30 Eylül 2019 Pazartesi

Dedikodu

Selam ahali,

Yazıya da bu şekilde girmeyi özlemişim lan. Uzun zamandır Sapak.Org’da pek de alışık olmadığım bir formatta yazıyorum. İşler de orada baya iyi gidiyor aslında. Ancak hem hayat temposu içinde olup hem de bu proje ile uğraşıyor olunca buralara pek uğrayamaz olduk. Süreç içerisinde biraz yalnız da kaldık. İşin başında “yaparız, ederiz” diyenlerin bir bir ortadan kaybolduklarına da şahit olduk. Ancak bu tarz şeyleri çok da problem etmemek lazım. Kimsenin verdiği söze güvenerek bu işe girmedim en nihayetinde.

İnsanlar böyledir ahali buna alışmak gerek. Bu yazıda anlatacağım şeyler aslında yaptığım bu girizgahla alakalı şeyler değil, tüm bunları “bu kadar zamandır neredeydin?” sorusuna bir cevap olarak kabul ediniz.

Ama benim “alışamadığım” bazı insan davranışları da var bunlardan bahsetmek istiyorum. Aslında planlarım arasında hiç böyle bir yazı yoktu. Planlarım arasında eğitim sistemi vardı, jeostrateji vardı, neo-liberalizm vardı, Marshall yardımları vardı ama gelin görün ki canımı sıkan şeyler var.

Dedikodu, dünyanın en verimsiz eylemlerinden biri olabilir. Çözüm odaklı bir insanın kesinlikle başvurmayacağı bir yöntemdir dedikodu.
Benim “a” kişisi ile bir problemim varsa bunun muhattabı “a” kişisidir. Kalkıp da bunu üçüncü bir şahısla “b” kişisi ile paylaşmam. Çünkü bunun ortada var olan meselenin çözümüne zerre katkısı olmayacaktır.

Gerçi ben ne anlatıyorum ya, insanların arkasından atıp tutan biri bir şeyleri çözmek veya iyileştirmek gibi “iyi” bir şeyi amaçlayabilir mi? “Bizim insanımız şöyle temizdir, saftır, ahlaklıdır” nutuklarına zerre katılmıyorum. Dünya üzerinde hiçbir toplumda “elin ağzı torba değil ki büzesin” diyerek dedikoduyu normalleştiren, “devletin malı deniz yemeyen keriz” diyerek, “bal tutan parmağını yalar” diyerek de hırsızlığı, yolsuzluğu teşvik eden atasözleri bulunmuyordur buna emin olabilirsiniz. Zira insanlar ne kadar kötülük ve ahlaksızlıklar yapıyorlarsa da bunu aleni biçimde ifade etmekten çekinir yaptığının tam tersini öğütler. Bizde ise artık böyle bir çekince kalmamıştır, atasözlerinde bile türlü ahlaksızlıklara cevaz verilir.

Siyasetçiler; omurgasız, hırsız ve yalancı olarak eleştirilir ancak kimse şunu düşünmez, bu insanlar uzaydan gelmediler ki. Bu toplumun içerisinden çıktılar. İçerisinde yaşadıkları toplumun değerlerine gösterdikleri uyumla yine içerisinde yaşadıkları toplumda “çoğunluğun” güvenini ve övgüsünü kazanarak bulundukları makamlara geldiler. Kendi değerlerinize, düşünce dünyanıza ters birini destekler misiniz?

Neyse, konuyu biraz saptırmaya başladığımı farkettim.

Toparlıyorum

Velhasıl kelam, insanların arkasından konuşulması epey ciddi bir konu. Hatta öyle ki buna şiddetle maruz kalan insanlarda delüzyonel bozukluklara dahi sebep olabiliyor. Delüzyonel bozukluktan muzdarip hastalarda aşırı duyarlı ve sürekli tetikte olma hali hakim olur. “Bu benim arkamdan mı konuştu?” “Ben şu ortamı terkettiğimde acaba arkamdan ne diyecekler?” gibi sürekli bir paranoya halinde olduğunuzu düşünün. Olum insanlara bunu yapmaya ne hakkınız var lan?

Hea ben “arkadan konuşulma” işini bu ölçülerde ciddiye almıyorum tabi ki. Hatta ne kadar ciddiye aldığımı şöyle ifade edeyim, şu an bu satırları yazarken arka planda Nesrin Sipahi’den “Keçi vurdum çayıra”yı dinliyorum hehehe

Ancak bu “arkadan konuşulma” işi kesinlikle yavana atılmaması gereken bir mevzudur. Bilinçli ve manipülatif bir şekilde yapılıyorsa büyük ahlaksızlık çözüm(!) amaçlanıyorsa da büyük bir gerizekalılıktır.

Gerizekalılık demişken Rusların yayınladığı yeni haritaları gördünüz mü?




Bakın Türkiye’nin üzerinde ne yazıyor; “Batı Sufi Birliği”


Bir saniye


HAHAHAHAHA


Tamam sakinim


Ruslar oturup düşünmüşler; Orta Doğu’daki ABD hegemonyasını nasıl kırarız diye. Sonuç olarak da tasavvuf düşünceleriyle anti-Amerikancı fakat uslu bir manevi ittifak sağlayabileceklerini Yunus Emre ve Mevlana’yla işi götürebileceklerini öngörmüşler.
Eee Putin boşu boşuna Üçlü Suriye Zirvesinde ayet okumadı. Bizim Kanal 7 ve Yenişafak gibi muhafazakar medya da elinde tuzlukla koştu yine uzatılan bu hıyara. Zamanında Obama da müslüman ilan edilmişti. Yok Alman kayzeri gizli müslüman, yok Kraliçe Elizabeth peygamber soyundan geliyormuş, Napolyon sonradan müslümanlığı kabul etmiş de bunu gizlemiş gibi “aşağılık kompleksi” ürünü anlatılar her daim alıcı bulmuştur müslüman cenahta.
Haritada bir şey daha dikkatinizi çekti mi? Misak-ı milli sınırları ödül olarak geri verilmiş Türkiye’ye ya la. Amerikan emperyalizminden Rus emperyalizmine transferin bonservis ücreti olsa gerek.
Gerçi zamanında Amerikalılar da bu tarz haritaları çok yayınladılar. Graham Fuller’in Türkiye’yi bölgesel güç ilan etmesi mi dersin, Yeni Osmanlıcılık mı dersin gırla teraneler geldi geçti.
Ancak baki olan bir şey var ki biz bu tarz “dedikoduları” çok seviyoruz.
Ne diyelim; coğrafya kaderdir.


Hadi selametle...