8 Mart 2020 Pazar

Politika Yapabilmek İçin Bilinmesi Gerekenler IV; Jeopolitik


Selam ahali, bu serinin en son yayınladığım yazısı olan ‘’PolitikaYapabilmek İçin Bilinmesi Gerekenler III; Ekonomi’’ başlıklı yazı blogun en çok okunan yazılarından biri olmuş. Teveccühlerinize teşekkür ederim.
Bu yazıda ise dünyadaki politik gelişmeleri okurken temel teşkil edecek bir disiplinden bahsedeceğim. Jeopolitik, mevzubahis; politika, ekonomi veya uluslararası ilişkilerse ortaya önemli bir düşünce yöntemi koyar.

Politika yapıcılar, politika yaparken bir taraflarına tarihi bir taraflarına ise coğrafyayı koymak zorundadırlar. Zira tarih referans, coğrafya ise kaderdir. Bizi bu noktada daha çok ilgilendirecek kısım ise coğrafya olacak. Zira dış politika veya uluslararası ilişkiler konusunda hiçbir şey bilmiyorsanız bile önce elinize bir harita alıp bakarsınız. Mesela şayet 1950’lerde birileri eline bir harita alıp ‘’benim Kore’de ne işim var?’ deseydi o kadar insanımız oralarda telef olmayacak bugün ‘’Kore gazileri’’ diye bir şeyden hiç bahsetmiyor olacaktık.

‘’Ne telefi onlar şehit oldu. Saygısızlık ediyorsun’’ diye bana çıkışacak arkadaşıma da bir şeyler söylemek istiyorum. Evet, ‘’Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Tam aksine, onlar dirilerdir ama siz farkında olamazsınız’’[1] ayetinden haberdarım ancak Allah aynı kitabın bir başka yerinde ‘’Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır’’[2] da demektedir. Bunun da farkında olunması gerekir. Zira Kore’de sırf NATO’ya kabul edilmek için 892 kişiyi telef etmek[3] pek de ‘’Allah yolunda öldürülmek’’ olmasa gerek. Bilahare aynı NATO’nun, Kore Savaşından yıllar sonra ortaya çıkan belgelerde, olası bir komünist tehdidi durumunda savunma hattını Sofya-Belgrad’a çekmiş olduğunu da öğrenmiştik. Yani ne Stalin’in hak iddia ettiği Kars ve Ardahan savunulacaktı ne de Anadolu, bırakın İstanbul’u Atina bile terkedilecekti. Türkiye ve NATO ilişkilerini tartışmak yazının kapsamı dışında kalacağı için bu kısmı uzatmayacağım ama hazır NATO ve Sovyetlerin lafı açılmışken bir soru sorayım.

SSCB Soğuk Savaşı neden kaybetti?

SSCB’nin daha adından bile ideolojiyi net bir şekilde görüyoruz. Sovyet ‘’Sosyalist’’ Cumhuriyetler Birliği derken bu topluluğun ortak paydasının ‘’sosyalizm’’ olduğunu alenen haykırıyor bu isim. Öte yandan SSCB’nin karşısında konumlanan NATO’da, North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) derken ortak paydanın Kuzey Atlantik ‘’coğrafyası’’ olarak belirlendiğini görüyoruz. Batı, jeopolitik yasaları ön plana çıkardığı için bu savaşı kazanırken Sovyetler, ideolojiyi merkeze koyduğu için bu sürecin sonunda çöküşü yaşadı.

Ruslar geçmişten önemli dersler çıkararak bugünlerde Atlantik düzeninin yeminli düşmanı İran ve yine Atlantik düzeninin dışladığı Çin ile birlikte en doğal jeopolitik yasaları işleterek Avrasya çağının fitilini ateşledi. Bu bahsettiğim jeopolitik yasalar Türkiye’yi de er ya da geç bu kampa doğru sürükleyecektir. Gelinen noktada esas mesele, Türkiye’nin hangi kampta yer alacağı değil yer aldığı kampın içerisinde hangi statüde olacağıdır. Türkiye’nin doğrudan Rusya veya Çin’e yaklaşmak yerine izlemesi gereken strateji, zamanında Atatürk’ün kurmuş olduğu Sadabat Paktı gibi bölgesel anlaşma zeminleri bulmak şeklinde olmalıdır. Komşu ülkeler; İran, Irak ve Suriye ile güçlü ilişkiler geliştirdikten sonra Rusya ve Çin ile muhatap olmak daha doğru olacaktır. Aksi takdirde tıpkı ABD gibi emperyalist ülkeler olan Rusya ve Çin karşısında ülke kendi çıkarlarını savunacak duruşu ortaya koyamaz. Yine tıpkı ABD ile olan ilişkilerde olduğu gibi müttefik değil ancak müstemleke olunabilir!

