26 Kasım 2019 Salı

Tarihten Silinen ABD İşgali


Selam ahali, gerçek şu ki; bu coğrafyada çok yoğun bir Amerikan propagandası yapılıyor. Bunu size örnekleriyle ispatlamayı hedefliyorum. Bugün Türkiye’de Amerikancılık öyle bir noktaya gelmiştir ki 2018 yılı itibariyle seçim şeklimiz dahi onlarınkine benzemiştir. 24 Haziran 2018 seçimlerinde Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı; Cumhur ve Millet ittifakları. Tıpkı ABD’deki Cumhuriyetçiler ve Demokratlar gibi değil mi?

Biz bu noktaya nasıl geldik? Bu dönüşüm AKP iktidarıyla mı başladı?

Yoo

1980 darbesiyle mi?

Yine hayır

ABD’nin bu coğrafyadaki propaganda faaliyetleri çok daha eskiye dayanmaktadır. “Bağımsızlığı İpotek Ettirmek; İkili Anlaşmalar!” başlıklı yazımda “Aslında cumhuriyetin ilanından II. Dünya Savaşının bitişine dek yabancı sermaye, dış yardım ve borç para alma konularında gayet iyi politikalar izlediğimizi ve tüm dünya II. Dünya Savaşı ile meşgulken oluşan boşluğu iyi değerlendirdiğimizi söylemek mümkündür. Ancak II. Dünya Savaşı biter bitmez ABD sazı eline almıştır. Türkiye’deki Amerikancılığın tarihi de aslında bu yıllarda başlamaktadır” şeklinde bir ifade kullanmıştım. Küçük bir hata yapmışım ahali bu tarih çok daha gerilere gidiyor. Aslında ABD o “sazı” hiçbir zaman elinden düşürmemiş bu coğrafyayı da hiç öyle boşlamamış...

Milli mücadele döneminde, mücadelenin sembol isimlerinden Halide Edip ABD Generali Harbord ile İstanbul’da görüşmüş ve bu görüşmenin sonrasında 10 Ağustos 1919 tarihinde o sıra Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup göndermiştir;[1]
’Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine;
Muhterem efendim,
Memleketin, siyasi durumu en son döneme girdi. Kendimize bir yön belirlemek için Türk milletinin zararına atıp olumlu bir tavır almak zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.
Dış durum İstanbul’dan şöyle görünüyor;
Fransa, İtalya İngiltere; Türkiye’de mandaterlik konusunu Amerikan senatosuna resmen teklif etmiş olmakla beraber kabul edilmemesi için bütün kuvvetlerini harcıyorlar. Bölünmeden pay alamamak işlerine gelmiyor.
Suriyede hüsrana uğrayan Fransa, zararını Türkiyeden kapatmak istiyor. İtalya namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolunun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngilterenin oyunu biraz daha incedir.

İngiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecekte bile istemiyor. İngiltere Türkiyeyi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar. Buna, memleketimizde en başta ve özellikle dinî sınıflar çoktan taraftardırlar. Fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz. Fakat Türkiyeyi bütün olarak korumak gereği duyulursa, yani bölüşmenin büyük askerî fedakârlıklarla yapılabileceğini anlarsa Lâtinleri sokmamak için Amerikan görüşünü tutar ve destekler. Nitekim İngiliz siyasetçileri arasında zaten bu görüşe eğilimli olanlar vardır. Morisson gibi ünlü kimseler Amerikanın Türkiyede manda kurmasını istiyorlar.
Başka bir çözüm yolu da, Türkiyeyi Trakyadan, İzmirden, Adana’dan, belki de Trabzondan ve hele İstanbuldan yoksun bıraktıktan sonra, eski Kapitülasyonları ve boğulmaya mahkûm iç sınırlarıyla baş başa bırakmak.

Biz İstanbulda, kendimiz için, bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını içine almak üzere geçici bir Amerikan mandasını ehven-i şer olarak görüyoruz. Dayandığımız noktalar şunlardır;

1- Aramızda, hangi şartlar altında olursa olsun, Hıristiyan azınlıklar kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı vatandaşı olma haklarından yararlanacaklar hem de dışarıda bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, sürekli olarak müdahaleye yol açacaklar ve zaten göstermelikten ibaret olan bağımsızlığımızdan azınlıklar adına her yıl bir parça daha kaybedeceğiz.

Güçlü bir hükümet ve çağdaş bir idare kurulabilmesi için, patrikhanenin siyasî imtiyazla, azınlıkların kuvvetli devletler vasıtasıyla yaptıkları sürekli tehditler ortadan kalkmalıdır. Küçük ve zayıf bir Türkiye bunu başaramayacaktır.

2 - Biri birini yok eden, çıkar sağlama, hırsızlık, macera ve şöhret için yaşayanların hırsını doyuran bu hükümet anlayışı yerine, milletin refah ve kalkınmasını sağlayabilecek, halkı ve köyleri, sağlığı ve zihniyeti ile çağdaş bir halk durumuna getirebilecek bir hükümet anlayış ve uygulamasına ihtiyacımız var. Bunun için gerekli olan paraya uzmanlığa ve kudrete sahip değiliz. Siyasî dış borçlar, siyasî esareti artırıyor. Taraf tutma, cahillik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir sonuç veren yeni bir hayat yaratamıyoruz.

Bugünkü hükümet, adamlarını takdir etmese bile, halkı ve halk hükümeti kurulmasını yararlı gören Filipin gibi vahşî bir memleketi, bugün kendi kendini idareye muktedir çağdaş bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiyeyi, her ferdi öğrenimi ve zihniyetiyle gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiyeyi, ancak yeni dünyanın kabiliyeti yaratabilir.

3 - Yabancı devletlerin Türkiye üzerindeki rekabetlerini ve kuvvetlerini memleketimizden uzaklaştırabilecek bir yardımcıya ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupadan daha güçlü bir elde bulabiliriz.

4 - Bugünkü oldubittileri ortadan kaldırmak ve davamızı süratle dünyaya karşı savunabilmek için, gerekli güce sahip bir devletin yardımını istemek lâzımdır. Yayılma siyaseti güden Avrupanın başvurduğu bin bir yol ve alçakça siyasetine karşı böyle bir vekil olarak Amerikayı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek, Doğu Meselesini de Türk Meselesini de gelecek için kendimiz çözümlemiş olacağız.
Bu sebeplerden dolayı, bir an önce istememiz gereken Amerikan mandası da, elbette sakıncasız değildir. Haysiyetimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz. Yalnız, bazılarının düşündüğü gibi, Amerika’nın resmî sıfatında dinî eğilim ve taraf tutma yoktur. Hıristiyanlara para verecek misyoner kadın Amerikası, Amerikanın yönetim mekanizmasında bir yer tutmaz. Amerikanın yönetim mekanizması dinsiz ve milliyetsizdir. O, türlü cins ve mezhepten insanları çok uyumlu ve kaynaşmış olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.

Amerika, Doğuda mandaterlik yapmak Avrupada başına dert açmak niyetinde değildir. Fakat onların onur meselesi yaptıkları şey, yöntemleri ve idealleri ile Avrupadan daha üstün bir millet olmak iddiasıdır. Bir millet içtenlikle Amerikan milletine başvurursa, Avrupaya, girdikleri memleket ve milletin yararına nasıl bir idare kurduklarını göstermek isterler.

Amerikan resmî mahfillerinin önemli şahsiyetleri arasında epey lehimize bir hava oluştu. İstanbula Ermeni dostu olarak gelen birçok hatırı sayılı Amerikalı, Türk dostu ve Türk propagandacısı olarak döndüler.
Bu akımı temsil eden resmî ve gayrî resmî Amerikan görüşünün altında yatan gizli düşünce şudur: Türkiyeyi parçalamamak, eski sınırları içinde bir bütün halinde olduğu gibi korumak şartıyla genel ve tek bir mandaya bağlamak. Suriye, Amerikan Komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerikayı istemiştir. Suriyenin bu isteği Amerikada çok iyi karşılanmıştır.

Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya niyetli görünmüyor. Eğer mandayı alırlarsa, bütün milletleri eşit şartlar altında bir memleket evlâdı olarak kabul edip alacaklarını önemli çevrelerden haber aldım.
Ne var ki, Avrupa, mutlaka bir Ermenistan meselesi ortaya çıkarmak -özellikle İngiltere- Ermenilere tavizler vermek istiyor. Amerikan kamuoyunda zulüm görmüş Ermeniler adına bir oyun oynamaya çalışıyor. Avrupa korkusu bizim fikir adamlarını düşündürüyor. Reşat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, hattâ millî birliğe şekil veren diplomatlarımızın, Ermeni meselesi için bir çözüm yolu tavsiyeleri var. Resmen size yazılıyor.

Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadoludaki mücadeleyi dikkat ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükümet ve İngilizler, bunun Hıristiyanları öldürmek, İttihatçılar getirmek için yapılan bir hareket olduğu düşüncesini Amerikaya elbirliği ile benimsetmeye çalışıyorlar.

Her an bu Millî Mücadeleyi durdurmak için kuvvet gönderilmesi tasarlanıyor; bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar. Millî Mücadele süratle ve olumlu isteklerle kendini ortaya koyarsa ve Hıristiyan düşmanlığı gibi bir rengi de olmazsa Amerikada hemen destek bulacağını yine çok önemli çevreler garanti ediyorlar.
Sivas Kongresi toplanıncaya kadar, Amerikan komisyonunu alıkoymaya çalışıyoruz. Hattâ kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi de belki başarabileceğiz.
İşte bütün bunlar karşısında, dâvâmızda bize yardımcı olabilmesi için, bu fırsat dakikalarını kaybetmeden, bölüşülme ve çözülme korkusu karşısında, kendimizi Amerikaya başvurmaya mecbur görüyoruz Vasıf Bey kardeşimizle bu hususta birleştiğimiz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır.

Türkiyeyi azim ve irade sahibi geniş görüşlü bir iki kişi belki kurtarabilir. Macera ve boğuşma devri artık geçmiştir. Gelecek için kalkınma ve birlik savaşı açmaya mecburuz. Sınırlarında bu kadar çok evladı ölen zavallı memleketimizin düşünce ve medeniyet savaşında kaç tane şehidi var. Biz Türkiyenin hayırlı evlâtlarından, yarının kurucuları olmalarını istiyoruz. Sizin, Rauf Bey kardeşimizle birlikte, temelleri bile çöken zavallı memleketimiz için uzakları görerek düşünüp çalışmanızı bekliyoruz.

Saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim. Millî dâvâda canıyla başıyla çalışanlar arasında, sade bir Türk askerinin alçak gönüllülüğü ile sizinle birlikte olduğumu ifade ederim.’’

Amerikan propagandasının gücünü gördünüz mü? Sanki konuşan Halide Edip değil de Wall Street’ten kredi dilenen Amerikancı bir holding patronu!

Ancak burada Mustafa Kemal Paşa’nın da hakkını teslim etmek gerekir. Umudunu kaybetmiş bir aydını öyle güzel ikna etmiştir ki şu satırları yazmış olan Halide Edip sonraki süreçte ‘’Milli Mücadele Mitingleri’’ düzenleyecek ve ‘’Gece, karanlık bir gece… Fakat insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp, parlak bir sabah yaratacağız!" diyecekti.

Defteri kitabı kaldırın sözlü yapıyorum.

1919’da Anadolu’yu işgal eden itilaf devletlerini sayın lan.

                             İngiltere
                             Fransa
                             Daha sonradan geri çekilen İtalya
                             Yunanistan

Eksik var ahali.

·       Ermenistan’ın öncülü olan Taşnak ve Hınçak Partileri

Hayır, kardeşim ABD’den bahsediyorum.

Ama nasıl olur? Hani Wilson ilkeleri vardı? Hani uluslar kendi kaderlerini kendi tayin etmeliydi?

Ancak size okullarda anlatılan ile gerçekler çoğu zaman örtüşmez. Sizin sevgi pıtırcığı ABD başkanı Woodrow Wilson’un Türkiye’ye yönelik tavrı aha da budur[2];



Aynı Wilson 1912’de göreve gelişinden kısa bir süre sonra, yeni elçilerin atanma sürecinde, Albay Edward House tarafından Morgenthau’nun Türkiye’ye büyükelçi atanması önerilince House’a ‘’Türkiye yok ki, elçi göndereyim’’ demiştir.[3]

Burada kimseyi Wilson’u böyle bildiği için suçlayacak halim yok zira Türkiye’nin en önemli siyasi tarih profesörlerinden Prof. Dr. Fahir Armaoğlu bile ‘’Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri’’ isimli kitabında ABD’den Osmanlı’ya savaş ilan etmediği için övgüyle söz eder.

Ancak anlatılar yine gerçeklerle örtüşmemektedir. Zira Çanakkale cephesinde ABD gemileri baya baya itilaf devletleri savaş gemilerine lojistik destek sağlıyordu ve savaş boyunca da bu ‘’örtülü’’ desteği gözlemek mümkündür. Sözü yeniden sizin Wilson’a verelim mi?

‘’ABD, Türkiye ile savaşa girmemişse bile Türkiye’nin başlıca müttefikleriyle savaşmıştır. Bunların yenilmesinde katkısı ve bunun sonucunda Türkiye’nin yenilgisinde de payı vardır.’’[4]

ABD’nin önemli ideologlarından Evans Laurence de ABD’nin bu örtülü savaş stratejisini ABD’nin Türkiye’deki misyoner kuruluşlarının ve okullarının faaliyetlerini sekteye uğratmama nedenine bağlamaktadır.[5] Bugünleri ne kadar da andırıyor değil mi? Bir taraftan Türkiye’yi stratejik müttefik addedip diğer taraftan Ortadoğu’da YPG’yi desteklemek de sevdaya dahil mi? Sahi ya tarih hep böyle tekerrür mü edecek?




Bakın ABD’nin Gulflight isimli gemisi 1 Mayıs 1915’de itilaf devletlerine getirdiği savaş malzemelerini teslim ediyor.[6]


Peki sadece lojistik destek sağlayan gemiler mi?

Yoo





Buyurun bu da Boğaz’daki bir Amerikan destroyeri![7]





Bu da yine Kabataş açıklarında fotoğraflanmış bir başka ABD savaş gemisi USS Bainbridge![8]





Bunlar da denizlerimizde bulunmuş tüm ABD gemilerinin listesi![9] ABD’nin işgali alenen yönettiği ortada değil mi? ABD, Mondros sonrası süreçte İstanbul ve Anadolu’da Henry Morgenthau, Mark Lambert Bristol ve James G. Harbord gibi önemli askeri kurmaylarıyla işgali bilfiil yönetmiş diğer taraftan da çeşitli propagandalarla Türk halkına şirin görünmeye uğraşmıştır. Bu isimleri de veriyorum ki referans olsun gidin araştırın. Bir Harbord raporunu bulup okuyun. Bir taraftan milli mücadele sürdürülürken diğer yandan Kazım Karabekir Paşa’nın, Halide Edip’in, Kılıç Ali’nin ve Mustafa Kemal Paşa’nın Ermeni tehciri hakkındaki gerçekleri ABD’li bir generale açıklamaya nasıl uğraştıklarını görün. Ve hatta bunu başardıklarını… ABD’li generalin Ermeni soykırımının gerçekleşmediğini kabul edişini görün!

Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Masalsı dünyalarda yaşamak kolaydır ahali asıl önemli olan bunaltıcı gerçeklerle yüzleşebilmektir. Ancak benim bu noktada dikkatleri çekmek istediğim bir başka konu daha var. Bu ‘’birilerinin’’ tarihimizden silip attığı ‘’gizli ABD işgalini’’ bunca tarihçimiz akademisyenimiz dururken neden bir gazeteci ve televizyon programı yapımcısı olan Hulki Cevizoğlu ortaya çıkarır? Ha yanlış anlaşılmasın Hulki Cevizoğlu çok büyük araştırmacıdır benim burada isyan ettiğim nokta akademinin böyle durumlarda zayıf kalışınadır. Gerçi bu durum geçmişte de böyleydi. Kazım Karabekir Paşa, Kars’ı düşman işgalinden kurtardıktan sonra İstanbul’a gelip dönemin Harbiye Nazır’ı Abdullah Paşa’ya çıkıp, ‘’Paşam, ben sana doğuda Ermeni mezalimini içeren vesikalar gönderdim niye bastırmadın? İleride Ermeniler bunun tersiyle Türkleri suçlayacaklar’’[10] diyerek 100 yıl öncesinden önemli bir uyarı yapmıştır ancak Türkiye bugün bile Ermeni tehciri ile ilgili tezlerini uluslararası kamuoyunda başarılı bir şekilde sunamamaktadır.  




Bu da Kazım Karabekir’in Ermeni çetelerinin Türkleri işkence ederek öldürmelerine ilişkin arşivlediği fotoğraflardan biri. Bahariye Starbucks’da oturacağınıza az ötede Erenköy’de Kazım Karabekir Müzesi var gidin yerinde görün!

Türkiye’de insanların bilgiye yaklaşım şekilleri toptan yanlıştır ahali. Bilgi ‘’edinilen’’ bir şeyden ziyade ‘’keşfedilen’’ bir şeydir. Bilgiyi bir hap gibi tüketemezsiniz! Her ne kadar ABD tekeline terk ettiğimiz eğitim sistemimizde öyle araştırmak ve sorgulamak gibi kavramlara yer olmasa da siz böyle şeylere pek takılmayın ve ne olur okuyun ya.

