27 Aralık 2018 Perşembe

Bir Medeniyetin Çöküşü; Anadolu Selçuklularında Akılcılık ve Tasavvuf Mücadelesi

Selam ahali, bu blogda tasavvufla ilgili çok yazı yazdım. Bu zamana dek anlattıklarım genel itibariyle;
  •          Tasavvufun İslam inancıyla taban tabana zıt olduğu
  •          İslam’da tanrının tasavvufta ise varlığın tek olduğu
  •          Tasavvufun İslam’a Doğu’dan yani Hint ve İran kültürlerinin torna tezgâhlarından geçerek geldiği
  •          En nihayetinde ‘’İslam’ın altın çağı’’ olarak tanımlanan 8 ve 13. yüzyıllar arası hüküm sürmüş olan üretken, bilimsel faaliyetler yürüten akılcı geleneği yok ettiği


gibi şeylerdi. Ancak bu ‘’altın çağın’’ nasıl bittiğini anlatmamıştım. Şimdi işin detayına ineceğiz. Topumla tüfeğimle geliyorum.


İslam, Arap coğrafyasında daha önce sağlanamamış ‘’siyasi birliği’’ sağladığı için Araplar, İslam’la beraber bir çıkış yakalamışlardır ancak esas ‘’altın çağ’’ olarak tanımlanan dönem 8. yy’da akılcı Mutezile akımının İslam medeniyetinde güç kazanmasıyla başlar. Mutezile öncesi İslam döneminde de birçok fetih olmuştur ancak yeni kazanılan topraklarda karşılaşılan kültürlere mesafeli bir tutum sergilenmiş, kitaplar da ‘’siz Kur’an’a alternatif mi çıkarıyorsunuz lan’’ diyerek yakılmıştır. [1] Arapların yeni coğrafyalardaki temel stratejileri Kur’an’ı benimsetmek üzerineydi. Bu çalışmalar esnasında Hıristiyanların, İsa peygamberin tanrı ya da tanrı oğlu olmadığı, Meryem’in de tanrısal özellikler barındırmayan yalnızca saygıdeğer inançlı bir kadın olduğu gibi görüşlere sahip oldukları için ötekileştirdikleri Nesturiler ile karşılaşılmış ve bazı ortak noktalarda buluşulduğu için de en baştaki katı tutum yumuşamaya başlamıştır. Bu yumuşama beraberinde bilgi alışverişi ve kültür etkileşimini getirmiş dolayısıyla bilimsel gelişmeler için iklim ve zemin müsait hale gelmiştir. Nesturiler, Bizans’tan dışlandıkça Müslümanlarla yakınlaşmış ve gruplar halinde Müslüman olmalar başlamıştı ancak bu geçişler Sabetaycıların yaptıkları gibi yüzeysel geçişlerdi. Araplar da bu ‘’tam Müslüman olmamış’’ Nesturilerin durumundan rahatsızlık duymuşlar ve Nesturilerle giriştikleri tartışmalarda üstünlük elde edebilmek için Aristo mantığından başlayarak Yunan literatürünü öğrenmeye girişmişlerdir. İslam’da akılcı Mutezile hareketi işte bu şekilde ortaya çıkmıştır ahali. Bu hareketin öncüsü de Vasıl bin Ata’dır, kendisi yenilikçi ve isyankar bir kişiliktir hakkında okumalar yapmanızı tavsiye ederim. Ben yazının konu bütünlüğü gereği oraya giremeyeceğim.


Ortaokul tarih bilgilerinizi hatırlayın, Emeviler Arap milliyetçisi baskıcı bir yönetim sergilemiş, onlardan sonra gelen Abbasiler ise hoşgörülü bir politika benimsemişti hani. İşte o baskıcı Emevi dönemi politikalarının sonucu olarak İslam dünyasında iki önemli akım ortaya çıkmıştır ahali, birincisi boyun eğen, silik, pasif Sufi(Tasavvuf) akımı diğeri ise akılcı ve isyankâr Mutezile akımı. Emeviler, Mutezile’yi ezmeye yönelmiş ve sürekli baskı uygulamıştı daha sonra Abbasilerin hâkimiyetinde ise Mutezile’nin akılcı yöntemlerinin Hıristiyanlarla girişilen tartışmalarda etkili bir teknik olduğu anlaşıldığı için Mutezile akımı güç kazanmaya başlar. 7. Abbasi Halifesi Me’mun döneminde akılcı Mutezile’nin devletin resmi ideolojisi olarak benimsenmesi İslam medeniyetinde 400-500 yıl sürecek önemli bir akılcı, bilimsel üretim geleneği ortaya çıkarmıştır.[2]


Paki nükleer fizikçi Pervez Hoodbhoy bu süreci şöyle anlatır;

‘’Araplar, fetihler sonucu kendilerini antik uygarlıkların muhteşem entelektüel hazinelerine sahip olmuş bir durumda buldular. ‘’Ulum-el-avail’’(İslam öncesi bilimler) olarak isimlendirdikleri bilimleri dini tartışmalarda kullanmaya başladılar. Basra ve Bağdat sokaklarında özgür iradecilerle kaderciler arasındaki kanlı çatışmalardan Mutezile diye bilinen akılcı bir akım ortaya çıktı. Bu felsefenin Müslüman düşünce ve toplumu üzerindeki etkisi yüzyıllar boyu yankılanacaktı. Halifelerden Me’mun ve Mutaasım bunu bir devlet ideolojisi haline getirdi. Mutezile inançla akılı bağdaştırmayı amaçlıyordu. Müslüman teolojisi ile Yunan mantığı ile oluşturulan sentez İmparatorluk aracılığıyla İspanya’ya ve oradan da Endülüs’e yayıldı. Akılcılık cami ve medreselerde vaaz edildi. Toplumun nüfuzlu sınıfları(şehzadeler, saray mensupları, kadılar…) Mutezile’yi kendi inançları olarak kabul ettiler. Pozitif bilimlerde olağanüstü ilerlemeler Mutezileci yöneticiler zamanında gerçekleşirken, büyük İslam hocalarının ve bilim adamlarının çoğu ya akılcılığa olan bağlılıklarını açıkça ilan ettiler ya da büyük ölçüde bu akımın etkisi altında kaldılar. Mutezileciliğin İslam’ın dışında veya karşısında değil içinde gerçekleştirilen büyük bir devrimci hareket olduğunu anlamak önemlidir. [3]


Hatırlarsanız ben de ‘’İslam’ın Pasifize Edilmesi ve Tasavvuf’’ başlıklı yazıda başta Biruni olmak üzere İslam medeniyetinin altın çağını yaşatan akılcı hareketin temsilcilerinden örnekler vermiştim. Ancak Selçuklu dönemi Anadolu’sunun da herkesin huzur içerisinde bilim ile uğraştığı bir ‘’yitirilmiş cennet’’ ortamı olmadığını söylemek gerekir. Anadolu’da akılcı hareket ile tasavvuf hareketi bir savaş halindeydi, akılcılığın başını Ahi Evren, tasavvufun başını ise Celaleddin Rumi çekmekteydi.

Son yazdığım yazılardan ‘’Ego,Bencillik, Kibir, Önyargı’’da ‘’egonun yüksek olanı makbuldür’’ gibi bir laf etmiştim hatırlarsanız. Ahi Evren de esasında hemen hemen bu çizgide olan özgüveni ve benlik duygusu yüksek olan bir kişiliktir. Şöyle ki, Letaif-i Giyasiyye isimli eserinde maddenin başlangıcı olmayan(ezeli) bir şey olmadığından bahsederken; ‘’Eski ilim adamlarından hiç kimse bu delile muttali olamamışlardır.’’ [4] Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad’a sunduğu Yezdan Şinaht isimli eserinde ise yine; ‘’İlahi ve tabii ilimlerin meselelerinden hikmet sırlarını bu eserde derç ettim. Yunanlılardan bugüne dek muhakkik hükema ve ilimlerde rasih olanlardan hiç kimse bu sırları böylesine ifşa etmeği reva görmemişler ve bunu tehlikeli bulmuşlardır. Aristoteles bu yüksek sırların ancak isti’dad sahibi olanlara açılabileceğini söylemiştir. Cahillere, kabiliyetsizlere fitnecilere ve ehil olmayanlara açmak caiz değildir. Fakat ben Sultan Alâeddin’de isti’dad gördüğümden bu özlü risaleyi tasnif edip bu yüksek hediyeyi huzura göndermeyi vacip gördüm. … Vasiyetim şudur ki, bu eserin nüshasını kabiliyetsizlere vermesin.’’ [5] gibi ifadeler kullanmıştır. Celaleddin Rumi ise Hoca Ahi Evren’in bu özelliğinden dolayı kendisine ‘’iblis’’ demiştir. [6] Ayrıca Selçuklulara en parlak dönemini yaşatan Alâeddin Keykubad da Ahi Evren’i desteklediği için Celaleddin Rumi ve Şems tarafından topa tutulmuştur; ‘’O hiçbir işe yaramaz, cimrinin biriydi. İki hüneri vardı. İyi ok atar ve satranç oynardı.’’ [7]

Ahi Evren’in bilgiye ulaşma metodu yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzerine bol bol okuma, araştırma, deney ve gözlem yapmaktır. Ancak Rumi’nin tasavvufunda bilgiye ulaşmanın tek yolu doğrudan Allah’tan vahiy almak ya da durun Sufi jargonuyla söyleyelim; ‘’ilham ve keşiftir’’. Rumi, Mesnevisinin ön sözünde gayet de vahiy aldığını iddia etmektedir; ‘’Bu Mesnevi kitabıdır. O Allah’a kavuşma ve onun hakkında kesin bilgiye ulaşma sırlarını açan dinin aslının aslının aslıdır. O yüce Allah’a dair bilgi veren ve Allah’ın yolunu aydınlatan ve onun varlığının en açık belgesidir. Mesnevinin nuru içinde kandil bulunan bir oyuktan yayılan ışığa benzer. Sabah aydınlıklarından daha aydınlatıcıdır. Bu kitap, yeşillikleri ve pınarları bulunan cennetlerin cennetidir. … Bu Kitap Mısır’daki Nil nehri gibidir. … Cenab-ı Allah’ın Kuran-ı Kerim hakkında buyurduğu gibi Mesnevi ile niceleri sapıklığa sapar, niceleri hidayete erer. Çünkü o kalplere şifa, üzüntülere cila, Kur’an’ı açıklayan, rızkı bollaştıran, ahlakı güzelleştirendir. Melekler ona yalnızca temiz olanların dokunmasını sağlar. Âlemlerin rabbinden indirilmiştir. Önünden ve arkasından batıl ona yaklaşamaz. Çünkü Allah tarafından korunmaya alınmıştır.’’ [8]

Bu önsözde yer alan ‘’ içinde kandil bulunan bir oyuktan yayılan ışığa benzer’’ cümlesi Nur suresinden, ‘’Âlemlerin rabbinden indirilmiştir’’ cümlesi Vakıa suresinden, ‘’Allah tarafından korunmaya alınmıştır’’ kısmı ise Fussilet suresinden Kur’an’ı tanımlayan ayetlerdir. Rumi’nin oğlu olan Sultan Veled’in aktardığı bir olaya göre ise bir gün Rumi’nin bir dostunun Rumi’ye gelerek neden Mesnevi’ye Kur’an dediğini sormuş ve Rumi’den ‘’Ey köpek neye Kur’an olmasın? Ey eşek neye Kur’an olmasın? Ey bacısı kahpe neye Kur’an olmasın? Söz ve mana olarak peygamberlerin ve evliyanın ilahi sırlarının nurlarını ihtiva etmiyor mu?’’ cevabını almıştır. [9]

Celaleddin Rumi’nin akılcılık düşmanlığını en iyi yansıtan örneklerden biri de Mesnevi’deki ‘’Kel Papağan Hikayesi’’dir. [10] Rumi akılcılara şu beyitlerle yüklenir;




Dönemin ünlü tasavvufçularından Sadreddin Konevi, Ahi Evren’in de ilginç bir şekilde saygı duyduğu bir kişiliktir ahali. Sadreddin Konevi bir gün Tacüd-din Şehristani isimli bir Sufi’nin ‘’el Musaraa’’ adlı eserinde İbn-i Sina’ya salladığını ifade eden bir mektup yazar. El Musaraa, ‘’güreş tutmak’’ anlamına gelir ahali. Hoca Ahi Evren de bunun üzerine ‘’güreşenle güreş tutan’’ anlamına gelecek şekilde ‘’El Musaraatü’l-musaari’’ eser yazarak İbn-i Sina’ya sahip çıkmış ve Şehristani’ye de reddiye çekmiş olur.[11] Bu tartışmanın konusu ise en özet tabirle ilmi meselelerde aşkın yeridir ahali. Konu aşk olur da Rumi olaya müdahil olmaz mı sizce? Rumi de yine her zamanki gibi Hoca Ahi Evren’e giydirmiştir; ‘’Ey Hace sen şaşkına döndün. Âşıkları alaya aldın. Kendi sersemliğinle Allah’la güreşmeye kalktın.’’ [12] Mevlana yine bildiğimiz gibi ahali. 100 metre engelli şirk koşma dalında altın madalyaya uzanıyor, kendisini tebrik ediyoruz. Hazır Rumi’nin Divan-ı Kebirine el atmışken oradan devam etmek istiyorum. Rumi, Ahi Evren’in yanında yer alan kendi oğlu Alaeddin Çelebi’ye eşek, Hoca Ahi Evren’e ise öküz demektedir [13];









‘’Eşeğim öldü’’ kısmından zaten çıkarmış olabileceğiniz gibi bu beyitler A. Çelebi’nin ölümünden sonra yazılmıştır. A. Çelebi ve Hoca Ahi Evren’in öldürülmelerine, eğer unutmazsam geri döneceğiz ahali. O kısım işin siyasi boyutuna kaçıyor biraz. Önce şu soğuk savaş ortamını bi’ halledelim istiyorum. Ardından kronolojiye uygun bir biçimde oraya kadar geleceğiz.

Rumi’nin oğlu A. Çelebi, Şems ve Rumi arasında geçen ve önemli gördüğüm bir mesele de Kimya Hatun meselesidir ahali. Şems-i Tebrizi 1244’de Konya’ya gelince Celaleddin Rumi henüz 15 yaşında olan cariyesi Kimya Hatun’u Şems’e nikâhlar. Şems bu esnada 65 yaşındadır! Öte yandan Rumi’nin oğlu A. Çelebi ve Kimya Hatun da birbirlerini sevmekte ve hatta evlenmeyi düşünmekteydi. Aşiret dizisi senaryosu gibi gelişen bu olaylar elbette birçok probleme de sebep olmuştu. Şems ve Kimya Hatun Mevlana medreselerinin bir hücresinde kalmaktaydı. A. Çelebi de babasını görme bahanesiyle buraya sık sık gelip Kimya Hatun ile görüşmekte, Şems de bu durumdan rahatsızlık duymaktaydı. Şems’in bir gün A. Çelebi’nin önünü kesip ‘’Hey delikanlı bir daha buradan geçersen ayağını kırarım’’ dediği nakledilir. [14] Şems, Kimya Hatun’a çok düşkünken Kimya Hatun doğal olarak dedesi yaşındaki bu adamla beraber olmaktan mutlu değildi ve sık sık yanından kaçmaktaydı. Ancak Rumi, adamları vasıtasıyla her seferinde kızı bulup geri getirmeyi başarmıştı. [15] Ancak bu kaçışların sonuncusunun ardından Şems bu küçük kızı boynunu kırarak öldürmüş ve olayın ardından Konya’yı terk etmiştir. [16] Ancak Mevlana daha sonrasında diğer oğlu Sultan Veled’i, Şems’in ardından gönderip onu geri getirmesini istemiş ve Şems’in geri dönüşüyle de şu beyitleri yazmıştır;






Evet ahali, Celaleddin Rumi gerçekten çok çok iyi bir şairdir ancak ne insanlık anlamında ne de teolojik olarak onaylanacak bir kişilik değildir. Yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildir. Hele bazılarının anlattığı gibi ‘’hazreti’’ hiç değildir. Hele ki Mevlana hiç hiç değildir. Hem ‘’Vağfu annâ, vağfir lenâ, verhamnâ. Ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn’’ diye ayet okuyacaksın [17], ki Türkçesi ‘’Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et" demektir, sonra da Allah’ın yarattığına ‘’Mevlana’’ diyeceksin! Siz şaka mısınız Allah aşkına? Böyle bir şey olabilir mi ya? Çıldırdım yine. Ne diyorduk lan? Heh Şems tekrar Konya’ya dönmüştü en son.

Şems-i Tebrizi, Konya’ya bu ikinci gelişinden bir yıl sonra öldürülür ahali. Önemli bir Sufi olan Eflaki’nin anlatımına göre Alaeddin Çelebi, Kimya Hatun meselesinden dolayı bazı kötü niyetli kişilere uyarak ve onlarla ittifak ederek Şems’i katletmiş ve evlatlıktan reddedilmiştir. [18] Zaten Hoca Ahi Evren’in yanına, yani Kırşehir’e, geçişi de böyle olmuştur.

Bu arada, hani Nasreddin Hoca diye bir fıkra karakterimiz vardır ya. İşte o kişi aslında Ahi Evren’dir ahali. Ahi Evren’in kullandığı anlatım tekniklerinden biri de mizahtır. Ancak Rumi ve taraftarlarının Anadolu topraklarında ve İslam âleminde gücü eline geçirmeleriyle yürüttükleri algı ve itibarsızlaştırma operasyonları neticesinde Nasreddin Hoca gülünç ve saçma sapan bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten Ahi Evren’in tam adı Hace Nasirüd-din Mahmud’dur. [19] Hace zaten bildiğin Hocadır, Nasirüd-din Selçuklular döneminde isimlerin önüne alınan lakaplardan biridir ve ‘’dine yardımı dokunan’’ anlamına gelir. Selçuklu dönemi lakaplarının mantığını anlamak adına Nizamülmülk’ün Siyasetname’sini okumanızı tavsiye edebilirim ahali. Oldukça eğlenceli bir kitaptır. Reklamların ardından devam ediyorum. Yani adamın adı bildiğin Mahmut’tur ahali. Ahi ve Evren de aslında ayrı ayrı lakaplardır. Ahi lakabı esnaflığına ve deri ustalığına, yılan anlamına gelen Evren kelimesi de doktorluğuna atıf yapmak için verilmiştir. [20] Bu kadar çok yönlü bir kişilik ne yazık ki ‘’birileri’’ tarafından sansürlenmiş ve itibarsızlaştırılmıştır. Aslında bu bilge kişiliğe itibarını geri kazandırmak hepimizin boynunun borcudur. Bu iade-i itibar işine girişen Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi kitabının(şiddetle tavsiyedir) yazarı sayın Prof. Dr. Mikail Bayram’ı da kutlarım. Şimdi gelin bu itibarsızlaştırma sürecini oluşturan siyasi konjonktürün nasıl geliştiğine göz atalım.


Son yayınladığım yazı olan ‘’Politika Yapabilmek İçinBilinmesi Gerekenler III; Ekonomi’’de Gazali’den bahsetmiş ve tasavvufçudur ancak bazı konulara yaklaşımıyla büyük felsefecidir demiştim. Esasında o Gazali, İslam’da akılcılığı bitiren adamlardan biridir ve bunu yapmak için devlet tarafından görevlendirilmiştir! Sonda söyleyeceğimi başta söylemiş oldum ancak şimdi işin siyasi kısmını ele alıyoruz ahali.

Öncelikle Gazali’nin zihin yapısını anlayabilmeniz için şu alıntıyı koyuyorum buraya[21];






Gazali’nin bu fikirlerinin Anadolu’da ve İslam medeniyetinde kabul görmesine sebep olan iki önemli gelişme vardır ahali;
  •          Haçlı Seferleri
  •          Moğol İşgali


Hatırlayın, Nevrotik Bir Vaka Olarak Türk Toplumu; Tasavvuf ve Çilecilik başlıklı yazımda tasavvufun toplumumuzda travmatik bazı alışkanlıklara yol açtığını söylemiştim. İşte Gazali’nin de felsefeci kimliğini, akılcılığı bırakıp Sufiliğe geçişi de İslam toplumlarında tasavvufun akılcılığa baskın gelmeye başlaması da aynı ölçüde travmatik olmuştur ahali. Şöyle ki, bu dönüşümün yaşandığı 1100’lü yıllar Haçlı ordularının Gazali’nin yaşadığı yer olan Bağdat’ın yakınlarına kadar geldikleri dönemdir (bknz. 1096 I. Haçlı Seferi). Gazali’nin kendi hatıratında yaptığı anlatı[22] dönemin psikolojisini anlamak için önemli ahali, göz ucuyla da olsa lütfen okuyunuz;  






Şimdi süreci neden travmatik olarak tanımladığımı daha iyi anlamış olduğunuzu düşünüyorum. Ya aslında bu, duygusal anlamda kötü hissettiğinde MFÖ’nün depresif şarkılarını dinlemek gibidir. Hatta MFÖ’nün de ‘’Adımız Miskindir Bizim’’ ve ‘’Allah Allah’’ gibi pantesit-tasavvufi şarkıları da vardır. İnsanlar karşılaştıkları güçlükler karşısında teselliyi arabeskte bulma eğilimi gösterebilirler ve hâlihazırda tasavvuf da zaten çileci-arabesk bir kültürdür. Bunun bir örneği de aslında yakın Cumhuriyet tarihinde de görülmüştür. Türkiye 1961-1979 arası birçok atılım yapmış ve her anlamda üretken bir gelenek edinmişti, Devrim otomobilleri, Kıbrıs barış harekâtı ve ASELSAN da bu dönemde gerçekleşen hadiselerdi. O dönemin müzik kültürü bile bir başkadır aslında. Anadolu Rock olarak tanımlanan bu tarz, hem müzikal anlamda çok kaliteli işlere imza atmış hem de şarkıları genel olarak toplumsal meseleleri konu edinen sözler içermekteydi. Ancak 1980 darbesiyle bu üretim bir anda ‘’pat’’ diye kesilmiştir. 80 darbesinin ardından arabesk kültürü toplum üzerinde daha baskın hale gelmiştir. Yani demem odur ki 1980 darbesinin Türkiye’den ne çok şey götürdüğünü sırf 70’lerin Anadolu Rock şarkılarını dinleyerek bile anlayabilirsiniz. Hatta adres de vereyim youtube’da Anatolian Rock Revival Project isimli bir kanal var takip etmenizi tavsiye ederim deyip bir Presidente Kültür&Sanat’ın daha sonuna gelmiş olalım. Neyse fazla kaynatmayın nerede kalmıştık?

Gazali’nin akılcılığı terk edip daha soyut bir inanç olan tasavvufa yönelmesi işte bu ortamda gerçekleşmiştir. Haçlılar Bağdat’ın kapılarına dayanmış, Suriye’de, Filistin’de, Kudüs’te Haçlı flamaları dalgalanıyor, Müslümanlar ise Haçlı ordusuna karşı bir ordu toplayamıyordu. Peki, dünyada bilimsel faaliyetlerin öncüsü olan, her anlamda Batı’dan üstün Müslümanlar nasıl oluyor da bu gerici yobaz bilim ve akıl düşmanı Haçlılara karşı koyamıyordu? Bunun aslında çok basit bir cevabı vardır ahali. Papazlar kafası çalışmayan yobaz Hıristiyanları iki tane dini nutukla kolaylıkla savaş meydanlarına sürebilirken öte tarafta Aristo mantığını hatmetmiş Müslümanlar savaşmak için kendilerini motive edemiyorlardı. Bir tarafta ölümü bir kurtuluş olarak gören oldukça güçlü körlemesine bir iman diğer tarafta ise erişilmiş entelektüelite ve refah düzeyinin gözü kapalı ölüme koşmaktan alı koyduğu Müslümanlar…

İhtiyaç çok açıktır ahali; Haçlı askerleri gibi coşkuyla savaş alanına koşacak gözü kapalı ölüme gidecek, sorgulamayan Müslüman askerler… Haçlı askerleri, Töton şövalyeleri gibi tarikatlarla beyinleri yıkanarak savaş alanlarına akın etmekteydi, bu durumda Müslümanlık içinde de ‘’beyin yıkayan’’ tarikatlara ihtiyaç vardı. İşte bu ihtiyaca binaen İslam dünyasındaki iktidar sahipleri haçın karşısına hilali dikmek uğruna İslam dünyasında akılcılığa karşı gericiliği diriltmeye karar verdiler. Bu iş için de Gazali görevlendirilmiştir. Gazali ilk iş olarak ‘’İhya-i Ulum Ud Din’’ yani Dini İlimlerin İhyası(diriltilmesi) anlamına gelen kitabını yazar. Devlet desteğini de arkasına alan Gazali çeşitli muhalefetlere rağmen 300 yılda zor inşa edilen akılcı geleneği yerle bir etmeyi başarır. Gazali doktrinini Antik Yunan ve felsefe düşmanlığı üzerine inşa etmiş ve tıpkı daha sonraları Celaleddin Rumi’nin çevresinin de yapacağı gibi İbn-i Sina’ya kafir diye saldırmıştır. İşin ilginç yanı felsefe ve Aristo mantığı karşıtlığı Gazali ile Haçlıların ortak payesidir ve Haçlılar bu sebeple Gazali’yi onore de etmişlerdir. Miguel Asin Palacios’un ‘’Gazali’de Hıristiyan Tesiri’’ isimli tuğla gibi kitabı vardır. [23] Gericilik her yerde gericiliktir ahali. Bu dayanışma her ne kadar tezatmış gibi görünse de aslında gayet doğaldır.

1105’de Selçuklular da resmen Mutezileciliği terk edip Gazaliciliği devlet politikası haline getirmiştir. [24] Selçuklu devleti bu dönemde yoğun Moğol baskısı altındadır ahali. Moğolların fethettikleri ülkelerdeki genel taktikleri aslında bir kaos stratejisidir. Bu strateji, farklı etnik ve dini grupları, zayıf olanı destekleyerek, birbirine çarpıştırmak ve sürekli bir kaos ortamı yaratmak olarak özetlenebilir. Bu strateji gereği Anadolu’da da Ahileri kendilerine tehdit olarak görüp Celaleddin Rumi’nin Sufilerini desteklemişlerdir. [25] Hatta Moğollar Celaleddin Rumi’ye Pir-i Rum(Anadolu’nun Şeyhi) unvanını vermişlerdir. [26] Daha önceleri Anadolu’da Abbasi Halifeleri tarafından atanan Fütuvvet Teşkilatının ‘’Şeyhu’ş-şuyuhi’r Rum’’u (Anadolu’daki şeyhlerin şeyhi) bulunuyordu. Moğollar bu makamı da Rumi’ye teslim edip Sultandan Rumi’ye bağlanma ve Mevlevi tarikatına girme zorunluluğu getiren bir ferman da yayınlamışlardır. [27] Bu fermanla başka gruplara ait olan tekkeler, medreseler tüm mal mülk, sahiplerinin ellerinden alınıp Rumi ve çevresine veriliyordu. [28] Anadolu’da böylece farklı sesler zor kullanılarak baskıyla, hukuksuzlukla kesilmiş oluyordu. Tüm bu olaylar Moğol desteğiyle, II. İzzettin Keykavus’un yerine, iktidara gelen IV. Rükniddin Kılıç Arslan döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönem II. Keykavus ve Ahi Evren yanlılarının yoğun baskı ve katliamlara tutulduğu bir dönem olmuştur, malları ellerinden zorla alınıyor, attıkları adımlar sürekli takip ediliyor ve birçok katliam yaşanıyordu. Ahi Evren Kırşehir’de bir katliama tabi tutulmuş ve katliam öncesi de malları yağmalanmıştır. Ahi Evren bu olayları şöyle anlatır; ‘’Zamanımızın kurt tiynetli padişahları, kişilerin varisleri olsa bile mallarına el koymaktadırlar. Şeriatın hükümleri bütünüyle ortadan kalktı. İslam’dan sadece bir ad kaldı.’’ [29]

Şu son alıntıyı sırf Ahi Evren’in tüm yaşadıklarına rağmen ağzını bozmayışını göstermek için ekledim. Bir de Rumi’nin başından geçen bir miras davası var. Ona da bir göz atalım fark zaten ortada. Hatırlarsanız Rumi, oğlu A. Çelebi’yi evlatlıktan reddetmişti. Bu yüzden de yasal olarak miras talebinde bulunamazdı. Kadı Mecdüd-din-i Merendi de A. Çelebi’nin mirasından Rumi’ye pay vermemiştir. Rumi de bunun üzerine Mesnevisinin 6. beyitinde Kadıyı, Ahi Evren’in karısıyla yasak bir aşk yaşayan biriymiş gibi gösterdiği bir hikâye yazar. [30]


Rumi attığı bu iftirayla epey çirkinleşmiştir. Hani tarih nasıl bir olgu ki böyle bir adam geniş kitlelerce ‘’saygı değer’’ hazret olarak anılıyor gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum.


En nihayetinde Ahi Evren Kırşehir isyanları esnasında 90 yaşındayken katledilmiştir.[31] Hoşgörü timsali olarak pazarlanan Celaleddin Rumi bitmek tükenmek bilmeyen bir kine sahiptir. Yüzleşin. Hem Ahi Evren’i hem de kendi oğlunu öldürtmüştür. Rumi’nin Ahi Evren ve Türkmen çevrelere olan kini inanılmaz boyutlardadır. Yine Eflaki’nin anlatımına göre Sultan IV. Rükniddin Kılıç Arslan başlangıçta Rumi’ye mürid olup onu baba edinmişken daha sonra Baba Merendi isimli bir Türkmen şeyhi ile tanışmış ve Rumi’nin de bulunduğu bir toplantıda Merendi’ye övgüler yağdırınca Rumi sinirlenerek ‘’Öyle ise biz de başka birini kendimize oğul ediniriz’’ deyip toplantıyı terk etmiştir. Sonraki süreçte Rumi Moğol Noyanı Alıncak ile ittifak ederek Kılıç Arslan’ı da öldürtmüştür. [32] Yani sırf Türkmen çevrelere hafif bir meyil etmesi öldürülmesine yetmiştir. Pardon da hoşgörü bunun neresinde ya?

Bunlar gayet de toplumumuza dışarıdan pazarlanmaktadır ahali. 1970’li yıllarda American Board isimli Hıristiyan Misyoner örgütünün yayınevi olan Redhouse Yayınevi cayır cayır tasavvuf kitapları basıyordu. [33]







Peki, Beyonce’nin yeni doğan çocuğuna verdiği ismi gördünüz mü?






Sahi ya, Graham Fuller de kızının adını Ankara koymuştu değil mi? Bunlar garip şeyler olum. Ya vallahi çok bir şey istemiyorum sadece birazcık düşünün.

Lütfen sevgili kardeşim.



Hadi selametle…


----------------------------------------------

[1] Cengiz Özakıncı, Çoktanrıcılıkta Yahudilikte Hıristiyanlarda Gericilik ve Müslümanlıkta İrticanın Tarihsel Kökenleri İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü(827-1107)

[2] age
[3] Pervez Hoodbhoy, Islam and Science: Religious Orthodoxy and the Battle for Rationality
[4] Ahmed Eflaki, Menakibul Arifin, Mevlana Müzesi Kitap N.1727’den aktaran Mikail Bayram
[5] Ayasofya(Süleymaniye) Kitap N. 4819’dan aktaran Mikail Bayram
[6] Mikail Bayram, Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren – Mevlana Mücadelesi s. 139
[7] Makalat-ı Şems-i Tebrizi
[8] Konya Yusufağa Kitap N. 5547 olan Mesnevi nüshasından aktaran Mikail Bayram
[9] Ahmed Eflaki, Menakibul Arifin s. 291
[10] Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi V, 916, 4144-4146. Beyitler
[11] Mikail Bayram, İbn-i Sina ve Ahi Evren, İbn-i Sina’ya Armağan
[12] Mevlana Celaleddin Rumi, Divan-ı Kebir, s. 549
[13] age
[14] Sipeh-salar, Menakıb-i Hz. Hüdavendigar, s. 176’dan aktaran Mikail Bayram
[15] Ahmed Eflaki, Menakibul Arifin, 637-638
[16] Mikail Bayram, Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren – Mevlana Mücadelesi s. 176
[17] Kur’an-ı Kerim, Bakara, 285-286
[18] Mikail Bayram, age
[19] age
[20] age
[21] Pervez Hoodbhoy age’den aktaran Cengiz Özakıncı age s. 245-246
[22] Gazali, El Munkızu Mined Dalal’dan aktaran Cengiz Özakıncı age s. 247
[23] Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar’dan aktaran Cengiz Özakıncı age s. 284
[24] Cengiz Özakıncı, age
[25] Mikail Bayram, age s. 172
[26] age s. 114, 159, 245, 259
[27] Ahmed Eflaki age’den aktaran Mikail Bayram age s. 115
[28] Mikail Bayram age s. 115
[29] Bursa Eski Eserler Kütüphanesi Kitap N. 1184’ten aktaran Mikail Bayram age
[30] Mesnevi VI’dan aktaran Mikail Bayram age s. 217
[31] Mikail Bayram, age
[32] Ahmed Eflaki age
[33] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı s. 187