19 Şubat 2015 Perşembe

O Reklam Bir Fragman mıydı?

Selam ahali gündemle ilgili yazı yazma adetim yoktur pek ancak size bir gözlemimi sunmak istiyorum. Öncelikle Özgecan’a Allah’tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyorum ve o şerefsiz evlatlarına da binlerce kez lanetler olsun.

Medya özellikle de televizyon toplumlar üzerinden çok etkili bir araçtır, bunu zaten sıklıkla söylüyorum, medyanın tek elden yönetildiğini de 65487961587 defa söylemişimdir herhalde. Bir toplumu psikolojik olarak yönlendirmenin yahut bir şeye hazırlamanın yolu kasıtlı ve sürekli tekrar eden yayınlar yapmaktan geçer. Zaten bu bilinen bir yöntemdir.

Tarsus’da yaşanan olaydan sonra aklıma bir ‘’acaba?’’ sorusu düştü. Şimdi bu anlatacaklarımı asla bir temele dayandıramayacağım naçizane bir teoridir.  Bu olay bir plan program dahilinde bilerek, isteyerek, kasten gerçekleştirilmiş olabilir. Zira olaydan önceki yaklaşık 2 aylık periyotta bir kamu spotu piyasaya sürüldü ki açıkçası ben daha önce hiç bu kadar sert bir reklam filmi daha görmemiştim. Ayrıca malum olaydan sonra da milletimiz inanılmaz bir tepki gösterdi yine eşine rastlanır bir durum değildi bu. İdam ciddi ciddi tartışıldı mesela.

Neyse.


Söz konusu reklam filmi;




Bir de İngilizce alt yazılı versiyonu var ki yine son derece ilginç;





Bir de bu KADEM adlı oluşumun Youtube hesabı da hayli yeni ve 25 Kasım 2014 tarihinden önce hiçbir hareket yok. İnternet sitelerine bakayım dedim ve yine çok da köklü bir oluşum olmadıklarını gördüm 3-4 etkinlik dışında bir faaliyetleri yok. O reklam filmi nasıl piyasaya sürüldü bunu açıklayan bir emmare desen o da yok.

O reklam bu olayın habercisi miydi?, Toplum böyle bir olaya hazırlanmak amacıyla mı bir duyarlılık oluşturulmak istendi?, Bu reklamı piyasaya sürdürenler(KADEM’i kastetmiyorum) ve sürekli belirli periyotlarla ekranlardan düşürmeyenler ile bu cinayeti işletenler aynı kişiler olabilir mi? Yine ‘’toplum üzerinde en kısa zamanda ne kadar geniş çaplı bir algı oluşturabiliriz?’’ maksatlı bir deneme mi yapıldı?

Açıkçası bu silsile benim kafamda bu soru işaretlerini oluşturdu zira bu halkın tek vücut olup kontrolsüz bir öfke patlaması yaşaması alışık olduğumuz bir durum değil. Burada ciddi bir algı operasyonu yatıyor olabilir. Şayet durum böyleyse ve bu sikko amaç uğruna o gencecik kızın canına kıydıysanız Allah hepinizin belasını versin.

Son olarak tekrar söylüyorum bu bir düşüncedir hiçbir dayanağı yoktur, kimseyi suçlamıyorum sadece aklıma gelen bir ihtimali paylaşmak istedim ve bir teori attım ortaya ancak biraz gerçekçi bir teoriydi sanki…


Hadi selametle…

15 Şubat 2015 Pazar

Algı

Selam ahali görelikler dünyasında yaşıyoruz lan. Son derece kararsız bir varlık olan insanın kendi doğruları, çoğunluğun algıları doğru kabul ediliyor. Ancak şu yazıda da bahsettiğim üzere doğru, onu kabul eden insan sayısına göre değişen bir olgu değildir. Doğru doğrudur. İşin ilginç tarafı doğru olarak kabul gören insan algılarını da yine insan belirliyor. Gelin size bir şey anlatayım;

Geçen gece Sabiha Gökçen havaalanındaydım hava zaten buz gibi hafif de yağmur çiseliyordu. Ben lahana gibi kat kat giyinmiş bir taraftan elimdeki çantaları taşırken diğer elimde de kitabım vardı, hızlı adımlarla kimseyle de uğraşamayacak bir vaziyette çıkışa doğru ilerlerken herifin teki ‘’Can you speak English?’’ diye yanıma sokuldu. İnsanlığım tuttu belki yardıma ihtiyacı vardır yabancı bir ülkeye gelmiş sonuçta diye düşünerek ama bir taraftan da ‘’Bilmez olaydım’’ iç sesiyle ‘’yes’’ diye yanıtladım. Elimdeki kitabın kapağındaki Siyon yıldızını görüp gelmiş olacak ki kitapla ilgili sorular sormaya başladı. ‘’Sen kaşındın lan’’ diyerek başladım anlatmaya. Siyonizm şöyle kötüdür böyle sakat bir düşüncedir gavattır derken Siyonizm’in küresel bir tehlike olduğunu tüm insanlığı tehdit ettiğini söyledim, durdu ve ‘’bunlar yalan’’ dedi asıl tehlikenin İslam olduğunu söyleyerek ve IŞİD’den bahsederek bana daha önce İsrail’de ve Irak’ta bulunup bulunmadığımı sordu. Kendisi şu an İsrail’de yaşıyormuş ve Irak’ta da bulunmuş. ‘’Gittim gördüm olum’’ çirkefliği yaptı biraz.

Açıkçası haksız da değil İslam’ı götünden anlayan bazı şerefsiz evlatlarının yüzünden dünya üzerinde İslam’a karşı maalesef ki bu algı hüküm sürüyor.

Neyse işte bunları söyledikten sonra da Misyonerliğe soyundu bizim Anthony. Hz. İsa bize iyiliği sevgiyi kardeşliği barışı öğütlüyor, sevginin gücü heey gibi şeyler söyledi ve şu çok meşhur tokat atana diğer yanağını dönme mevzuundan bahsetti, düşmanımızı bile sevmemiz gerekiyormuş(!), sonunda İncil falan uzattı.

Aslında gecenin o saatinde biraz daha vaktim olsaydı uzun uzun Spiritüalizm’in Hristiyanlıktaki tezahürlerini, gerçek İslam ile günümüz tatlı su Müslümanlarının birbiriyle uzaktan yakından alakası olmadığını ya da IŞİD ve El Kaide’yi Amerikan politikacı Zbigniew Brzezinski’nin kurdurduğunu anlatabilirdim ancak ne kadar faydası olurdu? Ve ya bu algıyı ne kadar kırabilirdim? Adamın gördüğü saçma sapan bir Müslüman profili ve terör, savaş, kan ve göz yaşının hakim olduğu bir İslam coğrafyası(Ortadoğu) vardı ve buna inanıyordu. Ben o adamın gözünde bir komplo teorisyeni, cahil ve gavattım.

İşin en üzücü yanı da şu ki; bu insanlardan çok var. İslam’a karşı hakim bakış açısı maalesef bu arkadaşım. Üzülüyorum lan, böyle blog köşelerinde klavye başında dil döküyorum ancak.

Çuvaldızı biraz da kendime batırmam lazım aslında. O herif cebinden Türkçe İncil çıkarıp uzatabiliyorken ben o an çıkarıp da bir İngilizce Kur’an uzatamadım lan adama. Bu da benim eksiğimdir, hatamdır, ihmalimdir.

Neyse

Medya insanlar üzerinde inanılmaz etkilere sahip müthiş bir araç kesinlikle zira algılar kolay kalıplaşan ancak zor yıkılan şeylerdir.

Mesela;

Bir Hristiyan İslam’ın küresel bir tehlike olduğuna inanıp da siyonizmi savunabiliyor oysaki Tevrat’ta(tahrif edilmiş olan tabi ki, orijinali hakkında bir bilgimiz yok) goyimlerin(Yahudi olmayanlar) insan bile sayılamayacağı ve yaşama haklarının olmadığı söylenir. Kur’an’da ise gayrimüslimlere bırakın zulmetmeyi, olumsuz herhangi bir yaptırımın yapılması gerektiğini söyleyen bir tane bile ayet bulamazsınız. Hal böyleyken İslam şiddetle ilişkilendirilip Siyonizm zararsız bir şeymiş gibi sunulabiliyor.

Algı…

Amerika gibi bir terör devletinin terörizmle savaştığına da inanır bunlar. Oysaki Afganistan şu an uyuşturucu pazarında adı geçen bir ülke ise bu Amerika’nın eseridir. Irak Amerika’nın eseridir. IŞİD ve El Kaide Amerika’nın eseridir, tıpkı Beyrut’taki gerilla kampları ve YPG, PKK vs. güçler gibi…

Algı…

Aslında buraya yüzlerce örnek yığabilirim ancak aklını kullanana bir tane delil yeter. Algı yönetimi basittir medya tek elden yönetiliyor zaten. Olaylara 22 inçlik monitörden ya da 5 inçlik telefon ekranından bakarsan tek taraflı beslenme ile ahkâm kesmeye kalkarsan kulağının arkasına tokat atarım senin arkadaşım. Çünkü bu ancak sığır diye tarif ettiğim kesimin yapacağı bir eylemdir.

Ne mi yapman gerekiyor?

Eğer bu algıyı değiştirmek gibi bir isteğin varsa öncelikle ulaşabileceğin kim varsa anlatacaksın. Çok zor bir şey değil lan konuşacaksın sadece.


Hadi selametle…

11 Şubat 2015 Çarşamba

Aynı Tas Aynı Hamam AKP ve Oyuncu Değişikliği

Selam ahali sanırım AKP ve cemaat olayları ile ilgili yazı yazmayanı dövüyorlar. Birilerini Tayyip Erdoğan birilerini ise Fethullah Gülen finanse ediyor, Rupert Murdoch medyası içerisinde böyle suni bir savaş sürüp gidiyor. Ben pek sevmem öyle şeyleri, siyaset dediğin ‘’politik magazin’’ basit bir mekanizmadır. Gelin şöyle pek de konuşulmayanlardan bahsedelim çek evladım sandalyeni geç otur şöyle iki laf edelim;

Malumunuz bir 17 Aralık süreci yaşandı. Şimdi adama sorarlar arkadaşım;

Kamuda görevleri bulunan vefakâr, cefakâr, fedakâr ve bir o kadar da vatansever olan pek muhterem cemaat abileri 10 senedir beraber oldukları iktidarın yolsuzluk yaptığını yeni mi öğrendi?
Ya da, yine 10 senedir beraber oldukları iktidarın yargısız infaz yaparak kendisine zıt olan herkesi içeri attığını totaliter bir tutum sergilediğini yeni mi farketti? Peki aynı mantıkla, Ergenekon ve Balyoz diyerek bu operasyonları kol kola yürütmediniz mi? Aynı şey sizin başınıza gelince mi kötü oldu?

Gelin madalyonu bir de öbür tarafa çevirelim;

AKP acaba kendi eliyle devlete ortak ettiği ve 10 senedir kol kola hareket ettiği cemaatin vatan haini bir örgütlenme olduğunu yeni mi öğrendi? Bu kişilerin devlet içerisinde kadrolaşması çok mu olağan dışı bir şey? Adamları çeşitli torpillerle devlet kademelerinde görevlendir daha sonra da ‘’ama siz kadrolaşıyorsunuz yeaaa’’ de, olum ya ne olacağıdı la?

Yine aynı AKP hocaefendi diye hitap ettiği kişinin CIA bağlantıları bulunan biri olduğunu yeni mi fark etti?

Geçiniz.

Ve ben tüm bunlardan sonra içi boş solculuk da yapmam arkadaşım. Hiçbir muhalif lideri de matah bir bokmuş gibi piyasaya süremem. Çünkü hepsi yine Tayyip Erdoğan’ın geçtiği aşamalardan geçiyor, Abramowitz ve Brzezinski’den randevu almak için kırk takla atıyor. Kemal Kılıçdaroğlu geçen senenin başında Abramowitz ile görüşmek üzere Amerika’ya gitmişti. Cumhurbaşkanı adayı olarak piyasaya sürülen Ekmeleddin İhsanoğlu ise tıpkı Abdullah Gül gibi bir Exeter Üniversitesi mezunuydu. Delikanlı olacaksın arkadaşım. Diplomasi ayrı şeydir omurgasızlık ayrı şey.

Geçiniz.

Açıkçası cemaatçi adama söyleyecek hiçbir şeyim yok zira kendisi ‘’Rockefeller ve Ford Vakıfları, Tavistock ve Lokal Uyutma Paketleri’’ başlıklı yazımda bahsetmiş olduğum ‘’Zihni Bölünme(Segmentatiton)’’ aşamasını çoktan geçmiş ve Ahmet Çakar ile geri dönüşü olmayan yola girmiştir.

Benim derdim bu sefer seninle, AKP’li.

Ey ‘’her insan hata yapabilir yeaa’’ diyen AKP’li arkadaşım. Hadi senin gibi aşırı iyi niyetli Pollyannavari bir bakış açısıyla Tayyip Erdoğan’ın bu topluluğu bilerek, isteyerek, kasten devlete sokmadığını ve bir hata yaptığını düşünelim. E senin kahramanın hatasından ders de almıyor ki. Tasfiye edilen grubun yerine yine dini kimliğe sahip bir başka grup geçiriliyor. Kim mi onlar?

‘’Okuyucu’’ olarak bilinen Nur cemaati

Yapılan son polis akademisi FYO alımlarında çoğunluk bunlardan seçildi. Askeri mevkiilerde ilk tercih nurcular oluyor. Nur cemaatinin kutsi kaynağı olan Risale Külliyat’ından İşarat-ül İcaz Diyanet tarafından basıldı ve yine bu Risale’ler son zamanda ciddi manada popülerleşti. Ayrıca programlarında siyaset olmadığını iddia eden Nurcular şiddetle Tayyip Erdoğan’ı savunur hale geldi. Karşılıklı bir jestleşme söz konusu.

Yani AKP aynı AKP sadece bir oyuncu değişikliği yaptılar. ‘’Cemaatten ayrıldığına göre asıl AKP ne ise şimdi ortaya çıkacaktır’’ mantığı son derece sakat bir düşüncedir, üretim hatası bir fikirdir. Biraz fazla palazlanmış olan Gülen hareketinin yerine Nur cemaatini monte ediyorlar. Çünkü AKP’nin varoluşu iki temel esaslıdır. Birincisi kitlelerin afyonu olabilecek dejenere edilmiş Kur’an ile uzaktan yakından alakası olmayan bir din(ki bunu cemaatler kanalıyla yapıyorlar) ikincisi de mücadele ettiği düşmanlarıdır. Bu maksatla sürekli yeni düşmanlar edinirler. Bu geçmişte statükoydu, Ergenekon’du, balyozdu, beyaz Türkler denen elit kesimdi şimdi ise paralel yapı dedikleri şeyle savaşıyorlar.

AKP’nin her zaman mücadele ettiği bir düşmanı ve desteklediği bir cemaati olacak taa ki bu millet artık Elm sokağı kabusu gibi tekrar eden bu döngüye yeni bir şeymiş gibi bakmayı bırakana kadar.



Hadi selametle…

8 Şubat 2015 Pazar

Endüstriyel Futbolun Işıl Işıl Karanlık Çağı SG8!

Selam ahali, bu yazıda biraz temanın dışına çıkıp futbol konuşacağız. Endüstriyel futbolun tam ortasında geçen kıpkırmızı bir futbol masalını anlatacağım. Tüm karanlığı ile futbolun üstüne çöken endüstriyel futbolu tam ortadan delen ışıl ışıl üstü başı Liverpool kokan bir futbol emekçisinden bahsedeceğim size. Sadakatin, asaletin vücut bulmuş hali olan Steven Gerrad’ın Liverpool kariyerinde ufak bir gezintiye çıkacağız. Yoksa ne haddime onun kariyerine tek yazıda özetleyebilmek…

Ali Ece’nin FourFourTwo arşivinden bir anekdotu naklederek başlayacağım yazıya;
‘’1980’li yılların ortası… Liverpool sokaklarında hiç dinmeyecekmiş gibi görünen bir yağmur ve fırtına var… Ama insanların başı dimdik, futbol topunun içine gizlenmiş hayallerine dört elle sarılmışlar, Anfield Road’a doğru yürüyorlar. Rüzgara, yağmura aldırmadan, birazdan başlayacak maçta mutluluğun gümüşten şarkısını bulacaklarına emin bir şekilde stada yaklaştıkça adımlarını hızlandırıyorlar.
Hep beraber koşarcasına yürümeye devam edenler arasında bir baba ve oğlu, ikisi bir kırmızı kaşkolü takmış… Baba oğluna o anda dondurucu soğuğu hissettirmemek için hep bir ağızdan söylenen şarkının sözlerini öğretmeye çalışıyor…
O anı ölümsüzleştiren o şarkıyı; ‘’Asla Yalnız Yürümeyeceksin!’’

Biraz sonra maç başlıyor. Babayla çocuğun oturduğu sol kanatta top ‘’Siyah İnci’’nin ayağına gelince herkes ayağa kalkıyor. Çocuk, babasının pantolonunu çekiştiriyor; ‘’Top Barnes’a geldi, beni omzuna al!’’
Ama birden o yıllarda olmayacak bir şey oluyor ve rakip takımın forveti, cezaalanının dışına kadar çıkmış Liverpool kalecisi Grobbelaar’ı geçip topu boş kaleye doğru yuvarlıyor. Tüm dünyada maçı televizyonlarının başından izleyen futbolseverler pozisyonun gol olacağından eminler. Ama Anfield’da kale arkasında oturan Liverpool taraftarlarının hepsi ayağa kalkıyor… Kaleye gitmekte olan topu hızlandıran fırtınaya aldırmadan meşin yuvarlağın aksi yönüne doğru nefesleri tükenene kadar üflüyorlar… Çocuk babasına; ‘’Ne yapmaya çalışıyorlar?’’ diye soruyor. Baba sadece ‘’Bu üfledikleri nefes Liverpool ruhu’’ diyebiliyor.’’

Ali Ece’den şu anekdotu duyduktan sonra doğru takımı desteklediğimi belki de bir milyonuncu defa tasdik etmiş oldum.

Liverpool ruhu…

O maçtan 15 sene sonra ise bambaşka bir çağ başlayacaktı futbolda;

Steven Gerrard çağı…

Artık The KOP Barnes’a değil Gerrad’a şarkılar yazmaya başlamıştı. Hem de bir taneyle de yetinmemişler asla…(Yazının sonunda vereceğim hepsini)

Liverpool her ne kadar 25 senedir şampiyon olamıyor olsa da taraftar 25 senedir yaşanan büyük hayal kırıklıkları arasında kadere zıt giden, kale arkasından üflenen o ruhun 8 numarayla vücut bulmuş hali olan Steven Gerrard’ı bulup onu bağrına basıyordu. Gerrard ise bu sevgiye pek tabii riayet eden yegane şeydi bu taraftar için. Zidane’ın üstün çabalarına rağmen Real Madrid’i geri çevirmiş, Ferguson’ı iki defa reddetmiş ve belki de bu filmin kötü adamı Rus doğalgazının parası ile bir anda ortaya çıkan Chelsea’den gelen tekliflerle mücadele etmiş ve kırmızı formayla efsane olmayı ve pek tabii ki yalnız yürümemeyi tercih etmiştir bu ulu çınar…

Ama unutmamak gerek ki her şeyden önce Stevie de bir insan. 2004-2005 sezonunda Stevie sözleşme uzatma tekliflerini kabul etmemiş ve beklemeye koyulmuştu.  Belki de 25 Mayıs 2005’deki o İstanbul akşamı yaşanmamış olsa endüstriyel futbolun tüm saldırılarına göğüs germiş bu kocaman adam, Steven Gerrard kalesi de düşecekti. Ancak o akşam 3-0’lık devrenin sonunda kale arkasından üflenen o ruh misali Steven Gerrard da kaderine baş kaldırmış ve öyle bir destan yazmıştır ki hem kendisini hem de milyonları kırmızı renge bağlayan yegane kişi olmuştur.

Evet Steven Gerrard o gece Alex Curran’a değil Şampiyonlar Ligi kupasına sarılıp öyle uyuyacak ve tarihe geçen şu sözlerin mimarı olacaktı;

Böyle bir geceden sonra bir insan kendisine kaç para verilirse verilsin Liverpool’dan ayrılamaz!

26 Mayıs sabahı da koşa koşa kulüp binasına gidip sözleşmesini uzatacaktı…

Gerrad kariyeri boyunca çok ‘’acılar çekti’’ bakın hayal kırıklığı yaşadı demiyorum acılar çekti diyorum. Çünkü inandığın şeyden şüphe duymak dünyanın en kötü hislerinden biridir, bu ailen olabilir, siyasi görüşün, dinin yahut tuttuğun takım da olsa aynı şeydir. Çünkü Stevie burada doğmuştu.

''Ben hastalandığımda beni hastaneye değil Anfied’a götürün, orada doğdum ve orada öleceğim!''

diyen de yine kendisidir.

Yani Stevie henüz küçük bir çocukken tanık olduğu Liverpool ruhunun kale arkasından çıkışıyla Liverpool’u olmuş ve 25 Mayıs 2005 akşamı ise bunu tasdiklemiştir.

2009 ve 2014’de ise kariyerindeki tek eksik olan Premier League şampiyonluğuna çok yaklaşmış ancak bu hayali gerçek olmamıştır. Gerrard’ın PL şampiyonluğu tadamayacak olması beni derinden yaralıyor ancak bu takım 20-30 senedir kötü yönetiliyor yapacak hiçbir şey yok.

Peki Liverpool’un çocuğu olan Stevie nereye gidiyor?

Stevie’nin kendi isteğiyle ayrıldığına inanmak biraz güç. Stevie’yi bu takımdan koparan adam belki de hikayenin ikinci kötü adamı; Brendan Rodgers’dır.

Luis Suarez’in gönderilmesini ‘’korkunç bir hata’’ olarak niteleyen ve sezon başı yapılan 9 transferden de memnun olmayan Steven Gerrard sezon başından beri Brendan’ın gözüne batıyor. Hatta bu yüzden Stevie’ye sözleşme uzatma teklifi bile yapılmıyor. Stevie defalarca yönetime çıkıp durumu sormuş olmasına rağmen bir cevap da alamamıştı. İşte bir efsane böyle küstürülüyordu.

‘’Bu kulüpten Shankly, Paisley, Dalglish, Rush geldi geçti ama sonunda yine siz taraftarlara kaldı. Bir gün başkanlar da Benitez de ben de olmayacağız ama Liverpool sonsuza kadar sizin olacak!’’

Steven Gerrard - 2009



Yolun açık olsun güzel adam…

























Son olarak bunu da vermezsem ayıp olur;



Hadi selametle...

6 Şubat 2015 Cuma

Rockefeller ve Ford Vakıfları, Tavistock ve Lokal Uyutma Paketleri

Selam ahali, önceki yazılarımda ismi geçen Tavistock’u açıklayacağım o vakit geldi. Evet ahali yıllardır bu anı bekliyordum, şu çok karmaşık duygular içerisindeyim ağlamak istiyorum sayın seyirciler.

Bakın şu an topluma popüler olarak dayatılan hemen hemen her değerin, metanın, hayat tarzının ve akımın altında %90 Tavistock vardır. Peki nedir bu Tavistock?

Tavistock, şeytan üçgeni olarak tarif edebileceğim H. Ford, Rockefeller ve CIA iştirakiyle kurulmuş son derece sinsi bir oluşumdur. CIA’in yaklaşık 50-60 yıldır uyguladığı en etkili toplumsal kontrol yöntemlerinden biri toplumu değişik yapay uyarıcılarla(mesela her gün izlediğiniz saçma sapan televizyon dizileri) ve suni gündemlerle uyutmak ve toplumu aptallaştırıp istediği algıyı yaratmaktır. ‘’Amerikan halkı çok aptal yeaa’’ gibi geyikler vardır ya hani, kesinlikle doğrudur Amerika halkı malın önde gidenidir ancak bu aptallık genetik değildir, Tavistock’un faaliyetleri sonucu kasten aptala çevrilmişlerdir ve aynı faaliyetler bizde de uygulanmaya başladı. Neler yaptıklarını yazının ilerleyen bölümlerinde açıklayacağım sakin olun.

Son zamanlarda eşitlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar fazlasıyla popüler durumda, bunlara aykırı bir şey söyleyenler ise linç ediliyor STK’lar ve sol görüşlü sendikalar tarafından. Daha anlamını bile bilmeden ‘’faşizme karşı omuz omuza’’ diye eylemlerde boy gösteren milyonlar var. Bunların hepsi kasten yapılıyor, bu tip eylemlerde kodamanlara sövüp sayan Don Kişotları aslında yine bu para babaları finanse ediyor.

‘’Eski bir CIA yetkilisi, etkin ve prestijli vakıfların CIA’e fon aktararak gençlik grupları, sendikalar, üniversiteler ve yayınevleri gibi kuruluşlara sayısız gizli operasyon düzenlettiğini, bunlara 1950’lerden itibaren insan hakları gruplarının(af örgütleri) ilave edildiğini açıklamıştır.’’ [1]

İşte CIA bu kanallara ulaşabilmek amacıyla Ford Vakfını ve Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsünü kurmuştur.

Ayık olmak lazım. Çok büyük bir tezgah. Bu oluşum nabza göre şerbet verir, kimi ülkelerde Komünizmi ve sol görüşü desteklerken kimi ülkelerde antiemperyalist hareketleri devre dışı bırakmaya uğraşır. Çünkü yeni dünya düzeninin kabul edilebilmesi için eski düzende huzursuzlukların çıkması gerekir ve bu işi de Tavistock yürütmektedir.

Neyse devam edelim;

Ford Vakfı, ABD ve CIA’in Avrupa’daki tüm gizli operasyonlarında görev almıştır.(Ya ne olacağıdı la?) Vakfın Avrupa’daki amacı antiemperyalist ve ulusal sol hareketleri etkisiz kılmaktır ancak Guatemala’da Demokrat Arbenz ve İran’da Musaddık’ı devirenler de yine kendileridir. Küba, Dominik Cumhuriyeti ve Nikaragua’da ise Komünizm’e ön ayak olmuşlardır. Yugoslavya’yı parçalarken ise OTPOR kanalını kullanmışlardır ve bu OTPOR Türkiye’deki Gezi Parkı olaylarında da kendini göstermiştir.



OTPOR



                                                                Occupy Gezi Hareketi


İşte bu yüzdendir bir anda gelişen ve geniş kitlelerde yankı bulan akımlara şüphe ile yaklaşıyor oluşum. ‘’Olum bi’ durun la’’ demem işte bu yüzdendir. Bir şeye hemen atlamadan evvel geçmişteki olaylarla bi’ bağlantı kurmak gerek, olayın çıkış noktasına bakmak gerek, imkanları kim sağlamış ona bakmak gerek yani özetle sığır olmayacaksın önce bi’ düşüneceksin arkadaşım.

Neyse, durun daha Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsünün esamesi okunmadı burada.

Dünya savaşları sırasında psikolojik savaş örgütü olarak çalışan Tavistock’a Rockefeller Vakfı tarafından özellikle 1921-1946 yılları arasında ciddi miktarda paralar yağdırılmıştır. Tavistock’un ilham kaynağı Sigmund Freud’un insan davranışlarının kontrolü üzerine çalışmaları olmuştur. Freud’u araştırın ne kadar tuhaf bir herif olduğunu ve bazı aykırı tespitlerini bulabilirsiniz. Şimdi Freud’dan bahsederek zaten uzun olan yazıyı daha da şişirmeye gerek görmüyorum. Tavistock’dan devam edelim;

Tavistock’un yegane amacı halkın psikolojik gücünü kırmaktır. Bu kapsamda aile bağlarını zayıflatmak, din, onur gibi değerleri çökertmek ve ayrıca uyuşturucu hapların kullanımını teşvik, seksüel davranışların çarpıtılması(eşcinselliğin teşviki) gibi son derece insanlık dışı faaliyetleri vardır. 

Öldürüyorlar lan insanlığı, öldürüyorlar.

Allah belanızı versin.

Tavistock’un bu hedefleri kapsamında 1960’ların LSD kültürü ve Amerikan öğrenci devrimi için 25 milyon dolar harcanmıştır. Tavistock’u bu iş için finanse eden CIA’dir. Bu öğrenci devrimi denen şey gençliği öldürmek ve etkisiz kılmaktan başka bir şey değildir. Ot içen hap kullanan hippi kültürünü yaşayıp kampüsün çimlerinde yayılıp gitar çalan üretkenlikten uzak bir bireyselliğin ön planda olduğu rock müzik ve çeşitli uyuşturucularla uyutulmuş aptallaştırılmış sikimsonik bir üniversite gençliği yaratılmıştır Amerika’da ve bu akım kendini hafif hafif Türkiye’de de hissettirmeye başladı. Gömlek içine t-shirt giyen tırt üniversite solcularının yanı sıra hippi gibi yaşayan tipleri de artık sıklıkla görüyoruz kampüslerde. Gerçi bizimkiler şimdilik sadece sarma Adıyaman tütünü içiyor ama hehehe

Bugün Tavsitock’un bütçesi 6 milyar dolardır. Rockefeller Vakfı sürekli olarak para yağdırmaktadır ve ayrıca Tavsitock’a bağlı 10 büyük vakıf ve bu vakıflara bağlı olan 400 kuruluş, 3000 araştırma ve düşünce kuruluşu bulunmaktadır. Virüs gibi yayılmış vaziyettedirler yani.

Tavistock’un faaliyetleri sadece gençliği saf dışı bırakmakla bitmiyor tabi ki. Rockeffeler Vakfı ile ortaklaşa yürüttükleri dünya tarımını kontrol etme projesi de son derece tehlikelidir. Bu projenin hedefi çiftçilerdir. Bağımsız çiftçilerin yok edilmesi ve tamamen bankalara ve küresel gıda-tohum şirketlerine bağımlı hale getirilmesi, üretimin bitirilmesi amaçlanmaktadır. Toptancıların çiftçilere çok düşük ücretler ödemesi, bankaların çiftçilere sağladığı kredilerin şartları ve saman, traktör, mazot gibi elzem envanterlerin fahiş fiyatlardan verilmesi bunun net birer göstergesidir. Bu projenin başlıca hedeflerinden biri de Türkiye’dir. Ulan Anadolu gibi bir coğrafyaya sahip olan bir ülke gidip İsrail’den tohum ithal eder hale geldi ben daha ne diyeyim arkadaşım. İsrail lan Allah’ın çölünden bahsediyoruz bize tohum ihraç ediyor şaka gibi.

Peki nasıl uyutuluyoruz? Nasıl olur da kimse bunların farkına varmaz/varamaz? Bu soruyu kendi ribaundunu kendi alan basketbolcu gibi kendim cevaplayacağım;

Her topluma özel lokal uyutma paketleri bu Tavistock adı verilen illet tarafından hazırlanır. Bu uyutma paketleri uygulamaya konurken çok dikkatli davranılır, kılı kırk yararlar. Uyutma paketleri en çok medya kullanılarak uygulanır.(Ya ne olacağıdı?) Toplumun en göz önünde olan, en popüler kişi ve kurumları seçilir ki çoğu zaman bu kişi ve kurumlar bile kime hizmet ettiklerini anlayamaz.

Şimdi size Dr. Emery diye bir heriften bahsedeceğim. Toplumsal uyutmanın üç safhada gerçekleştiğini savunuyor. O maddeleri verince her şey yerli yerine oturacak güzel kardeşim;

İlk safha; Moral değerlerini yitirme(Demoralisation)

İkinci safha; Zihni Bölünme(Segmentatiton) Bu safhada birey zihninde yerleşik olan birey olma görüşünden kopup topluluk(cemaat, kolektif) mantığına geçer.

Üçüncü safha; Zihni Ayrışma(Disassocation) Bu safhada birey fantezilerle, gerçekleri birbirine karıştırıp robotlaşmış birey hükmüne geçer.[2] Yani kendisine anlatılan romantik hikayelere kendini öyle bir kaptırır, öyle bir yobazlaşır ki başka hiçbir kaynağa itimat etmemeye başlar.(Günümüzde televizyonda, gazetede, ders kitaplarında görmediği şeylere inanmayan, gerçekleri inkar eden sığır sürülerine selam olsun)

Son olarak lokal paketler demişken Tavistock’un Türkiye’deki aktörlerine değinip yazıyı bitireceğim;

Türkiye 1946’dan beri ABD’nin stratejik ortağıdır. Bunu da ben söylemiyorum kendileri söylüyor. Türkiye için lokal uyutma paketi de yine 1946’da hazırlanmıştır. Köy enstitüleri kapanmış, eğitim sistemimiz tamamen değiştirilmiştir. Bu sırada ABD’den bir çok uzman(!) Türkiye’ye gelmiş ve halkı siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik bakımdan incelemişlerdir. Bunun sonucunda raporlar hazırlanmış ve Atatürk’ün 5 yıllık kalkınma planlarının tasfiyesine karar verilmiştir. Bu raporun adı Trunborg Raporu’dur[3] isteyen araştırabilir.

Bu uyutma paketleri 1950’lerden itibaren uygulamaya konmuştur. 1980’lerden itibaren ise tam anlamıyla uygulamaya geçilmiştir. Sağ-Sol çatışmaları ne diye çıktı sanıyorsunuz hey yavrum hey.
CFR’nin Türkiye üzerinde hakimiyet kurmasından sonra Turgut Özal ile beraber bu uyutma paketi zirveye çıkmıştır. Kontrolsüz bir serbest piyasa ekonomisi benimsenmiş, piyasa ithal mallar ile dolup taşmış, yerli üretici zor durumda kalmıştır.

Osmanlı’nın son dönemlerini andıran bir manzara değil mi? Tezgah hep aynı arkadaşım heep.

STK’lar birbiri ardına kurulmuş beyinler Komünizmle yıkanmış öte yandan cemaatçilik yaygınlaşmış Kur’an’dan uzak tasavvuf öğretileriyle spiritüalizmin serpiştirildiği uydurma bir İslam ile STK’lara antitez sunulmuştur. Önce sağ-sol sonra komünizm-cemaat...

Ayrıca o dönemde açılan ilk özel televizyon kanalının adı da Magic Box Star 1’dır. Niyetlerini en fazla bu kadar belli edebilirlerdi yani yuh lan.

Tarihsel süreci belli bir noktaya kadar getirdim Tavistock faaliyetlerini artık günümüzde kim Tavistock hesabına çalışıyor onu siz bulun bir zahmet.

Ya bakın bunları bu denli güçlü yapanlar aslında benim sığır diye tarif ettiğim kraldan çok kralcı tayfadır. Ota boka komplo teorisi deyip bu denli ciddi meseleleri ayağa indiren bazı şeyleri televizyon ekranında, gazete kupürlerinde yahut ders kitaplarında görmedikçe onu kabul edecek cesareti bulunmayan kendi aklına güvenemeyen embesiller var ya asıl düşman bunlar. Önce bunların kafasına vura vura bazı şeyleri öğretmek lazım.

Özetle sığır olmayın, okuyun, araştırın her kaynağa da bodoslama atlamayın.

Hadi selametle

[1] Erol Bilbilik - İşgal Örgütleri; CIA, NATO, AB Asya Şafak Yayınları
[2] Dr. Fred E. Emery - “The Next Thirty Years; Concepts, Methods and Anticipations” Human Relations Magazine, Tavistock Institute, 1 Ağustos 1967
[3] Sinan Meydan - Akl-ı Kemal
[5] The Shaping of Psychiatry by War – William W. Sargant

4 Şubat 2015 Çarşamba

Kennedy Suikasti İsrail BOP ve AKP

Selam ahali, bu yazıdaki konumuz eski ABD başkanı JF Kennedy’nin suikasti, olayın İsrail yönü(zaten başka bir yönü de pek yok) ve eşbaşkanlığını yürüttüğümüz(!) BOP nam-ı diğer Büyük Ortadoğu Projesi olacak. Kopmayın bende kalın;


Kennedy suikasti CIA tarafından yapılmış ve FBI tarafından üzeri örtülmüştür. Kennedy Amerikan halkının sevdiği son başkandı. Suikastin detayı, sonuçları derken oradan İsrail’e bağlayıp BOP’a geçeceğim ve lafı Recep Tayyip Erdoğan’a dokundurarak yazıyı bitirmeyi planlıyorum. Her ne kadar daldan dala atlayacakmış gibi görünsem de konular birbiriyle o kadar bağlantılı ki… Tarih de zaten böyle bir şeydir paşam.

Önce Kennedy’i biraz tanıyalım istiyorum;

John Fitzgerald Kennedy ABD’nin en genç başkanıdır, idealist bir herif olmasının yanında ileri derecede faşist olup tam bir Amerikan milliyetçisidir. Ayrıca Amerika’nın ilk Katolik başkanıdır. Ancak asıl önemli olan kısım şu ki; kendisi de tıpkı İngiltere’de Büyükelçilik yapan babası Joseph Kennedy gibi Yahudilerle geçinememiştir. Hatta babası çok kez Londra’da saldırılara maruz kalmıştır. Oğul Kennedy de Yahudilerin Amerikan devleti üzerindeki faaliyetlerinden son derece rahatsız olduğunu her fırsatta dile getirmiştir zaten. Yahudi lobisinin faaliyetlerinin bağımsızlıklarına karşı bir darbe olduğu görüşünü savunmuştur.

Bizde de Erbakan bu tarz bir duruş sergilemiştir alında. Her ne kadar birçok karalama kampanyasına ve iftiraya maruz kalmış olsa da, Türkiye Siyonizm’i ilk defa Erbakan’dan duydu ve Türkiye’de 28 Şubat sürecinde irtica adında suni bir düşman yaratıldı, bunun sonucunda da Erbakan iktidardan uzaklaştırıldı. Haa gerçekten Erbakan’ın köktendinci bir tabanı da vardı eyvallah ancak irtica Türkiye’ye gelmez, gelemez, senin irtica diye bir düşmanın olamaz, hadi olsa bile önem sırasına göre 10. ve ya 15. sırada falan gelebilir ancak. Türkiye Liverpool olsa irtica Ipswich Town gibi bir rakip olabilir. Senin bu yaptığın Carling kupasındaki Ipswich Town maçı için Şampiyonlar Ligindeki Real Madrid maçına yedeklerle çıkmaktır.

Bakın bu güruha karşı tavrını koyan adam ister Müslüman olsun ister Hristiyan hiç farketmez lahmacuna bile tapıyor olsa ben o adamın arkasında durur alkışlarım çünkü bu bir vicdan ve cesaret meselesidir.

Tekrar Kennedy’e dönecek olursak;

Seçimden önce, Sigmund Rotschild, JF Kennedy’e seçilmesi halinde Ortadoğu’da İsrail politikalarını destekleyen bir tavır sergilemesi karşılığında seçim kampanyaları için milyon dolarları bulan paralar yağdıracağını söylüyor. Kennedy ise duruşundan taviz vermeksizin bu teklifi reddediyor. İşte az evvel bahsettiğim duruş tam da böyle bir şey. Bir yerlere gelebilmenin yolu illa CFR’den yahut Bilderberg’den geçmiyor hacılar zira bu hayatta her zaman bir seçim hakkınız, bir şeyleri değiştirmek adına iradeniz vardır ve kimse de bunu ortaya koymaktan çekinmemeli kimse mutlak hakim değildir bu dünyada, o yüzden;

‘’Dünyada görmek istediğiniz değişimin bir parçası olun’’

Özlü söz söyleyen ihtiyar tribi gibi oldu lan bu da ama bu işin aslı böyledir, doğruyu savunduğunuz sürece hiçbir şeyden çekinmeyin zira mükafatını er ya da geç alırsınız.

Şimdi de Kennedy’nin icraatlarına bakalım istiyorum. Mesela dönemin İsrail Başkanı Ben Gurion ile bir Nükleer kavgası var ki... Hemen anlatıyorum;

İsrail bildiğiniz gibi ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ hedefiyle kurulmuş bir devlettir. Kısa vadedeki hedefleri Ortadoğu’da süper güç olmak ve BOP’u hayata geçirmektir. Bu yüzden hızlı bir şekilde ‘’Nükleer Silahlanma Programı’’ başlatıyorlar. İsrail devleti Dimona Çölündeki tesislere ciddi manada paralar yağdırarak kısa zamanda Ankara, İstanbul, Şam, Tahran, Bağdat ve Riyad şehirlerini vurabilecek kapasitede atom bombalarına ve füze başlıklarına sahip olmuştur. Bu durum ise Kennedy'nin hiç de hoşuna gitmemiş ve Ben Gurion’a;

‘’İsrail’in nükleer programını durdurmaması durumunda Amerikan yönetimi yaptırım uygulamaktan çekinmeyecektir.’’

şeklinde bir ihtar göndermiştir.

Ben Gurion ise cevap olarak ‘’Genç Adam’’ hitabıyla başladığı mektubunda çok ağır ifadeler kullanarak ‘’sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun?’’ tarzında şeyler söylemiştir.  Kennedy de altta kalmamış ve bu mektuplaşmalar çığırından çıkarak, küfürleşmeye kadar gitmiştir. Sonuç olarak ise Ben Gurion istifa etmiştir. Araya giren Henry Kissinger ‘’İsrail’in nükleer programını durdurması İsrail’e büyük zarar verir’’ diyerek Kennedy’i ikna etmeye çalışmış ancak Kennedy Nuh demiş peygamber dememiştir.

Veee asıl bomba;

Kennedy 4 Haziran 1963’te Amerikan Temsilciler Meclisi’ne danışarak çıkardığı 11110 sayılı kanunla Amerikan Dolar’ını basma yetkisini çok sayıda bankere ait olan FED(Federal Rezerv)den alarak Amerikan Merkez Bankası’na vermiş ve ‘’bir ülkenin parasının denetiminin şahıslara ait olması kabul edilemez’’ demiştir.

Bam.

Bu ne demektir biliyor musun dostum?

Küreselcilerin şah damarını kesip atmaktır.

Ancak maalesef ki bu Kennedy’nin sonunu hazırlayan icraat olmuştur. Artık İsrail için Kennedy’nin öldürülmesi farz olmuştur.

Eğer Kennedy öldürülürse yerine yasalar gereği yardımcısı Lydon Johnson geçecekti. Kennedy Lydon Johnson’ı hiç sevmezdi hatta söylentilere göre kovmaya da çalışıyormuş. Lydon Johnson tam bir İsrail taraftarıdır.. İsrail CIA aracılığı ile suikast kararını alır. Yer Kennedy’nin seçim kampanyaları için bulunduğu Dallas’tır. Kennedy’nin Dallas’ı = Tayyip Erdoğan’ın Kazlıçeşme’sidir. İkinci defa seçilmek için miting yapacaktı Kennedy.

22 Kasım 1963’de üstü açık arabayla halkı selamlayan Kennedy’nin aracı Elm caddesinden Houston’a doğru beklenmedik bir dönüş yapar çünkü şoför ve korumalar satılmış şerefsizlerden oluşmaktaydı. 6 el silah sesi duyulur ilk mermi karavana, arabadan sekerek Edmund Harris adlı taksi şoförüne isabet eder, ikinci mermi Kennedy’i tam omzundan vurur, üçüncü mermi yine ıska geçip arabadaki Dallas valisi Connaly’nin omzuna isabet eder, dördüncü mermi Kennedy’i boynundan vurur aynı mermi önden girip arkadan çıkarak yine Vali’ye isabet eder ve Vali sırtından vurulmuş olur, beşinci mermi karavana, arabadan sekerek dikiz aynasını parçalar ve son mermi, altıncı mermi Kennedy’i tam kafasından vurur ve bu son merminin kovanı bulunamaz. Açık ve net bir şekilde profesyonel bir sniper timi tarafından yapıldığı ortada olan suikast Lee Harvey Oswald adındaki bir komünistin üstüne yıkılır ve Lee Harvey duruşmaya çıkacağı gün polis koruması içinde olmasına rağmen Yahudi bir bar işletmecisi olan Jack Ruby tarafından öldürülmüştür. Kennedy suikastine tanık olan 57 kişi ise yine ne gariptir ki ölü bulunmuştur. İntihar veya kaza gibi sebepler uydurulmuştur her birine.

Ailesi Kennedy’nin kafasının kesilerek detaylı otopsisinin yapılmasını istemiştir ancak yetkililer oralı bile olmamış Kennedy apar topar gömülmüştür.

Suikastten sonra  JF Kennedy’nin gelecek vaddeden ve abisi kadar da yürekli olan kardeşi Robert Kennedy başkanlığa adaylığını koymuş ve Filistinli bir genç tarafından öldürülmüştür.

Peki Kennedy öldü de ne oldu? Kalem kağıt çıkarın.

Kennedy suikastinin sonuçları;
  • Dimona çölündeki İsrail nükleer santrali tekrar açıldı.
  • Para basma yetkisi tekrar FED’e verildi.
  • ABD Soğuk Savaş’ı başlattı.
  • ABD Vietnam’a saldırdı.
  • Beyrut’ta gerilla kampları kuruldu.
  • Gladio örgütü kuruldu ve Türkiye’de sağ-sol çatışmaları başlatıldı.
  • Türkiye’de başlatılan suni terör sonunda Kenan Evren kurtarıcı olarak piyasaya sürüldü.
  • Türkiye’de 12 Eylül darbesi oldu.
  • Turgut Özal ile birlikte CFR hem Türkiye siyasetine hem de ekonomisine hakim oldu.
  • Büyük Ortadoğu Projesi başlatıldı.

Ve inanın bana buraya daha onlarca madde eklenebilir. Kennedy suikasti Siyonist güruhun, küreselcilerin güç ispatıdır, projelerine hız veren miladıdır.

Gelelim eşbaşkanlığını yürüttüğümüz(!) BOP’a;

Eşbaşkan mı? Valla ben söylemiyorum Cumhurbaşkanımız söylüyor buyurun;






Yeni Dünya Düzeni derken?





BOP nedir biliyor musun? BOP işte budur;




Biz bunun eşbaşkanıymışız(!) işte. BOP’un eşbaşkanı, yeni dünya düzeninin yükselen yıldızı vs. bunlar Türkiye’nin sıfatları olamaz. Ülkeyi satmak işte tam da budur, vatan hainliği denen şey işte tam da budur arkadaşım. Ey Tayyip Erdoğan’ı Siyonizme karşı bir kahraman olarak gören AKP’li kardeşim içi demogoji dolu Coca-Cola videoları, slaytları hazırlamayı biliyorsun, Coca-Cola’ya ödenen her kuruş Filistin’e düşen bir bombadır diyorsun eyvallah kesinlikle haklısın ancak bunları bilip, görüp de AKP’yi savunmak nedir biliyor musun? Durumu açıklayan yegane söz şudur;

‘’Hoca öğüt verir gider kendi *** verir.’’

Sen tüm bunları bilip de hala nasıl AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı savunabilirsin? Hadi senin jargonunu kullanayım; ödediğin vergilerin her kuruşu Filistin’e düşen bir bombadır! Çünkü başımızdakiler Siyonist uşağı, çünkü başımızdakiler işbirlikçi!

ABD’deki FED tezgahının aynısı bizde de var, çıkarın cebinizden bir banknot tepede ‘’Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’’ yazar aitlik eki olan ‘’–i’’ yoktur eğer Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası olsaydı işler değişirdi ancak paramızı basan banka, yapısı gizlenen özel bir şirkettir ve %15’i direkt olarak Bank of England’a aittir, Bank of England'ın kontrolünün kimde olduğunu zaten biliyorsunuz. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın diğer ortakları ise bilinmiyor, şu ana kadar hala deşifre edilemedi. Bakın Merkez Bankası’nı Tayyip Erdoğan satmadı yanlış anlaşılmasın ancak Kennedy gibi bir duruş da sergilemiyor kahramanınız, düzenin devamı için çalışıyor.

Etmeyin eylemeyin, lütfen gözünüzle gördüğünüzü kalbiniz ile yalanlamayın. Allah kitap aşkına, neye inanıyorsanız onun aşkına bu ağır bir vebaldir. Elinizi vicdanınıza koyun ve şunu unutmayın gerçeği bir kere görmüş olsanız bile bu ondan sorumlu olmanız için yeterlidir. Eğer çocuğunuz sizin yaşadığınızdan daha kötü bir dünyaya gözlerini açarsa yine bunun sorumlusu sizsiniz. Kendinizi, vatanınızı, insanlığı düşünmüyorsanız bile çocuğunuzu düşünün ve emin olun ki siz hiçbir şey yapmamaya devam ettikçe bu düzen gittikçe ağırlaşacak.

Bu yüzden okuyun, araştırın, bilinçlenin her kaynağa da bodoslama atlamayın. Unutmayın bizler ‘’akıl ve gönül sahibi’’ varlıklarız her şeyi tartın ve bir süzgeçten geçirin. Bunu da ben söylemiyorum ha Kur’an söylüyor. Ben hesap gününde kem küm etmek istemiyorum ve eminim ki sen de istemiyorsun o yüzden önce bilinçleneceğiz, sonra örgütleneceğiz, tepki koyar hale geleceğiz ve inanıyorum ki elbet bir gün bir şeyleri başaracağız.


Hadi selametle

3 Şubat 2015 Salı

1930 Ekonomik Krizi Rockefeller ve Keynes

Selam ahali, geçenlerde 1930 Ekonomik Krizi konusuna gelince bi’ durakladım. Lan dedim, yoksa dedim, hassiktir dedim, bir çok şey söyledim.

Dünya üzerinde hakimiyet hedefleyen güruhun kafası gerçekten ekonomiye basıyor. Mesela Nathan Rothschild’ın Waterloo savaşında yaptığı şeyler gerçekten akıllara zarar…

İşte tee o tarihten beri ekonomik manipülasyonlar etrafında gelişen sistemler yönetiyor dünyayı. Politika, diplomasi ve envai çeşit stratejik hamlenin ana dayanağı ekonomidir. Ekonominin de kitabını bu güruh yazdığı için tüm kuralları lehlerine kullanabiliyorlar.

‘’In devastation, there is opportunity.’’ kuralı işliyor.

Normalde kabul ettiremeyeceğin bir şeyi zor ve ya sıkışık bir durumda kabul ettirebilirsin. Bunun adı fırsatçılıktır. Dünya üzerindeki krizler ve savaşlar da bu mantalitenin ürünüdür. Bu yazıda ise tekil olarak 1930 ekonomik bunalımını akabinde Keynes’in klasik ekonomik anlayışı darmadağın ederek kabul ettirdiği esaslar ve bunların bizi nasıl etkilediğini anlatmaya çalışacağım. Rockefeller'i de ziyaret ettikten sonra yeryüzüne iniş yapacağız. Bu uzun girizgâhın ardından konuya serbest stil dalış yapıyoruz;

Şimdi 1930 ekonomik krizi anlatılırken hiçbir zaman krizin nedenlerinden bahsedilmez(ki diğer krizlerde de durum böyledir.) 1930 yılında bir ekonomik kriz yaşanmıştır, buna ‘’büyük buhran’’ denir sonuçları şunlardır diye anlatılır ve geçilir.

Arkadaşım sen gavat mısın?

Bakın öğrencilik hayatım boyunca iki derste asla sinirlerime hakim olamam, bu derslerden biri ekonomi diğeri ise tarihtir. Çünkü ikisinde de romantik hikayeler anlatılarak gerçek gizlenir, ana avrat sövmeniz gereken herifler kahraman ilan edilir.


1930 ekonomik krizi Rockefeller piyasadaki tüm parayı bir anda çektiği için çıkmıştır. Bunun sonucunda dolaşımda sıcak para kalmamış, para arzı dengelenememiş ve borsa göçmüştür yani kriz adını verdiğimiz şey patlak vermiştir. Peki Rockefeller neden böyle bir şey yapmıştır? Size direkt olarak Rockefeller’in amacını söylemeyeceğim zira krizin sonuçlarını sıralayınca buna gerek kalmadan siz de bir hassiktir çekip durumun vehametini anlayacaksınız.


Arka taraf dinle burayı.


1930 ekonomik krizinin sonucu olarak;

  • İşsizlik artmış(Ya ne olacağıdı?)
  • Çok sayıda işletme kapanmış, şirketler batmış(bu da bir kriz dönemi için gayet normal)
  • Borsada çöküntü yaşanmış(eyvallah)
  • Kişisel servet kaybı artmıştır(hoop orada duracan işte liseli)

Son maddeden itibaren müdahale etme gereği duyuyorum çünkü Rockefeller veya Warburg gibilerinin  serveti tek bir kuruş bile azalmamış aksine krizde batan şirketler sebebiyle piyasaya hakim olmuşlardır ve kriz sonrasında da servetleri müthiş bir ivmeyle artış göstermiştir.

Para için yapıyorlar işte yeaa, basit bir kartel yeaa.

Yavaş gel hacım bu iş o kadar basit değil daha Keynes esaslarının esamesi okunmadı burada. Yok öyle beş dakikaya hayatın anlamını çözmek. Otur oturduğun yere.

Bu olaydan sonra dünya Makro Ekonomiye geçiyor. Zaten bu herifler yüzünden içinden makro, küresel, global, yeni çağ gibi kelimeler geçen her şeyden tiksindim. Hay Allah bin türlü belanızı versin sizin ya.

Ne diyordum ben hah Makro Ekonomi ve Keynes;

Makro Ekonomi kavramını J. Maynard Keynes abimiz ortaya atmıştır. Keynesyen görüş içindeki maddelerin toplamına Makro Ekonomi denir. Daha fazla gereksiz detay vererek kafa şişirmeyeceğim. Maddeleri vermeden önce o dönemde dünyada Komünizm rüzgarları estiğini de hatırlatayım sonra Komünizm ne alaka lan demeyin.

Keynes şunları savunur;


  • İstihdamı toplam talep belirler.
  • İstihdam düşerse toplam talep desteklenmelidir.
  • Ekonomiye devlet müdahalesi gereklidir.(Al sana babalar gibi Komünizm)
  • Eksik istihdam geçerlidir.
  • Fiyatlar ve ücretler esnek değildir.[Bu da direkt olarak Komünizme(Marks’ın Komünizmi değil tee Platon zamanlarındaki felsefi düşünce) zıt olan Kapitalist mantık gereğidir]

Analiz;

Keynes’in ortaya attığı ilk iki madde direkt olarak tüketim toplumu oluşturmaya yöneliktir.

Obey Consume Obey Consume Obey Consume…..

Ki bunu ciddi manada başardılar zaten. Herkes aynı markalardan giyinip, aynı yerlerde yemek yiyor, karton kutularda kahve içiyor falan görüyorsunuz işte. Sürekli bir tüketim propagandası yapılıyor. Tüketime de toplam talep diye uydurma bir isim tak yolla gitsin oh ne güzel.

Üçüncü madde Komünist rejimin(SSCB) sağlam bir ekonomiye sahip olabilmesi için yapılmış bir kıyaktır ki ABD zaten SSCB’ye öyle kıyaklar yapmıştır ki hani buzdağının görünen yüzü derler ya hah işte bu kıyak da öyle bir şeydir. Rusya’da Komünizmi kurduran zaten Wall Street bankerleridir. Anthony Sutton kitaplarında durumu çok güzel açıklar hem de BELGELERLE açıklar. Zaten Sutton’ın başına da pek iyi şeyler de gelmedi ifşahatlarından sonra. 

Son iki madde ise basitçe; ‘’zenginler daha zengin fakirler daha fakir’’ olsun diye yapılmıştır. Birçok şirket batmıştır ancak malum bankerlerimiz ise servetlerine servet katmıştır. Ayrıca kabul edilen bu esaslarla beraber ekonomik sınıflar arasında keskin sınırlar oluşmuş ve sınıflar arası geçiş imkânsızlaşmıştır.

Zaten ana amaç da bu esasları kabul ettirebilmekti. Normal zamanda kimsenin kabul etmeyeceği şeyleri kriz zamanında başarıyla dayatmışlardır.

Gerçekten müthiş bir tezgah şu an için lanetler okumaktan başka bir şey gelmiyor elden ancak uzun vadede sadece lanet okumakla yetinmemek gerek başka şeyler de okuyun; tarih, ekonomi, din, fizik falan aslında bunlar zevkli şeyler. Cidden öyle lan ama bu gavatlar ordusu bu alanları gereksiz terimlerle ve telaffuzu bile zor olan kelimelerle doldurup insanları araştırmaktan, sorgulamaktan uzaklaştırıyorlar. O yüzden terimleri bilmek için kasmayın, okuyun mantığını kavradıktan sonra zaten ciddi manada bir bilgi birikimine sahip olmuş olacaksınız.

İlk etapta okumak gerek, araştırmak gerek, sorgulamak gerek ve en önemlisi her kaynağa da bodoslama atlamamak gerek.

Kıssadan hisse; sığırizm kötü şey.

Hadi selametle…