Lütfen…

Hadi selametle…

-------------------------------------------------------------------------------

[1] Cemal Kutay – Türk Milli Mücadelesinde Amerika – 1979
[2] Microfilm Publication T1193 RECORDS OF THE DEPARTMENT OF STATE RELATING TO POLITICAL RELATIONS BETWEEN ARMENIA AND OTHER STATES, 1910-1929 Roll 2 760J.6715/60 - 760J.90C/7 THE NATIONAL ARCHIVES NATIONAL ARCHIVES AND RECORDS SERVICE GENERAL SERVICES ADMINISTRATION. WASHINGTON: 1975
[3] Evans Laurence - Türkiye’nin Paylaşılması – 1972’den aktaran Hulki Cevizoğlu - 1919’un Şifresi – 2007
[4] Dr. Mine Erol – Birinci Dünya Savaşı Arifesinde Amerika’nın Türkiye’ye Karşı Tutumu - 1976’dan aktaran Hulki Cevizoğlu – age
[5] Evans Laurence – age’den aktaran Hulki Cevizoğlu – age
[6] Hulki Cevizoğlu – age
[7] Hulki Cevizoğlu – age
[8] Hulki Cevizoğlu – age
[9] Hulki Cevizoğlu – age
[10] Berk Sayar – Kazım Karabekir’i Kızından Dinledim – 2018

30 Eylül 2019 Pazartesi

Dedikodu

Selam ahali,

Yazıya da bu şekilde girmeyi özlemişim lan. Uzun zamandır Sapak.Org’da pek de alışık olmadığım bir formatta yazıyorum. İşler de orada baya iyi gidiyor aslında. Ancak hem hayat temposu içinde olup hem de bu proje ile uğraşıyor olunca buralara pek uğrayamaz olduk. Süreç içerisinde biraz yalnız da kaldık. İşin başında “yaparız, ederiz” diyenlerin bir bir ortadan kaybolduklarına da şahit olduk. Ancak bu tarz şeyleri çok da problem etmemek lazım. Kimsenin verdiği söze güvenerek bu işe girmedim en nihayetinde.

İnsanlar böyledir ahali buna alışmak gerek. Bu yazıda anlatacağım şeyler aslında yaptığım bu girizgahla alakalı şeyler değil, tüm bunları “bu kadar zamandır neredeydin?” sorusuna bir cevap olarak kabul ediniz.

Ama benim “alışamadığım” bazı insan davranışları da var bunlardan bahsetmek istiyorum. Aslında planlarım arasında hiç böyle bir yazı yoktu. Planlarım arasında eğitim sistemi vardı, jeostrateji vardı, neo-liberalizm vardı, Marshall yardımları vardı ama gelin görün ki canımı sıkan şeyler var.

Dedikodu, dünyanın en verimsiz eylemlerinden biri olabilir. Çözüm odaklı bir insanın kesinlikle başvurmayacağı bir yöntemdir dedikodu.
Benim “a” kişisi ile bir problemim varsa bunun muhattabı “a” kişisidir. Kalkıp da bunu üçüncü bir şahısla “b” kişisi ile paylaşmam. Çünkü bunun ortada var olan meselenin çözümüne zerre katkısı olmayacaktır.

Gerçi ben ne anlatıyorum ya, insanların arkasından atıp tutan biri bir şeyleri çözmek veya iyileştirmek gibi “iyi” bir şeyi amaçlayabilir mi? “Bizim insanımız şöyle temizdir, saftır, ahlaklıdır” nutuklarına zerre katılmıyorum. Dünya üzerinde hiçbir toplumda “elin ağzı torba değil ki büzesin” diyerek dedikoduyu normalleştiren, “devletin malı deniz yemeyen keriz” diyerek, “bal tutan parmağını yalar” diyerek de hırsızlığı, yolsuzluğu teşvik eden atasözleri bulunmuyordur buna emin olabilirsiniz. Zira insanlar ne kadar kötülük ve ahlaksızlıklar yapıyorlarsa da bunu aleni biçimde ifade etmekten çekinir yaptığının tam tersini öğütler. Bizde ise artık böyle bir çekince kalmamıştır, atasözlerinde bile türlü ahlaksızlıklara cevaz verilir.

Siyasetçiler; omurgasız, hırsız ve yalancı olarak eleştirilir ancak kimse şunu düşünmez, bu insanlar uzaydan gelmediler ki. Bu toplumun içerisinden çıktılar. İçerisinde yaşadıkları toplumun değerlerine gösterdikleri uyumla yine içerisinde yaşadıkları toplumda “çoğunluğun” güvenini ve övgüsünü kazanarak bulundukları makamlara geldiler. Kendi değerlerinize, düşünce dünyanıza ters birini destekler misiniz?

Neyse, konuyu biraz saptırmaya başladığımı farkettim.

Toparlıyorum

Velhasıl kelam, insanların arkasından konuşulması epey ciddi bir konu. Hatta öyle ki buna şiddetle maruz kalan insanlarda delüzyonel bozukluklara dahi sebep olabiliyor. Delüzyonel bozukluktan muzdarip hastalarda aşırı duyarlı ve sürekli tetikte olma hali hakim olur. “Bu benim arkamdan mı konuştu?” “Ben şu ortamı terkettiğimde acaba arkamdan ne diyecekler?” gibi sürekli bir paranoya halinde olduğunuzu düşünün. Olum insanlara bunu yapmaya ne hakkınız var lan?

Hea ben “arkadan konuşulma” işini bu ölçülerde ciddiye almıyorum tabi ki. Hatta ne kadar ciddiye aldığımı şöyle ifade edeyim, şu an bu satırları yazarken arka planda Nesrin Sipahi’den “Keçi vurdum çayıra”yı dinliyorum hehehe

Ancak bu “arkadan konuşulma” işi kesinlikle yavana atılmaması gereken bir mevzudur. Bilinçli ve manipülatif bir şekilde yapılıyorsa büyük ahlaksızlık çözüm(!) amaçlanıyorsa da büyük bir gerizekalılıktır.

Gerizekalılık demişken Rusların yayınladığı yeni haritaları gördünüz mü?




Bakın Türkiye’nin üzerinde ne yazıyor; “Batı Sufi Birliği”


Bir saniye


HAHAHAHAHA


Tamam sakinim


Ruslar oturup düşünmüşler; Orta Doğu’daki ABD hegemonyasını nasıl kırarız diye. Sonuç olarak da tasavvuf düşünceleriyle anti-Amerikancı fakat uslu bir manevi ittifak sağlayabileceklerini Yunus Emre ve Mevlana’yla işi götürebileceklerini öngörmüşler.
Eee Putin boşu boşuna Üçlü Suriye Zirvesinde ayet okumadı. Bizim Kanal 7 ve Yenişafak gibi muhafazakar medya da elinde tuzlukla koştu yine uzatılan bu hıyara. Zamanında Obama da müslüman ilan edilmişti. Yok Alman kayzeri gizli müslüman, yok Kraliçe Elizabeth peygamber soyundan geliyormuş, Napolyon sonradan müslümanlığı kabul etmiş de bunu gizlemiş gibi “aşağılık kompleksi” ürünü anlatılar her daim alıcı bulmuştur müslüman cenahta.
Haritada bir şey daha dikkatinizi çekti mi? Misak-ı milli sınırları ödül olarak geri verilmiş Türkiye’ye ya la. Amerikan emperyalizminden Rus emperyalizmine transferin bonservis ücreti olsa gerek.
Gerçi zamanında Amerikalılar da bu tarz haritaları çok yayınladılar. Graham Fuller’in Türkiye’yi bölgesel güç ilan etmesi mi dersin, Yeni Osmanlıcılık mı dersin gırla teraneler geldi geçti.
Ancak baki olan bir şey var ki biz bu tarz “dedikoduları” çok seviyoruz.
Ne diyelim; coğrafya kaderdir.


Hadi selametle...

31 Mart 2019 Pazar

Cepheyi Genişletiyoruz!


Selam ahali, sosyal anlamda güçlü bir insan olmak istiyorsanız sosyal bilimlerin alayına, belli bir düzeyde dahi olsa, hâkim olmanız gerekmektedir. Tarih, politika, sosyoloji, psikoloji, felsefe ve hatta rakamlardan ayırarak düşünülecek olursa ekonomi...


Bunları temel düzeyde dahi olsa bileceksiniz.


“Politika Yapabilmek için Bilinmesi Gerekenler” serisini boşuna yazmadık ahali. Ayrıca bu seri epey de ilgi görmüş var olun. Bugüne dek bu blogda disiplinler arası geçişler yapmamın, daldan dala atlamamın sebebi işte budur ahali. Bugünün dünyasında var olabilmek için bilinmesi gerekenler elbette ki bunlarla da sınırlı değil. İngilizceyi de mutlaka literatür takip edebilecek seviyede bilmek gerekir. Maalesef, İngilizceniz yoksa yoksunuz acı ama gerçek. Zira Türkçe kaynaklarla bir yere kadar gidebilirsiniz. Google’da araştırdığınız konu üzerine bir Türkçe bir de İngilizce arama yapın ne demek istediğimi anlayacaksınız. O yüzden bu meseleyi boşlamayın.


Bir de işin doğru bilgiye ulaşabilme boyutu var tabi. Jay Rockefeller’in “İnternet belki de hiç icat olmamalıydı” sözünü[1] illa ki duymuşsunuzdur. Evet, bilgiye ulaşmanın bu denli kolaylaşması “birilerini” rahatsız ediyor. Ancak bu hususta yaptıkları şey yalnızca “rahatsız olmak” değil zira baktığınız zaman bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça cehalet de ilginç bir şekilde artıyor. Peki, aritmetiğini siktiğimin dünyasında bu nasıl mümkün olabiliyor?


MANİPÜLASYON


Apollo Robins diye bir herif var. “Yanlış yönlendirme sanatçısı” olarak geçiyor. Bildiğin illüzyonist, değişik bir adam. Seni konuşmasıyla hareketleriyle falan oyalıyor dikkatinin iyice dağıldığı anda da cebinde ne var ne yok anında, kaşla göz arasında, boşaltıveriyor. Tabi bunu kör göze parmak sokarcasına yapıyor, “şimdi seni oyalayacağım ve ne olduğunu bile anlamayacaksın” diyor ve dediğini de yapıyor. İnternetten araştırırsınız izlemesi keyiflidir, TED konuşması da vardır hatta. Gerçi bu aralar TED’e çıkmayanı da dövüyorlar ya neyse. Bir de pek tabi ki bu işin bu denli naif olmayan versiyonları var. CIA başta olmak üzere istihbarat örgütleri, büyük medya kuruluşları bu yöntemleri kullanır.


Doğruyu yanlıştan ayırmanın git gide zorlaştığı bir dönemde yaşıyoruz ahali. Bugün Türkiye’nin gelmiş olduğu nokta ortadadır. Savaş dönemlerinde yapılan manipülatif propagandalarla yarışır düzeyde yalanın, dolanın, çarpıtmanın, iftiranın yer aldığı ana akım medyayı düzenli olarak takip eden bir insanın sağlıklı düşünebilme imkanı yoktur ahali. Geçtiğimiz günlerde hatırlarsınız CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Devlet Bahçeli’yi Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’e benzetmişti.[2] Bu haber de, medyanın genel tutumunu onaylayacak şekilde, ana akım medyada pek kendine yer bulamadı haliyle. Google’da bu haberi arattığınızda internetten yayın yapan muhalif medya organları dışında herhangi bir bağlantıya ulaşamıyorsunuz.


Ancak bu ‘’muhalif medyanın’’ çizgisi ana akım medyanınkinden çok da farklı değil aslında. Zira üslup aynı üslup, sığlık aynı sığlık... Bugün, iktidar yanlısı bir vatandaş nasıl A-haber ağzıyla konuşuyorsa, muhalif tayfanın tüm entelektüel birikimi ve olayları değerlendiriş biçimi Sözcü gazetesi kadar, Yılmaz Özdil o gün köşesinde ne yazdıysa o kadar oluyor. E bu iki cenahı mutlak değer parantezine soksan dışarıya aynı şey olarak çıkacaklar, bu ne yaman çelişki anne? Ben bunu istemiyorum ahali, reddediyorum!


Tüm bunları üst üste koyduğumuzda geldiğimiz nokta ortadadır. Gördüğüm lüzum üzere medyaya, internet haberciliğine bodoslama dalmaya karar verdim. www.sapak.org isimli bir haber-analiz sitesi kurdum. 1 Nisan Pazartesi itibariyle yayındayız. Bu sitenin konsepti cayır cayır son dakika haberi vermekten ziyade olayların aslını astarını ortaya çıkarmak, küresel güçlerin ipliğini pazara dökmek üzerine olacak ahali. Zaten o son dakika işine yetişmek gibi bir durumumuz da yok şimdilik. Zira imkanlar dar, ekip dar, şartlar müsait değil.


Velhasıl kelam bu ayki yazı takvimimi aksatmama sebep olan gelişme budur. Onların RAND’ı, Stratfor’u, think-tank kuruluşları, televizyonları, gazeteleri varsa bizim de artık Sapak.Org’umuz var!


Desteklerinizi beklerim.


Hadi selametle.


NOT; Ciddi editör açığım var, ilgilenen olursa bana mail atsın görüşelim; 1alpererdogan@gmail.com
NOT2; Yakında Youtube üzerinden yayın işlerine de girişeceğiz. Zaman ve imkan meselesi...


--------------------------------------------


11 Şubat 2019 Pazartesi

Anti-Emperyalizm Tekeli

Selam ahali, piyasa ideolojilerinin paket programcı bir mantıkla işlediğini burada defalarca anlattım. Bu aralar galat-ı meşhurlara kafayı fena halde takmış olduğumu son yazıların konularından da anlayabildiğinizi düşünüyorum. Bu sefer ise kendini “anti-emperyalist” olarak tanımlayan cephenin tutarsızlıklarından bahsedeceğiz. Gittiği yere kadar bütün yanlışları düzelteceğiz.


‪Evet, insanımız çoğunlukla, bir şeyin eğrisini doğrusunu araştırarak gerçeği bulma konusunda kendisini pek yormaz. Bu yüzden paket programcı ideolojilerin müşterisi çoktur bu memlekette. Çoğu insan, bir kişiyi, akımı ya da grubu kendine otorite edinip tüm konularda onun buyruklarına koşulsuz şartsız bağlılık gösterir, hayatı o bakış açısıyla algılar. Bu oldukça dingilce bir tavırdır ahali. Anti-emperyalizm kavramı da bu deli saçması konjonktür içerisinde bir anlam erozyonuna maruz kalmaktadır. Aslında erozyon doğru bir kelime mi ondan pek de emin değilim zira anti-emperyalizme yamanan bazı özelliklerin olduğunu ifade etmeye çalışıyorum. Anti-emperyalizmi karşılamayan ama onunla aynı pakette yer alan ek özellikler...


Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı oldukça önemlidir ahali. Bugün “tam bağımsızlık” olarak adlandırılan şey budur. Bağımsızlığın yarımı çeyreği olmaz. Şayet ki bir topluluk herhangi bir konuda dahi olsa kendi kararlarını alamıyor “birilerine” bağımlı kalıyorsa orada bağımsızlıktan söz etmek mümkün değildir. Şayet anti-emperyalizm iddianız var ise, ister ABD, ister Rusya olsun her türlü dış mihrakın egemenliğine karşı durmanız gerekir. Anti-emperyalizm, ‘’uluslar kendi kaderlerini kendileri tayin etmelidir’’ demektir. Ancak günümüzün at ağızlı sosyalistleri kendi içlerinde büyük bir kavram karmaşası yaşamaktadır ahali. Anti-emperyalizmle Rusçuluğu, Sosyalizmi, Komünizmi bir gören oldukça sakat bir algı toplum üzerinde paradigmalaşmıştır. Anti-emperyalizmi, sosyalizm ile bir gören bu güruh kuvvetle muhtemel ‘’Sosyalist emperyalizm’’ kavramından bihaberdir. Bunun sebebi ise tarih bilmemek, konuyla ilgili doğru düzgün araştırma yapmaksızın her uzatılan hıyara elinde tuzlukla koşmak ve militan gibi boyuna Lenin, Marx okuyup ahkam kesmeye kalkamk olarak saptanabilir. Zira Lenin’in de emperyalizm ile ilgili görüşleri bu yöndedir. Şöyle der Lenin; ‘’Kapitalistlerin, diğer ulusları ezmesi, sömürmesi bir tercih sonucu değildir, onlar bunu yapmaya mecburdurlar.’’ [1] Lenin bu satırların devamında Marx’tan ‘’kapitalist ekonomilerde karın zamanla azalmasının önüne geçilemez’’ alıntısını yapıp Sosyalizmin yapısında onu sömürgeciliğe iten bir şeyin olmadığı[2] sonucuna varır. Ancak Lenin’in vardığı sonuç bile aslında bir iddiadır. Hatta çürütülmeye oldukça müsait bir iddia ve nitekim Üçüncü Dalga isimli kitabında Alvin Toffler da ortaya attığı ‘’Sosyalist Emperyalizm’’ kavramıyla Lenin’i çok güzel tokatlamıştır. Mutlaka okuyun diyebileceğim Alvin Toffler’ın ismi geçen kitabının Türkiye’de şu an için baskısı yok, gerçi yıllardır yok da orası ayrı bir mesele. Böyle faydalı kitaplar pek rağbet görmez güzel ülkemde. Bende de kitabın 1981 yılına ait bir baskısı var, zaten kitabı da görseniz iyice pörsümüş ayakta zor durur bir vaziyette.


Neyse sonuç olarak bu kitabı şu an için edinme imkânınız yok. Bu yüzden geçen sene yazmış olduğum ‘’Komünizm Mitleri’’ başlıklı yazıda Alvin Toffler’ın, SSCB’nin Gine, Malezya, Finlandiya gibi ülkeleri Sosyalizm adına sömürüşünü anlattığı kısımları aktarmıştım oradan takip edersiniz. Bu arada kendime not; bi’ ara bir okunacak kitaplar listesi hazırlayayım buraya.


Velhasıl kelam devrim bilekliği takıp orak-çekiç baskılı t-shirtünü de Che Guavera şapkasıyla ‘’kombinleyen’’ romantik solcular için üzücü bir haberim var. Sosyalist veya Komünist olmak sizi emperyal uygulamalardan geri tutmuyor malesef. Anti-emperyalizm bunlara bağlı bir kavram olmadığı gibi zaman zaman tam karşısında da yer alabilir.  Evet, ezberinizin hayli bozulduğunun farkındayım ancak gerçek budur yüzleşin.


Güncel bir mesele olan Venezuela da bu konuya iyi bir şekilde örneklik teşkil edebilir aslında. Zira şöyle ki, orada da başını ABD’nin çektiği bloğun desteklediği Juan Guaido ve başını Rusya’nın çektiği bloğun desteklediği Maduro olmak üzere iki devlet başkanı var. Bir tarafta dünya petrol rezervlerinin çok büyük bir kısmını elinde bulunduran[3], ya da bulundurmaya çalışan, Venezuela diğer tarafta ise iki farklı koldan gelen emperyalizm…




Bu grafiği doğrudan OPEC’den aldım. Grafiği şöyle bir analiz edelim istiyorum, en çok petrol rezervine sahip ülkelerden;

  • ·         Venezuela; Emperyalizmin en yeni hedefi konumunda, hiper-enflasyon hâkim, ekonomi bitik özetle millet aç aç!
  • ·         Suudi Arabistan; Amerikan Emperyalizminin ileri karakolu durumunda, ruhunu ABD emperyalizmine satmış ulusal onur ve haysiyet bilincinin olmadığı, ABD;’nin fahişesi değil geyşası olmuş etkisiz eleman hükmünde
  • ·         İran; ABD emperyalizminin kurduğu sistemin yeminli düşmanı, İkinci Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanya’sına, Soğuk Savaşta ise SSCB’ye ait olan ‘’şeytan’’ unvanının yeni sahibi, Emperyalizmin nefesini her daim ensesinde hisseden ambargolarla mücadele eden bir ülke
  • ·         Irak ve Kuveyt; ABD emperyalizmi eliyle Saddam Hüseyin isimli bir diktatör yaratıldı ve Irak’ın başına geçirildi. Saddam’ın Kuveyt’e saldırmasına yine ABD tarafından göz yumuldu ancak aynı ABD, Saddam Kuveyt’e saldırınca da bunu ve hiçbir zaman var olmamış kimyasal silahları bahane etmiş ve 20.03.2003’de Irak’ı işgal etmişti. Irak ve Kuveyt savaş yoluyla ‘’halledilmiş’’ demokrasi gelmiş, petrol ve refah bir daha geri gelmemek üzere gitmişti. Ha unutmadan hakkını verelim ABD ‘’burada kimyasal silah yokmuş CIA bizi yanlış yönlendirdi’’ diyerek Irak’tan özür de dilemişti. [5]
  • ·         Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar; Tıpkı Suudi Arabistan gibi ruhunu satılığa çıkarmış, ulus bilincini inşa edememiş ve hiçbir zaman bağımsızlık gibi bir davaları olmamış ülkeler
  • ·         Libya; Muammer Kaddafi’nin, dönemin Fransa içişleri bakanı Claude Gueant tarafından ‘’Haçlı Seferi’’ olarak tanımlanan ve Türkiye’nin de katılmış olduğu, 2011 yılında gerçekleşen NATO müdahalesiyle[4] indirilmesiyle ‘’halledilmiş’’ emperyalizmin arzuladığı zemin hazırlanmış ve Libya halkı da refahına bir daha geri gelmemek üzere veda etmiştir.
  • ·         Nijerya; ABD’li politikacı Zbigniew Brzezinski tarafından oluşturulan İslami terör gruplarından[6] Boko Haram’ın terör estirdiği, halkın refahtan fersah fersah uzak olduğu bir başka talihsiz ülke konumundadır.


Evet ahali, gerçekler ortadadır. İkinci Dünya Savaşıyla ABD’nin İngiltere’den ‘’dünya jandarmalığını’’ törenle devralmasından önce İngiltere, coğrafi keşifler esnasından İspanya ve Portekiz, keşifler sonrasından Hollanda ve Fransa, soğuk savaş döneminde SSCB, iki dünya savaşı sonunda gerçekleşen devir teslim sonrasında ABD, elinde kaynağı olan ulusları çatır çatır sömürmüştür. Şu tabloda dünyada yalnızca 22 ülkenin Britanya tarafından sömürülemediğini göstermektedir[7];




Benimsenen politikanın, kapitalizm, liberalizm, komünizm veya sosyalizm olması emperyalizmi önleyici bir faktör değildir. Anti-emperyalizm kavramını sosyalizm tekelinde tutmaya çalışan at ağızlı ve sürekli cahilce retorik kasmaya çalışan militan sosyalistler bu yazıda ortaya koyduğum verileri dürüp üzerine oturabilirler. Sizlerden ricam, lütfen anti-Amerikancı retorik kasıp Amerikan emperyalizmine karşı militanca çığırtkanlık yaparken sosyalist veya daha başka maskeli emperyalizmlerin önünde domalanlardan olmayın. Sizlerden bir ricam daha var aslında,


Lütfen…


Lütfen okuyun ya.