Darwin’in doğal seçilim kuramı devletler için de geçerlidir. Güçlü olan değil coğrafi koşullara ve bu koşulların tertip ettiği konjonktüre en iyi uyum sağlayan hayatta kalacaktır. Atlantik kapısı Türkiye için kapanmıştır. Gerçi geçmişte de ne kadar açık olduğu tartışılır. Zira 1838’de İngilizler ile imzalanan Balta Limanı Anlaşması ile başlayıp, Tanzimat Fermanı ile devam edip oradan da bugünlere uzanan içimizdeki İrlandalılar(NATO’cu Amerikancı Batı Kulübü) ‘’Batı ile bütünleşmek Türkiye için jeopolitik bir zorunluluktur’’ diye bik bik öterken biz bu ‘’müttefikliğin’’ hiçbir faydasını göremedik. Aksine hep komploların hedefi olduk. Zeytinyağı tüketen Türkiye’ye önce ‘’yardım’’ diyerek soya yağı gönderdiler, zeytinyağı üretimi baltalanıp vatandaş soya yağına alıştığı zaman ise aynı soya yağı ücrete tabii oldu. [4] Kore’ye Libya’ya yapılan NATO müdahaleleri için Türkiye’den asker talep edildi ancak aynı Türkiye güney ve doğu sınırlarında terör ile mücadele ederken müttefiklik unutuldu. Hatta YPG müttefik ilan edildi. [5] Örnekleri çoğaltabilirim tarih bu tarz şeyler ile dolu! [6] Tüm bu saydıklarımı göremeyen Batıcı pembe götlü liberaller ‘’tarihin sonu geldi’’ diyen Fukuyama’cı söylemlerin duvara tosladığını da göremiyorlar. Türkiye er ya da geç Avrasya bloğu ile önemli ilişkiler geliştirecektir.

Ancak Türkiye’de jeopolitik zerre önemsenmediği için bu noktada ülkemiz iç hat(sıkışan) konumda bir ülke haline geldi. Şöyle etrafımıza bir baktığımızda Türkiye’nin Şam’da, Kahire’de ve Tel Aviv’de büyükelçisi bulunmamaktadır. Hadi bunlardan İsrail’i bir nebze olsun anlarım. Siyonizm’in içerdiği Arz-ı Mevud(vaat edilmiş topraklar) doktrini Türkiye’den de toprak talebi bulunan bir ideal. Bu noktada Türkiye jeopolitiği ile İsrail jeopolitiğinin çatışması çok da sürpriz değil. Ancak senin Suriye ve Mısır ile alıp veremediğin nedir?

Sahi ya bu kadar şey söyledim de jeopolitik denince aklınıza ne geliyor? Okullarda ezberletilen bir şey vardı nasıldı o? Hah hatırladım; ‘’Türkiye’nin jeopolitik konumu çok önem taşımaktadır.’’

‘’Nedir bu önem?’’ diye sorduğunda da ‘’eee üç tarafı denizlerle çevirilidir’’, ‘’İstanbul ve Çanakkale Boğazları’’ ‘’medeniyetler beşiği Anadolumuz Avrupa ve Asya arasında köprüdür’’ gibi cevaplar verilirdi.

Eğer sen kendi jeopolitiğini ‘’köprüye’’ indirgersen o köprünün üzerine basıp da geçen çok olur. Jeopolitik de böyle bir şey değildir zaten. Evet, Türkiye’nin konumu gerçekten çok büyük nimet, üç tarafının denizlerle çevrili oluşu, enerji kaynakları, doğal zenginlikler vs. Dünya yeniden dağıtılsa bu coğrafyayı almak yine akıllılıktır ancak bugünlerde Doğu Akdeniz’de birtakım enerji sahalarının paylaşımı yapılıyor ve sen bundan dışlanıyorsun. Neden? Zira dış politikamıza jeopolitik yasalar yön vermiyor. Mezhepçi ve gerçeklikten uzak birtakım fantastik saplantıların yön verdiği dış politika seni her şartta tehlikeli bir biçimde yalnızlaştırır. Suriye’de kalkıp da sırf sünni diye ÖSO ile iş tutmaya kalkarsan bu iş olmaz. Zira Özgür Suriye Ordusu(ÖSO);
1- Özgür değildir
2- Suriyeli değildir
3- Ordu değildir

İhvancılık yaparak garip gayrimeşru örgütlerle müttefik olmak Türkiye’ye Mısır’da kaybettirmişken aynı şeyleri Suriye’de de yapıp farklı sonuçlar ummak her şeyden evvel akla aykırıdır. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, "1911 ile 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız" [7] şeklinde bir açıklama yapmıştı bilmem hatırlar mısınız. Bakın bu gerçeklikten uzak yayılmacı ve saplantılı tavırlar dışarıdan hiç öyle hoş algılanmıyor. Dış politikasını bu temel motivasyonlar üzerine kuran bir Türkiye hakkında tüm bölge ülkeleri, ‘’bunlar acaba bizde de bir darbe örgütlemeye, suni bir muhalefet yaratmaya kalkar mı?’’ gibi endişeler taşır. Bunun sonucunda ise yalnızlaşırsınız. 2x2=4! Libya’da ülke topraklarının büyük bir bölümünün kontrolünü ele alan Halife Hafter, Türkiye’den nefret ediyor. Olur da yönetimi devralmayı başarırsa Türkiye’nin Sarraç yönetimiyle imzaladığı Akdeniz’deki deniz yetki anlaşmasını yırtıp çöpe atacaktır. Ee Hafter’i mi destekleyelim? Yine meşru hükümete karşı muhalefet pozisyonunda olmayacak mıyız? Hayır, Türkiye’nin Libya’daki pozisyonu Sarraç vs Hafter gibi sığ bir ayrımın üzerinde halkçı ve bölgenin refahını önceler tarzda kapsayıcı olmalıdır. Libya’daki varlığımız temellendirilmeye çalışılırken sık sık Atatürk referans verilmeye çalışılıyor ancak şunu hatırlatmamda fayda var Mustafa Kemal orada şu veya bu grubu desteklemeye gitmemişti. Yaptığı şey ayrık vaziyette bulunan Arap aşiretlerini İtalyanlar’a karşı birleştirip anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaktı. [8] Bugün Türkiye de gönül bağı da bulunan bu coğrafyada hakeza aynı arabulucu tavrı takınabilirdi ancak bugünün devlet aklı böylesi bir tavrı göstermekten hayli uzak.

Son verdiğim örnek tarih referanslı bir dış politika hamlesiydi. Ancak sırf jeopolitik yasalar öncelense dahi bölgede barış ve istikrarın, meşru devlet yöneticileri ile diplomatik ilişkileri en iyi şekilde yürütmenin en akılcı ve çıkar yol olduğu ortadadır. Hiçbir şey bilmiyorsanız elinize bir harita alın ve bakın; tüm bölge ülkeleri ile problemler yaşayarak bir yere varılabilir mi? ‘’Komşularla sıfır sorun’’ diyerek çıkılan yolda sıfır sorun, sırf soruna dönüştü. Yazının başlarında verdiğim NATO ve SSCB örneğinde olduğu gibi ırk, din, mezhep veya ideoloji değil tek gerçek coğrafyadır ahali.

Coğrafya kaderdir, politika ise kaderi değiştirme uğraşı. Bu ikisi arasındaki dengeyi kuran da jeopolitiktir.

Hadi selametle…


-----------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur'an - Bakara, 154
[2] Kur'an - Yunus, 100
[3] https://www.koresavasiveizleri.com/sehitlerimiz/
[4] Sessiz Savaş, Osman Nuri Koçtürk, 1969, Ararat Yayınevi
[5] https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiye-ile-nato-aras%C4%B1nda-ypg-gerginli%C4%9Fi/a-51484972
[6] https://selamahali.blogspot.com/2018/05/bagmszlg-ipotek-ettirmek-ikili.html
[7] https://www.haberturk.com/gundem/haber/708252-kaybettigimiz-topraklarda-bulusacagiz
[8] Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder