25 Kasım 2014 Salı

TOFAŞ Zulmü

Selam ahali oldukça sıkıntılı geçen günlerimde dahi araştırmaları ihmal etmiyorum. İnsanlar bir şeyleri farketsin diye uğraşıyorum ve bu farkındalık çığ gibi büyüsün nihayetinde tepki koyar hale gelebilelim, bunu temenni ediyorum.

Öncelikle bu yazı Şahin ile patinaj çeken semt çocuklarını ve Doğan SLX tayfasını biraz üzecek ama olsun neler gördük be Hüseyin.

Dünyayı sermaye yönetir bunu zaten çoktan oturtmuş olmamız gerekiyor. Rotschild'dan başlayarak Rockefeller, Agnelli derken liste uzayıp gidecektir.


TOFAŞ 1968'de kurulan, Vehbi Koç'un temellerini attığı bir KOÇ Holding girişimidir. TOFAŞ'ın KOÇ grubuna ait olduğunu dahi inkara kalkışacak olan embesiller olabilir, onları da şöyle tokatlayayım;

http://www.tofas.com.tr/tr/hakkinda/Pages/Hakkimizda.aspx

Belgelerle konuşuyoruz...

KOÇ biraz şaibeli bir yapıdır. Rockefeller 1928 yılında Vehbi Koç'la bir işbirliği yapmıştır. Vehbi Koç Standard Oil petrol şirketinin yerel temsilcisi olmuştur. Şu an dünya üzerindeki birçok firmanın KOÇ'la çalışmasını da açıklıyor bu ortaklık. Yoksa kimse kimsenin kara kaşına kara gözüne ortaklık yapmaz şunu bir oturtalım. Ayrıca KOÇ sermayesinin Osmanlı'dan İsviçre'ye kaçırılan altınlara dayandığı yönünde iddialar da vardır. Bir de üstüne böyle bir ortaklık olunca KOÇ'a laf söyleyebilmek kimin haddine. Ve bu ülkede herkes iktidarla papaz olabilir ayrı düşebilir ama KOÇ olmaz. KOÇ gururla sunar 1928'den beri...

Ayrıca Vehbi Koç’un ortağı Bernar Nahum'un babasının Hayim Nahum olduğuna yönelik iddialar vardır. Ancak Osmanlı'da nüfus kayıtları kimi durumlarda biraz problemli bir konu olabildiğinden bu iddialar komplo teorisi düzeyinde kalmaktadır. Hayim Nahum’u tanımayanlar için de çok kısa bir şekilde;

Kendisi Lozan’daki Türk heyetinde yer alan Yahudi hahambaşıdır.

Buraya kadar toparlayalım;

1) TOFAŞ bir KOÇ markasıdır.
2) KOÇ 1928 yılında Rockefeller ile bir anlaşma yapmıştır.(Standard Oil Türkiye temsilciliği)

Şimdilik bu bilgiler saha kenarında dursun zamanı geldiğinde sahaya süreceğiz hem bu arada hazmetmiş olursunuz öğrendiklerinizi

Şimdi malum yıllara bi' geri dönüş yapacak olursak 1968-1996 arası Türkiye Otomotiv sektörü tekel altındadır. TOFAŞ'ın malum ''kuş serisi'' piyasanın hakimidir. Bu araçlar da bu halka fahiş fiyatlardan satılmıştır. Hatta satılmıştır diyemeyeceğim ''itelenmiştir'' yahut ''kakalanmıştır'' gibi ifadeler daha doğru olur. Hatta şöyle ki o dönem bu araçlara verilen para ile İstanbul'un metropol semtlerinden daireler alınabiliyordu. Bunu da ben söylemiyorum ha sorun o dönemi yaşayan büyüklerinize babanıza dedenize falan anlatsınlar. Yazık yahu insan gerçekten hazmedemiyor bunu, gerçekten üzülüyorum.

Bir de TOFAŞ'ın malum ''kuş serisinin'' yanında genelde Yeşilçam filmlerinden görmeye alışık olduğunuz R12 Toros'lar vardı. Böyle bir model de sadece Türkiye'de var zaten. Arka kapı camlarının bagaja yakın olan kısmına da garip garip üçgen mermer veya demir parçaları koyarlardı ki tam bir rezillik. Ve bu çürük çarık araçlar bu millete borçla harçla eşşek(evet iki ş ile zira tek ş yetmiyor bu gibi durumlarda) yükü paralarla satıldı, bankalara mahkum edildi muhtaç bırakıldı her anlamda sömürüldü.

''Sen nasıl emek ürünü olan araçlara çürük çarık dersin ulan!'' diye çıkışacak ayarsızı da şöyle tokatlayacağım;

TOFAŞ FIAT İştirakıyla Türkiye'de faaliyet göstermiştir. Zaten KOÇ hiçbir zaman kendi öz kaynaklarıyla üretim yapmaz. Global şirketlerin bölgesel temsilcisi olur. Bu satır arası bilgiden sonra tekrar TOFAŞ-FIAT özeline dönecek olursak;

TOFAŞ'ın malum ''kuş serisi'' Fiat Regata'nın çakmasıdır ve bu araçlar belli bir tarihten sonra asla İtalya'da yahut dünyanın başka bir yerinde bir daha piyasaya sürmedi. Zira bu çürük çarık araçları sadece bu millete layık gördüler.

Sizi gidiler sizi. 

Ayrıca FIAT'ın sahibi de yazının başında ismini zikrettiğimiz Agnelli'den başkası da değildir.

Ya ne olacağıdı??

Renault'da da benzer bir durum söz konusu. Zira R9(Broadway,Fairway ve Spring) modellerinin lisansı 1979 yılında son bulmuştur ancak Türkiye'de 1999 model Broadway buabilirsiniz. Bu araçlar yıllarca Bursa'da eski teknolojiyle lisanssız ve hiçbir çarpma testinden geçmeksizin üretildi.

Bir de Renault'yu inceleyecek olursak Renault'nun sahibi 1877-1944 yılları arasında yaşamış olan Louis Renault'dur. Renault 1. Dünya Savaşının en büyük silah tacirlerinden biridir.

Unutmayın; aptallar savaşır, masumlar ölür ve silah tacirleri parayı götürür...

Bu bilgiler ışığında Renault da pek masumane bir şirket değildir kanısına ulaşabiliriz. Hatta rahatlıkla emperyal güç olarak tanımlayabiliriz.

Tekrar toparlamak gerekirse;

1)TOFAŞ KOÇ'un girişimidir.
2)TOFAŞ FIAT ortaklığı söz konusudur.
3)KOÇ-Agnelli ortaklığı söz konusudur.
4)KOÇ-Rockefeller ortaklığı söz konusudur.
5)Kan emici silah tacirlerinden biri olan Renault uzun yıllar boyu Türkiye otomotiv piyasasında söz sahibi olmuştur.

Görüldüğü üzere halk nasıl da kan emicilerin kucağına atılmış, sömürülmüş, borçlandırılmış ve bankalara mahkum edilmiş...

Son olarak tavsiyemdir ki okumak önemli okuyun araştırın bilinçlenin ve asla tek bir kaynağa bağlı kalmayın.

Kıssadan hisse; sığır olmayın


Selametle...

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Köprüyü Geçene Kadar Ayıya Dayı Diyen Evanjelikler

Selam ahali.

N'aber?

Eyvallah ben de iyiyim.

İyi...

Basit değil mi? Prosedür gereği mi yoksa? Standart olan durumumuz iyi mi?

Bi' ''nasılsın'' dedik alt tarafı ne felsefe yaptın be kardeşim. Siz de haklısınız canlarım ama ben de haklıyım o ne olacak?

En son bir insana ne zaman gerçekten iyi olup olmadığını öğrenmek için nasılsın diye sordunuz? Bunu gerçekten sormuyorum düşünmeyi bırakabilirsiniz. Hayatımızın içindeki basit prosedür gereği olan yapmacık ilişkiler selamlar kelamlar...

Bunları neden anlattım? En iyisi bu uzun girizgahın ardından konuya dalalım;

İşte Evanjelizm ile Siyonizm arasındaki ''dostluk'' da bu tarz prosedür gereği yapmacık bir hadisedir.

Çıkar ilişkisi aga dünyanın çivisi çıkmış Muhittin ah ah eskiden böyle miydi??

Kahve muhabbeti yapmayın lan asırlık planlar bunlar eskiden de böyleydi. Ayakta uyutuyorlar seni.


Burada Hristiyanlar(Evanjelikleri kast ederek) neden Yahudileri(Siyonistleri kast ederek) destekler? diye sormuştum.

Cevabı sapkın bir inanca dayanır. Kemerlerinizi bağlayın uçuşa geçiyoruz.

Siyonistlerin ne kadar sapık olduğunu Talmud öğütlerini ve tahrif edilmiş Tevrat'ı okuyarak öğrenebilirsiniz. Az çok da biliyorsunuzdur zaten. Peki Evanjelikler?

Onlar da Siyonistlerden aşağı kalmıyorlar aslında. Şöyle ki;

Kudüs merkezli Yahudi bir kralın yönettiği Yahudi tek dünya devleti emeli olan siyonizmi destekliyorlar çünkü bu kötü bir şey.

Haydaaaaaa kötüyse niye destekliyorlar lan?

Dünyadaki kötülük kat sayısını arttırmak istiyorlar. Şayet dünyadaki kötülük kat sayısı artarsa(Kaosmetre var sanki ellerinde) inanç sistemlerinde bahsedilen Yahudilerle yapacakları savaşın(Armageddon) gerçekleşmesi için gerekli olan enerji sağlanacak savaş olacak kazanacaklar ve İsa Mesih gelip dünyayı yönetmeye başlayacak. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyorlar. Gerçi o köprünün varacağı yol da yol değil ya neyse.

Bunların ne kadar saçma ne ilmi ne ruhani hiçbir mantığa oturtulamayacak uyduruk fikirler olduğu 1200 km öteden belli değil mi?

Bakın Evanjelikler de tıpkı Siyonistler gibi uyduruk ''enerji'' mevzularına fazlasıyla inanır. Zira ikisi de aynı kapıya çıkar;


Luciferian öğretiye,


Satanizme…


Mesela işte bu yüzden o beş para etmez kişisel gelişim kitaplarında gereksiz bir pozitiflik hakimdir, tatlı tatlı anlatırlar ve tam da bu yüzden her cümlede enerji kelimesini kullanırlar. Meditasyon, yoga ve bunun gibi bilimum popüler kültür öğretisi aslında sapkın birer ritüeldir.

O yüzden akıllı olacaksın arkadaşım. Senin elinde hakkı anlatan bir kitap(Kur'an) var. Ona uyacaksın. İslam gericilik değildir bırakın bu ayakları. Lütfen biraz kır şu önyargılarını da bir düşün sığır olma, çıkar o at gözlüklerini kafandan. Çağ dışı bulduğun o dinine bak biraz sen mi çağ dışısın yoksa sana bu yaftayı vuranlar mı? Enerji ne olum siktirin gidin lan. Bu değerlendirmelere hatta ne değerlendirmesi ya ''dayatmalarına'' uymayın, bağımsız parametreleriniz olsun. 

Okuyacaksın araştıracaksın anlatacaksın ve sonunda baş kaldıracaksın. Kafayı kaldırıp n'oluyo lan?? demek gerek. İbrahim Üzülmez gibi kafayı öne eğip topu sürmeyin. Bir bakın nere gidiyoruz diye ama bunu saha bitmeden yapmak gerek, geç kalmamak gerek.

Uyanmak gerek, okumak gerek, araştırmak gerek…

Hadi Selametle.

21 Haziran 2014 Cumartesi

Dünya Savaşları Milliyetçilik ve İsrail

Selam ahali. Konumuz dünya savaşları, milliyetçilik ve İsrail üçgeni. Bu üçünü nasıl bağlayacak lan diye düşünenler okumaya devam edebilir.

Şimdi gençler durum şöyle ki 1. Dünya Savaşı'nın sebeplerini say desek Sırp milliyetçisi bir elemanın Ferdinand'ı öldürmesi diyecek bir ''dangalak'' yoktur herhalde. Ki artık okullarda bile bunu ''göstermelik sebep'' olarak tanımlıyorlar. Peki gerçek sebep nedir? Sömürgecilik, eee şey pazar arayışları falan derseniz de vururum sizi. Bunun tek bir sebebi var gümbür gümbür ayan beyan ortada; İsrail!

Nasıl lan, İsrail 1948'de kurulmamış mıydı? Evet 1948'de kuruldu ancak tarihte olaylar ve olgular vardır ve bunlar da şak diye bir anda olmaz.

Vahdettin Engin’in yazdığı Pazarlık güzel kitap lan okudunuz mu? Okuyun.

Reklamların ardından devam ediyoruz. Nerede kalmıştık? Haa İsrail evet öhöm...

T.Herzl diyeceğim şimdi, kendisi Siyonizmin ağır toplarındandır hatta siyasal Siyonizmin kurucusudur da denebilir. Herzl tüm bu 1. Dünya Savaşı teranelerinden önce Padişah II.Abdulhamid ile pazarlığa geliyor. Tasarısına göre ''vaadedilmiş topralar(??!)''ı alacak orada bir Yahudi devleti kurulacak karşılığında da Osmanlı'nın İngiltere'ye olan tüm borçları silinecek. II. Abdulhamid ne yapıyor dersiniz? Senin benim vereceğimiz şekilde bir cevap veriyor. Koca bir ''hassiktir'' çekiyor. Sonuç olarak masa başında bu toprakları alamıyorlar.

Şimdi dikkatli olan arkadaşlarımız Yahudiler nasıl İngilizlerden alınan borçları silebiliyor lan diye sorar, kafamda deli sorular. O hikaye de şöyledir ki. Nathan Rothschild'den bahsetmem gerekecek, kendisi tarihin en büyük dolandırıcısı ve bankeridir. Bu iki sıfat da yan yana ne güzel durdu. N.Rothschild İngiltere - Fransa arasında Belçika'nın tepelerinde geçen meşhur Waterloo savaşında, iki tarafı da finanse edip İngiltere'yi dolandırarak İngiltere Merkez Bankasına çökmüştür.

Peki bunu nasıl yapmıştır?

O dönemlerde Yahudilere tanınan bazı ayrıcalıklardan yararlanarak savaşa gözlemci olarak katılır ve savaşın İngiltere lehine gittiği sırada(ki aynı zamanda savaş da bitmek üzeredir.) apar topar İngiltere'ye dönerek İngiltere'nin savaşı kaybettiği haberini yayar, piyasada büyük panik yaşanır. Hisse senetleri çöp olmuştur tabir yerindeyse ve tüm bu hisse senetlerini de ucuz fiyattan toplayan kişi;


NATHAN ROTHSCHILD(ya ne olacağıdı?)


Bununla beraber İngiliz piyasasının mutlak hakimi Rothschild'ler olur merkez bankasına(Bank of England) çökerler ve daha sonrasında Avam Kamarasına kadar uzanan bir yol vardır önlerinde...


Sonuç olarak dış borçlarımızın Yahudilerle ilişkisi buraya dayanır zaten spekülasyon ve manipülasyonlar diaspora Yahudilerinin asırlık yordamlarıdır.


Bu satır arası bilginin ardından tekrar İsrail'e dönüyoruz. Kurulacak o illet merak etmeyin.

Nasıl mı? Baktılar ki masa başında olmuyor savaşla alacaklar. Hangi savaşla? Hangi savaşla olacak evladım yapma etme Allah aşkına tabi ki 1.Dünya savaşıyla...

1. Dünya savaşının taslağını oluşturalım şimdi. Savaş çıkarabilmek için bir sebep lazım bir de savaşacak taraflar tabi.


Taraflar belli imparatorluklar(Osmanlı-Avusturya Macaristan - Prusya(Almanya) ve ulus devleti savunan sevgi pıtırcıkları(İngiltere - Fransa falan felan işte) Zaten ‘’tek dünya devleti’’ne giden yolda en büyük engel imparatorluklardı. Onları da aradan çıkarmış olacaklar. Ne güzel iş değil mi?


Sebep; İngiltere neden savaşa girsin ki? Zoru ne yani?

Rothschild sağolsun ekonomisi yamulmuş bir süper güç var ortada eğer savaşı kazanırsa zenginliklerine konabileceği topraklar var.

İngiltere bu kadar zenginlik elde edecekken Fransa durur mu?

Balkan azınlıkları neden Osmanlı'ya isyan etsin? Ne güzel yaşıyorlar hatta Anadolu halkından daha iyi yaşıyorlar. Burada ise derin bir algı operasyonu toplum mühendisliği yatıyor ahali. Her köşesi Mason locası olan güzelim Balkanlarda halka ciddi anlamda algı yönetimi uygulanıyor. Milliyetçilik ile gaza getiriliyorlar alttan alttan. Bu da bir süreç zaten.

Haydi savaş başlasın. Sonuçları biliyoruz zaten. Vaadedilmiş topraklar(??!)'ı aldılar mı?

Sapına kadar.

Şimdi bir sorun daha var. Yahudiler Avrupa'nın verimli topraklarını Alplerin çayırlarındaki huzurlu yaşamlarını bırakıp da neden çöle yerleşsin? Yerleşmiyorlar tabi ki. Şimdi ne yapmak gerekiyor?

Yahudilerin huzurunu bozalım.

Ta ta ta ta İkinci Dünya Savaşı;

Yahudileri korkutalım gerekirse katledelim. Hani bunlar Yahudi’ydi neden katlediyor kendi halkını?
Küresel Sermaye dediğim oluşumun vatanı milleti yoktur sadece amacı vardır. Siyonizm asırlık bir felsefedir. Bu uğurda kimsenin gözünün yaşına bakmayacak bir kararlılıktan bahsediyoruz. Haa bir de ayrıca Almanya’da katledilenlerin büyük kısmınını Yahudiler değil Polonyalılar ve Çingeneler oluşturur. Katledilen Yahudi azınlık ise şu an dünyanın anasını belleyenler değil mazlum masum ve gariban insanlardır. Dünya üzerinde yapılmış tüm savaşlarda olduğu gibi aptallar savaşmış masumlar ölmüş ve bankerler parayı götürmüştür. Özellikle 1600’lü yılların sonundan sonraki tüm savaşlar orospu çocukluğudur.


Neyse


Bunu yapacak kişi ;
Adolf Hitler






Görünürde Yahudi düşmanı nihai hedef olan siyonizme hizmet eden bir maşadan ibaret aslında. Hitler sempatizanı embesillere öğrendiklerini hazmetmeleri için bir dakika veriyorum.

Süreniz doldu devam ediyoruz.

Yahudiler kitleler halinde malum topraklara göç eder. İsrail kurulur. Orada yaşayan Araplar ne olacak? Araplar mı? Ne Arap'ı? Arap derken? Öyle bir şey de mi var?





Gerçi siz de haklısınız Arap falan kalmadı.

5 milyonluk Yahudiler Dünya'nın anasını ağlatıyor. Nasıl yapıyorlar? Hristiyanlar neden bunu destekliyor? Ona da geleceğiz. Evanjelizm ve Siyonizm ittifakı ilgili olacak bir sonraki yazım. 

Selametle...

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Çalış, İtaat Et, Tüket Nereye Kadar?

Selam ahali. Önceleri forumda yazardım bilenler bilir zaten ancak artık bir blog açmayı uygun gördüm. 

Forumdaki yazıları da seri bir şekilde buraya taşıyacağım. Bu yazı ise hem blogun başlangıcı hem de anlatacağım konular için bir lejant minvalinde olacak.

Çevrenize dikkat edin. İnsanlar bir şeyler elde etmek için uğraşıyor plazalarda ofislerde kimileri şantiyelerde madenlerde...

Ne alıyorlar bunun karşılığında?

Para...

Nedir bu para ne için kullanırız bunu?

İhtiyaçlarımızı karşılamak için. 

Ezberden gidiyoruz. Herkes takılmadan kolayca cevap verebiliyor bu sorulara.

İçinde bulunduğumuz toplumda insanların aylık ortalama geliri 2000-3000 TL arasında gider gelir. İhtiyaçlarımızı karşılamak için alıyorduk değil mi parayı? İnsanın ilk ihtiyacı nedir? Barınmadır, oturacağı başını sokacağı evidir. Peki şimdi bir soru soracağım. Kaçınız SADECE maaşıyla bir ev alabilir?(Bu ev örneği uç bir örnek ama olayın vehameti açısından anlatmam gerekiyor)Mantıklı olan şey bir insanın oturacağı evin parasını karşılayabilmesi değil midir? Neden alamıyor neden ev fiyatları ile maaşlar arasında bu denli bir uçurum var ahali? Herkese 1 trilyon maaş verilsin demiyorum yuh  abartmayın ama ölene kadar da ödememem lazım lan o evin parasını.

Peki herkesin bir evi var Allaha şükür. Nasıl aldık lan bu evi?

Eeee, bankadan kredi çektik.

Al işte geldik mi bankalara?

Banka nedir Allah aşkına? Tefeciliğin, iktisad müfredatındaki haksız kazanç kavramının kitaba uydurulmuş halidir açık ve net. Ben sana istediğin miktar parayı veririm ancak faiziyle geri alırım ödeyemezsen(ki o zaman sıçtın zaten) donuna kadar alırım. 3000 TL verdiğin o 3D LED TV'ni 100 TL'ye sayar haczederim. Gıkını bile çıkaramazsın.

Yanlış giden bir şeyler var hocam.

Ekonomiden biraz sıyrılıp sosyal yaşama gelelim. Açıkçası şu anki toplumdan tiksiniyorum, pencereden kafamı dışarı uzattığımda belli markalar ve akımlar etrafında dönüp duran, para, güç, statü gibi ölebilen tanrılara biat eden şuursuz sürüler görüyorum. Herkeste bir, toplum tarafından kabul görme uğruna aslında olmadığı gibi görünme çabası, sizi bu hale kim getirdi olum? Ne ayaksınız? Hiç düşünmüyor musunuz lan?

Yanlış giden bir şeyler var hocam.

İşte tüm bunlar birileri tarafından planlı olarak yapılıyor. İnsanların hızla tek tipleştirilmesi, insanların ve devletlerin sürekli borçlandırılması, dinlere, geleneklere, farklı yaşam biçimlerine yapılan saldırılar, yapay hastalıklar, salgınlar ve bitmek bilmeyen savaşlar gibi bilimum hinlik ‘’tek bir dünya devleti’’ emeli uğruna yapılıyor.

Peki biz tüm bunlara karşı ne yapabiliriz?

Öncelikle; sığır olmayacaksın, okuyacaksın, araştıracaksın ve belki de en önemlisi her bulduğun kaynağa atlamayacaksın.

Sonrasında ise;

Popüler kültüre teslim olmayacağız. Çoğunluğa değil doğruya itimat edeceğiz. Her uzatılan salatalığa elinizde tuzlukla koşmayın. Her birlik olalım diyeni de köyün delisi ilan etmeyin.

Moda diye dayatılanları da sallamayacaksın. Mesela şu şapkayı takma yahu. Obey diyor neye itaat ediyorsun lan?


Mesela kuru kafalı kıyafet giyme. Kuru kafa da nedir? Bones and Skulls örgütü(onu da anlatacağım başka bir yazıda)nü aklama ve sembollerini hayata monte etme çabaları işte.

Yani arkadaşlar, canlar, ciğerler anlatmak istediğim şey çevrenizde ne varsa sorgulayın doğrusunu bulun onu yapın. Düşmanınızı tanıyın ciddiye alın. Ayrıca unutmayın ki onlar bizden hala korkuyorlar. İster illüminati de ister küresel sermaye de ister Siyonizm de istersen Lahmacun de anasını satayım isimlere takılmayın hepsi aynı kapıya çıkıyor. İşte bu çarkı döndürenler insanların umursamazlığı yüzünden bu haltları korkmadan çekinmeden yiyebiliyor. Ancak hala güçlü olan taraf biziz. Bu blogda da en çok bu konular üzerine yazılar bulacaksın evladım. Şimdilik bu kadar. 



Hadi selametle