Hadi selametle


------------------------------------------------------

[1] Lenin, V.İ, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, 1. Baskı, 1969, ISBN 975-7399-14-0

[2] age
[3] OPEC Share of World Crude Oil Reserves, https://www.opec.org/opec_web/en/data_graphs/330.htm








 

7 Ocak 2019 Pazartesi

Retorik

Selam ahali, bakmayın böyle afilli bir başlık attığıma ne hitabet ne ikna teknikleri ne de psikoloji anlatmaya niyetim var. Dan dun konuşacağım canı isteyen de dinleyecek.

Anlaşılmak, insanın en önemli ihtiyaçlarından biridir ahali. Ancak bu dünya öyle bir dünyadır ki insanların ne söyledikleri genellikle ölümlerinden sonra anlaşılır, o da birkaç satır bir şey yazdıysa ya da söylediklerini “dinleyen” 3-5 kişi bulabilmişse...

İnsan denen varlık “dinleme” işini hakkıyla yerine getirebiliyor olsaydı ne retorik bu kadar üstünde durulan bir şey olurdu ne Cicero bu kadar büyük bir adam olabilirdi ne “ikna teknikleri” diye bir saha bu denli gelişirdi ne de CIA insan beynini manipüle etmek için bu kadar milyon dolarlar harcama gereği duyardı. Dinlemiyoruz baba. Hele de karşındaki herif senin kafanda çoktan sessize almış olduğun şeylerden bahsediyorsa...

Kimisi de sırf kendi konuşacağı şeye sıra gelsin diye karşısındakini “dinler”. Oysa dinlemek değildir o, olsa olsa beklemektir.

Arkana her dönüp baktığında seni takip eden birinin varolduğunu düşün. Onun varlığını daha ne kadar gözardı edeceksin? Daha ne kadar arkana bakmadan yürüyebilirsin? Bu durum bir yere kadar sürdürülebilirdir ahali. Bir noktadan sonra arkanı döner ve “ne var ulan neyin peşindesin” diye haykırırsın. Ben hep haykırdım ahali. Bu blog da zaten bunun en net karinelerinden biridir. Bir an bile arkamdakinin varlığını gözardı edecek şekilde bir illüzyona kapılmadım, mutluluk hayalleri kurmadım, kuramadım, beceremedim, olduramadım. Arkamı döndüğümde göz göze geldiğim o ürkütücü tablo bu blogda anlattığım meselelerdir ahali. İnsanlar bu mevzuları kafalarında çoktan sessize almıştır ancak ben yapamadım, olmadı.

Kadın, para, sevgi, aşk, çocuk edinmek, güç gibi şeyler tabi ki çok güzel şeylerdir. Kalkıp bunu inkar edecek değilim ki zaten Ego,Bencillik, Kibir, Önyargı’da anlattık bunları. Bunları arzulayan, bunlar için mücadele eden insanları da suçlayamam ancak bunlar beni hayatta tutabilmek için yeterli motivasyonlar değil anlatabiliyor muyum? Doyumsuz bir orospu çocuğu olarak yaftalayabilirsin beni bu zerre umurumda olmaz ancak yazının başında da söyledim anlaşılmak çok çok önemli bir ihtiyaç. Tüm bu metalar, elde etmek için ederinden kat kat fazla mücadele edilip acı çekilmesi gereken şeyler. Mesela parayı mı kendime hedef edindim diyelim. Benim üretime dönük çok projem var, hadi diyelim ki gecemi gündüzüme kattım uğraştım didindim bunlardan birini hayata geçirdim iyi de para kazandım. Bankalar benim kazandığım parayı zaten havadan üretebiliyorken benim paramın değeri durup dururken düşebilir. KısmiRezerv Sistemi diye bir şey var lan neo-liberal ekonomik sistemde!

Bu çok çok basit bir örnekti ancak benim için tüm süreçler aynen böyle işliyor ahali. Önüme bir hedef koyayım diyorum, aynen böyle, üzerine birkaç dakika düşündükten sonra o şeyi ‘’ne gerek var’’a çıkarabiliyorum. Motive olamıyorum. Herhangi bir şey uğruna ömrün boyunca ödemeye devam edeceğin bir borç altına girmek bana mantıklı gelmiyor oğlum. Mantığıma ve ekonomi bilgime, öyle veya böyle, güvenirim bu nasıl ticaret? O değil de ben en çok da 300 lira daha fazla kazanmak uğruna iş yerindeki mesai arkadaşının ayağını kaydıranları, 3-5 altın için aile içerisinde entrika çevirenleri, çok çok ufak kazançlar uğruna yüz yüze baktığı insanların emeklerine el uzatanları anlayamıyorum. Memleketimin günahkârı bile vizyonsuz. Değer mi gerçekten ortalama 60-65 sene yaşayacağın şu dünya hayatı için bu kadar rezil kepaze durumlara düşmeye? “Birilerinin” yapmaktan hicap duymadığı şeyler hakkında “acaba nasıl böyle bir şey yapabildi?” diye biz hayıflanıyoruz. Alın size önünüze koyabileceğiniz gerçekçi bir hedef; ucunda ölümün olduğu şu dünya hayatını ahlaken fazla yozlaşmadan noktalayabilmek… 


Benim 2019’dan da herhangi bir beklentim yok. Yeni yılınızı tebrik ederim.



Hadi selametle…