk etmiştir. Sonraki
süreçte Rumi Moğol Noyanı Alıncak ile ittifak ederek Kılıç Arslan’ı da
öldürtmüştür. [32] Yani sırf Türkmen çevrelere hafif bir meyil etmesi
öldürülmesine yetmiştir. Pardon da hoşgörü bunun neresinde ya?
Bunlar gayet de toplumumuza dışarıdan pazarlanmaktadır
ahali. 1970’li yıllarda American Board isimli Hıristiyan Misyoner örgütünün
yayınevi olan Redhouse Yayınevi cayır cayır tasavvuf kitapları basıyordu. [33]
Peki, Beyonce’nin yeni doğan çocuğuna verdiği ismi gördünüz
mü?
Sahi ya, Graham Fuller de kızının adını Ankara koymuştu
değil mi? Bunlar garip şeyler olum. Ya vallahi çok bir şey istemiyorum sadece
birazcık düşünün.
Lütfen sevgili kardeşim.
Hadi selametle…
----------------------------------------------
[1] Cengiz Özakıncı, Çoktanrıcılıkta Yahudilikte
Hıristiyanlarda Gericilik ve Müslümanlıkta İrticanın Tarihsel Kökenleri
İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü(827-1107)
[2] age
[3] Pervez Hoodbhoy, Islam and Science: Religious Orthodoxy
and the Battle for Rationality
[4] Ahmed Eflaki, Menakibul Arifin, Mevlana Müzesi Kitap
N.1727’den aktaran Mikail Bayram
[5] Ayasofya(Süleymaniye) Kitap N. 4819’dan aktaran Mikail
Bayram
[6] Mikail Bayram, Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren –
Mevlana Mücadelesi s. 139
[7] Makalat-ı Şems-i Tebrizi
[8] Konya Yusufağa Kitap N. 5547 olan Mesnevi nüshasından
aktaran Mikail Bayram
[9] Ahmed Eflaki, Menakibul Arifin s. 291
[10] Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi V, 916, 4144-4146. Beyitler
[11] Mikail Bayram, İbn-i Sina ve Ahi Evren, İbn-i Sina’ya
Armağan
[12] Mevlana Celaleddin Rumi, Divan-ı Kebir, s. 549
[13] age
[14] Sipeh-salar, Menakıb-i Hz. Hüdavendigar, s. 176’dan
aktaran Mikail Bayram
[15] Ahmed Eflaki, Menakibul Arifin, 637-638
[16] Mikail Bayram, Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren
– Mevlana Mücadelesi s. 176
[17] Kur’an-ı Kerim, Bakara, 285-286
[18] Mikail Bayram, age
[19] age
[20] age
[21] Pervez Hoodbhoy age’den aktaran Cengiz Özakıncı age s.
245-246
[22] Gazali, El Munkızu Mined Dalal’dan aktaran Cengiz Özakıncı
age s. 247
[23] Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar’dan aktaran
Cengiz Özakıncı age s. 284
[24] Cengiz Özakıncı, age
[25] Mikail Bayram, age s. 172
[26] age s. 114, 159, 245, 259
[27] Ahmed Eflaki age’den aktaran Mikail Bayram age s. 115
[28] Mikail Bayram age s. 115
[29] Bursa Eski Eserler Kütüphanesi Kitap N. 1184’ten
aktaran Mikail Bayram age
[30] Mesnevi VI’dan aktaran Mikail Bayram age s. 217
[31] Mikail Bayram, age
[32] Ahmed Eflaki age
[33] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı
Yeni-Osmanlı Tuzağı s. 187