1 Ağustos 2018 Çarşamba

Modernizmin Dayatmaları II; Demokrasi ve İnsan Hakları

Selam ahali, her kim ki demokrasi, insan hakları, özgürlük, kardeşlik gibi kavramlardan bahsediyorsa bilin ki o kişinin amacı bu kavramların kendisi değil, bu kavramlardan yararlanmaktır. 

Günümüzde demokrasiye en ufak bir eleştiri getirmek dahi linç sebebidir. Demokrasi, günümüz paradigmasındaki bir insan için, tam olarak ikna olmamış olsa bile, asla eleştirilemeyecek, aleyhine beyanat verilemeyecek bir dogmayı ifade eder. Blogda ismi çok defa geçmiş olan Walter Lippmann’ı hatırlıyor musunuz? Walter Lippmann “stereotype” kelimesini politik literatüre sokan kişidir. CFR’ın da kurucusudur.[1] “Stereotype” basmakalıplığı ifade eden bir kavramdır. Demokrasi de modernizmin dayatmalarıyla şekillenen 20. ve 21. yüzyıl paradigması içindeki en önemli stereotype’lardan biridir. 

Bugün, “ama demokrasinin de şöyle dezavantajları var” diyerek bir cümleye başladığınız an, ne kadar nahif olursanız olun, ardını nasıl getirirseniz getirin, tezinizin altını nasıl doldurursanız doldurun, insan hakları düşmanı, cahil, yobaz ve gavat ilan edilirsiniz. O dakikadan itibaren tukakasındır, dünyanın en kötü adamısındır. 

Reddediyorum ahali, ben böyle bir gerizekalılığı reddediyorum. Düşünsel meselelerde insanların yaptığı en büyük hata hiç şüphesiz ki, araçların amaç yapılmasıdır. Toplum paradigmasının dışına çıkmayı başarabilmiş insanların üzerinde anında demokrasi kılıcını sallandıran bu kuru sıkı şövalyelerin gözden kaçırdığı en temel nokta budur. 

Her insan temel haklarının garanti altına alındığı, özgür ve müreffeh bir ortamda yaşamak ister. Ha “bazı insanlar da dünyanın yandığını görmek ister onlara asla ulaşamazsınız”[2] ama konumuz bu değil, sağlıklı bir insandan bahsediyoruz. Yani amaç adalet, özgürlük ve refah ise bunun tesis edilmesi için izlenecek yöntem demokrasi olabilir, lider iyi olduğu sürece otokrasi olabilir, teokrasi olabilir, isterseniz tirbuşon rejimi veya muz cumhuriyeti bile olabilir.

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım şey içi boş demokrasi şövalyeliği ve esas amaca ulaşmaya çalışırken detaylarda kaybolduğumuzdu. Gelelim şimdi demokrasinin kendisine. 

Ben kendimi hiçbir zaman “demokrat” olarak tanımlamam. Demokrasi bana fayda sağladığınca, işime geldiğince var olması gereken bir kavramdır. Yaklaşımı bencilce mi buldunuz? Evet, oldukça bencilce bir yaklaşımım var. Ancak esasında bencillik de kötü bir şey değildir, bencillik ile ilgili yanlış bir önyargı var. Hatta önyargının kendisi ile ilgili de yanlış algılarımız var. Ancak tüm bunları başka bir yazıda açıklayacağım. Zira bu meseleye de burada değinirsek yazı iyice dağılacak. O yüzden “coming soon” deyip hız kesmeden devam ediyoruz. 

Aysun Kayacı’nın “dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?”[3] diye meşhur bir çıkışı vardı. Hatırladınız mı? Kadını boşu boşuna linç etmişlerdi. Neden mi? Demokrasinin en temel iddiası nedir? Tüm vatandaşların yönetimde söz sahibi olması yani insanların “kendi kendini yönetmesi” öyle değil mi? Ancak bu çoğulcu sistemde liyakate tamamen ters, büyük bir yanlışlık vardır. Çoğunluğun tercihleri her zaman doğru mudur? Unutmayın ki Hitler Almanya’da seçimle göreve gelmişti. Yani o dönemki Alman vatandaşlarının “çoğu” Hitler’i seçmişti. Hadi bırakalım Almanya’yı, “çoğunluğu” Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz öyle değil mi? Kur’an’dan bir örnek vereceğim. Bunlar Kur’an’ın çoğunluğun tercihleri üzerine ifadeleri;[4]



Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık ve milletvekilliği profesyonel birer meslek midir? Bu insanlar maaş aldıklarına göre gayet de öyledir. Peki, her meslek için olduğu gibi bu meslekler için de bir uzmanlık gerekmez mi? Gerekmez de de ağzının ortasına bir tane çarpayım. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık ve milletvekilliği yapmak da bu makamlara gelecek kişileri seçmek de bir uzmanlık gerektirir. Oy kullanmak temel bir haktan ziyade bir liyakat meselesi olmalıdır. Aysun Kayacı’nın sözlerine bu bağlamda kesinlikle hak veriyorum. Ha insanları aşağılamak adına “çoban” kelimesini kullanmak tabi ki yanlıştır, sırf bu sebeple ise kendisini linç edebilirsiniz ancak oy kullanmak için yani ülke yönetiminde söz sahibi olmak için kesinlikle yalnızca vatandaş olmak yetmemelidir. 

Alternatif bir seçim sistemi öneriyorum. Oy pusulalarını herkese koşulsuz şartsız teslim etmek yerine sandık başına, bankalarda ve postahanelerde olduğu gibi dokunmatik ekranlı bir banko yerleştirelim. Genel politika, ekonominin temel kavramları ve yakın tarih konulu 100.000 adet soru barındıran bir havuzdan rastgele gelecek şekilde 10 soruluk mini bir test yapalım. Seçmen adayları TC kimlik numaralarıyla testi çözsün, testi başarıyla bitirenlere de banko bir oy pusulası yazdırsın. Testi geçemeyenlere de oy pusulası verilmesin hatta boş akbil sesi gibi rencide edici bir ses de çıkarsın bankomuz hehehe. 

İnsan haklarına aykırı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır güzel kardeşim, içinde bulunduğun toplum paradigmasında biraz sıyrılıp bağımsız düşünebilirsen göreceksin ki olması gereken de, adil olan da budur. Liyakati başka türlü devreye sokma imkanı yoktur. 

Düşün, bir şirket sahibisin, bir yönetim kurulu oluşturacaksın ve bu yönetim kurulu da şirketin CEO’sunu yani şirketi yönetecek adamı seçecek. Bu oluşturacağın kurula alacağın kişilerin donamımlarını sınamayacak mısın? Kaldı ki burada bir şirket değil içinde yaşadığımız koca bir ülke söz konusu. İnsan haklarını da adaleti de refahı da yalnızca bilgili, donanımlı ve konu üzerinde uzmanlığı olan kişiler tesis edebilir.

“Halka rağmen halk için” hareketleri çoğulcu demokrasilerin en büyük çıkmazıdır. Kendi iyiliği, faydası, çıkarı, refahı için yapılması gerekenleri dahi bilmekten aciz bir çoğunluğun iradesindense liyakat sahibi bir avuç insanın iradesi evladır. Bu hususta içi boş hümanistlik yapmayın, insan hakları diye bir kavrama gerçekten inanıyorsan olması gereken budur. 

Hadi selametle...

------------------------------------------------------------------
4- https://www.instagram.com/sorgulayanmusluman



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder