29 Nisan 2020 Çarşamba

Devlet Diyanet Siyaset

Selam ahali, hemen hemen her sosyal konu üzerinde siyah ve beyaz kadar net fikirleri olan bir adamım ve bu fikirler kimi zaman bir kesimden kimi zaman da onun tam karşısında duran kesimden destek görüyor. Ortayolcu muyum? Hayır, yalnızca bir ideolojiye iman etmediğim için olaylara ve olgulara paket programcı bir zihniyetle yaklaşmıyorum. Bu yazının konusu değil ama birey olmak harika bir şey lan. Sözüm olsun bu konuya da ayrıca değinelim.

Ne diyorduk; siyah ve beyaz! Bu renk kartelası içinde diyanet benim için bir gri alandır. Bu yazıda güncel bir tartışmadan hareketle neden gri alan dediğimi ve diyanetin statüsünü konuşacağız. 


Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın yakın zamanda sarfettiği eşcinsellik ile ilgili sözleri malumunuz epey bir gündem yarattı. “İbneliğin lüzumu yok” deyip arkasında duranı da “diyanet kapatılsın” deyip linç edeni de oldu. Hatta Ankara Barosu "Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın İnsanlığın Bir Kesimini Nefretle Aşağılayıp Kitlelere Hedef Gösterdiği Konuşmasıyla İlgili Basın Açıklaması" başlıklı bir bildiri yayınladı. 



Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Barosu yöneticileri hakkında halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama suçundan soruşturma başlattı. Ortalık baya bir karıştı. Baronun bu açıklamayı yaparkenki dayanağı 1 Mayıs 2011'de imzaya açılıp kabulü ise geçen sene gerçekleşen İstanbul sözleşmesi! 

İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, “kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin kapsamlı tanımlamalar yaparak; cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, erkek şiddetinin önlenmesi, şiddete karşı tedbir alınması” konusunda taraf devletlere pek çok yükümlülük getiren uluslararası bir anlaşmadır.[1] Tam metnini yazının sonuna ekleyeceğim meraklı olan girsin okusun, hizmette sınır yok. 


Ali Erbaş ne demişti bi’ hatırlayalım; “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın islamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu Hiv virüsüne maruz kalıyor.”[2] 

Liberal ve seküler bir kişi, pek tabi ki bir din adamının eşcinsellik ile ilgili söyleyeceklerinden rahatsızlık duyacaktır. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Zira Ali Erbaş’ın sözleri islami açıdan gayet doğrudur. Eşcinsellik Kur’an’a göre baya baya günahtır ve kınanır.[3] Ancak burada esas tartışılacak konu eşcinselliğe bakışın nasıl olacağından ziyade diyanetin statüsü olmalıdır. 


İnsan yaşamının büyük bir çoğunluğuna din yön verir. Din kelime olarak düzen demektir. Bir dine inanan kişinin hayatı boyunca uyması gereken iki ayrı düzen vardır;

1- Dinin getirdiği düzen 
2- Anayasal düzen

Ancak bu noktada bir kişi inandığı dinin eşcinselliğe onay vermediğini ve bunun kınandığını ifade ettiğinde bu durum anayasal düzence suç teşkil ediyorsa buradan büyük bir siyasi kriz çıkar. Eğer bu kişi Diyanet İşleri Başanı ise daha da başka şeylerden bahsetmek gerekecektir. Bazı sorularım olacak. 

1- İmam gibi giyinip camilerde okunacak hutbeyi belirleyen Diyanet İşleri Başkanı, eşcinselliği haram kılan İslam dininin temsilcisi midir yoksa eşcinsel haklarını koruma altına alan İstanbul sözleşmesine imza koyan devletin mi?
2- Bu paradoksu nasıl çözersiniz? 

Gelin şu işi bir çözüme kavuşturmaya çalışalım. Diyaneti kapattık diyelim. Milyonlarca liralık bütçesi ile bir halta derman olamayan, daha imsak saatini bile doğru düzgün hesaplayamayan ve adı bir yığın skandala karışmış şaibeli bir kurumdan kurtulduk. Buraya kadar gayet güzel. Ancak camilerin kontrolü bu durumda kime geçecek? Diyanet bile zaten halihazırda bir yığın ipe sapa gelmez hurafeyi savunurken diyanetin olmadığı bir ortamda ortaya çıkabilecek dezenformasyonu düşünebiliyor musunuz? Türkiye’de kamyonla cumhuriyet düşmanı cemaat, tarikat var. Diyanetin yokluğunda bu toplulukların camileri karargah edinmeyeceklerini kim garanti edebilir? Milli güvenliğe tehlike arz eden tek oluşumun Fethullahçılar olduğunu mu düşünüyorsunuz? Diyanetin merkezi hutbesi tüm camilerde okunuyor ve insanlar buna diyanetin internet sitesinden rahatlıkla erişebiliyor ancak bu otorite ortadan kalktığında o kürsülerden kim bilir neler söylenecek var mı tahmini olan? Öte yandan diyanetin devamının da savunulacak yanı yoktur. Mercedesler, nereye harcandığı belli olmayan milyon liralık devasa bütçeler, insanları zorla ateist yapacak mealler yayınlamalar, Ensar gibi vakıflarla iş tutmalar iktidar sahiplerinin elinde oyuncak olup dini bu amaçla eğip bükmeler ve daha nice rezillikler...

Neden gri alan dediğimi şimdi anladınız mı? Diyanet meselesi iki ucu boklu değnektir ahali. Ben bu işin içerisinden çıkamıyorum. 

İslam, yapısı gereği aslında bu tür kurumlara ihtiyaç duymaz ancak halktan her daim böyle bir talep olmuştur. Talebin olduğu yerde de arz kaçınılmazdır. Bu arzı devlet yapmazsa özel sektör yapar. Ortalığı ne idüğü belirsiz sapık tarikatlara cemaatlere bırakmaktansa devletin olaya müdahil olması bence hiç değilse ehveni şerdir. Mustafa Kemal Atatürk de diyaneti büyük ihtimal bu noktada benzer düşüncelerle kurmuş olsa gerek zira laik cumhuriyet ile bir tezat oluşturmamak adına bir bakanlık değil müsteşarlık ayarında bir kurum ortaya koyuyor. Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çevirisini yaptırmış olması ise belki de insanlara İslam’ın ruhuna uygun olarak dini otoriteye mahkum olmama güdüsünü kazandırarak birgün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın misyonunu tamamlaması umuduyla gerçekleşmiştir. 

Özellikle Atatürk ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşu ile ilgili olan son kısım yorumdu, herhangi bir iddiam yok burada.

Sonuç olarak, insanlarını düzgünce eğitemediğin sürece dünyanın en başarılı sistemlerini ve kurumlarını da kursan, o sistemler ve kurumlar en nihayetinde bir şekilde birer manipülasyon aracı haline gelecektir. 

Türkiye her ne kadar yüzünü batıya dönmüş olsa da bir doğu ülkesidir ve her ne kadar doğulu olsa da diğer doğululara benzememektedir. Coğrafya kaderdir. 

Hadi selametle...

——————————-
Notlar 


[3]Kur’an; 7/80, 11/78,81, 15/62,68,71, 21/74, 26/168, 27/54, 29/28,30,32 vd.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder